1 Ekim 2008 Çarşamba

Din kardeşimiz Goethe

Pantheismus ist eine höfliche Form des Atheismus.’ demişdi Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832). Yáni vahdet-i vücûdiye münkirliğin názikáne bir şeklidir. Anlamadınız mı? O halde şöyle söyleyelim: Kamutanrıcılık tanrıtanrıtanımazlığın názikçe bir biçimidir. Yine anlamadıysanız Hilmi Yavuz’a sorun, o anlatsın! Alman ve üstelik dünyá edebiyátının en önemli yazar ve şáirlerinden olan Goethe ömrü boyunca inanç meselelerine büyük ilgi göstermiş, dogmacılığa hep şiddetle karşı çıkmış, ama bu arada özellikle İslámiyet’e büyük sempati duymuş bir şahsiyetdi. Bugün Bayram olduğuna nazaran böyle bir konuya eğilmek muhtemelen ilginç gelebilir. Goethe daha gençlik yıllarında (seine Sturm- und Drangzeit) Hazret-i Muhammed’in hayátına dáir bir dram yazmağa başlamış (‘Mahomet’) ve bitiremese de bu sahne eserinde Kur’án’ın ‘mükemmeliyetine/güzîdeliğine’ (Vortrefflichkeit) dikkati çekmişdir. Daha sonra kaleme aldığı şáheserlerinden ‘Der West-östliche Diwan’ (Garb-Şark Dîvánı) için yazdığı önsözde ise, kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsederek yazdığı şu ilginç cümle vardır: ‘Müellif kendisinin de bir Müslüman olduğu şübhesini reddetmez.’ Bu Dîván’ın en başarılı şiirlerinden biri ‘Hicret’ (Hegira) başlıklı olanıdır. Peki ama, İslámiyet’de onu cezbeden ve hoşuna giden neydi? İslámiyet’in insicamlı/tutarlı/sebatkár Monoteizmi/Tektanrıcılığı/Tevhidciliği’ydi beğendiği. Çünki ömrü boyunca Hıristiyanlık’ın Teslîs (Üçleme, yáni Baba-Oğul-Kutsal Ruh) Dogması’na antipati duymuş ve bunu ‘M„rchen von Christus’ (Mesîh Masalı) diye alaya almışdı. Hazret-i ësá Tanrı’nın Oğludur Dogması ile de hep alay etmiş ve hattá bu yüzden gemçken Strazburg Üniversitesi doktora tezini reddetmişdir. ‘Dîvan’da şöyle bir beyit de vardır: ‘Mir willst du zum Gotte machen/Solch ein Jammerbild am Holze?’ (Ahşabdaki, yáni çarmıha gerilmiş, şu acınacak manzarayı bana Tanrı diye sokuşturmak mı istiyorsun?) Goethe Hıristiyanlık’ın yeryüzünü bir ezá ve cefá vádisi (ein Jammertal) olarak görmesinden de hiç hoşlanmaz, o bakımdan İslámiyet’in yüzü bu tarafa, hayáta dönük tavrını severdi. Bu tavır aslında Türk İslámiyeti’nin mümeyyiz vasıflarından biridir. Türk İslámı ‘triomfalist’ (muzafferiyetçi)’dir. Bana kalırsa Goethe bundan hoşlanıyordu. Aslında Háfız-ı Şîrázî’den çok etkilendiği halde Şiî İslámiyet’in o ‘ölüm özlemi’ herhalde Goethe’ye pek fazla bir şey söylemezdi. Záten İslámiyet’in beğenmediği tarafları için de açıkça fikrini söylemekden zerre kadar çekinmeyen bir karakter yapısına sáhibdi. ‘Fikri hür, vicdánı hür, irfánı hür’ bir şáirdi. Ancak Şark Medeniyeti’nden beslenmeyen bir Garblının eksik kalacağı kanaatini taşırdı. Kendinde ‘Gottesverehrung des Atheisten’ (Tanrıtanımazın Tanrıtaparlığı) özelliğini bulurdu. Nefis bir oximoron!!! Yağız bir kırat gibi... Onun için de İspanya’nın en büyük şáir ve sahne yazarlarından olan Pedro CalderÓn de la Barca (1600-1681) en çok sevdiği meslekdaşları arasında yer alıyordu, zîrá ‘Arab terbiyesiyle yetişdiğini inkár etmezdi.’ ‘Diwan’da şöyle bir dörtlük vardır: ‘Herrlich ist der Orient/Übers Mittelmeer gedrungen/Nur wer Hafis liebt und kennt/Wei? was CalderÓn gesungen.’ (Şark şáhánedir/Bize Akdeniz üzerinden gelen/Ancak Háfız’ı tanıyan/Anlar CalderÓn ne terennüm etmiş.) Buyrun sizlere bir ‘Bayrámiye’ ! Beğenmeyene duhûliyeler iáde...
YAĞMUR ATSIZ
Star/1 Ekim 2008 Çarşamba

Hiç yorum yok: