9 Kasım 2008 Pazar

Müzisyenin hidayet öyküsü

22 Ekim 2008
Alman müzisyen Julia’nın, hediye bir kitap ve ardından yaşadıkları sonrası Müslüman oluşunun öyküsü.
-Geçmişinizle başlayalım isterseniz. İslam’la tanışıp Müslüman olana kadar hangi süreçlerden geçtiniz? Sizi tanımak istiyoruz.
Ailem, Alman bir aile. Babam Katolik annem ise Protestan’dır. Babam Katolik’ti fakat dindar değildi, dinleri de pek fazla sevmezdi. Annem geceleri dua ederdi, ben de onunla birlikte dua ediyordum. Annem her Pazar erkek kardeşimle beni kiliseye götürürdü. Kiliseye gittiğimde mutlu oluyordum, özellikle İsa Mesih ve diğer peygamberlerle ilgili hikâyeleri dinlemek beni mutlu ediyordu. Kilisede ve okulda İsa Mesih’in Allah’ın oğlu olduğunu öğrenmiştik; fakat ben bir türlü İsa Mesih’i Allah’ın oğlu olarak hayal edemiyordum. Küçük yaşlardan itibaren İsa Mesih’in Allah’ın oğlu değil de, tıpkı Süleyman ve Davut Peygamber gibi Allah’ın nebilerinden biri olduğuna inandım.
-Niçin böyle inanıyordunuz? Bunun sebebini neydi?
Bilmiyorum. Fakat zihnim ve kalbim İsa Mesih’i Allah’ın oğlu olarak kabul etmiyordu. 14 yaşımdan sonra kiliseye gitmeyi bıraktım; fakat geceleri Allah’a dua etmeye devam ettim. Lise yıllarımda Hippi Felsefesiyle ve Müziğiyle tanışarak hippiliğe ilgi duymaya başladım. Vakitlerimin büyük bir kısmını hippi arkadaşlarımla birlikte geçiriyordum. Hippi olduktan sonra Hıristiyanlığı ve yaptığım duaları tamamen terk ettim. Çünkü dinlerin ve duanın faydasız şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştım.
-Nasıl bir felsefeleri ve yaşamları vardır hippilerin?
Hippi Felsefesi’ne göre arzularınıza sınır koymazsınız, siyasetle ilgilenmezsiniz, doğaya, gezmeye, müziğe ve barış içinde yaşamaya önem verirsiniz. Hippi Felsefesi özgürlüğün insanın içinde olduğunu ve insanın içindeki özgürlüğü keşfetmesi gerektiğini savunur. Hippiler insanların arasında hiçbir farkın olmadığına ve bütün insanların eşit olduğuna inanırlar. Ortak, komün bir hayat sürdürürler fakat komünizme karşıdırlar, çünkü hippiler komünizmin tıpkı dinler gibi insanın yaşamına sınır koyan bir düşünce biçimi olduğunu düşünüyorlar. Hippiler her şeyi birbirleriyle paylaşarak, şarkı söyleyerek hayattan zevk almaya çalışırlar. Paraya hiç önem vermezler. Bizim arkadaş grubumuzun da birkaç evi vardı. Bu evlerde sık sık bir araya gelip partiler düzenlerdik ve bu partilerde genelde ben sahneye çıkardım. Daha sonra Alman Gençler arasında meşhur olmaya farklı şehirlerde konserler vermeye başladım.
-Müzik tarzınız kimlerin veya hangi grupların müziklerine benziyordu?
Kendime Bob Dylan, Pink Floyd, Led Zeppelin ve The Beatles’i örnek alıyordum. Benim müziğim bir felsefeye dayanıyordu ve daha çok hayatın sırrı, özgürlük, doğa, eşitlik ve insanın zihnindeki karışıklıklar üzerine besteler yapıyordum.
“MÜSLÜMANLARDAN NEFRET EDİYORDUM”
-Daha sonra ne oldu?
Müziğe karşı yeteneğim vardı. Bu nedenle kendimi geliştirmeye karar verdim ve özel bir akademide müzik dersleri almak için 22 yaşımda Londra’ya gittim. İslam’la da ilk olarak Londra’da tanıştım.
-İslam’la tanışmadan önce Müslümanlar hakkında ne düşünüyordunuz?
Müslümanlardan nefret ediyordum ve İslam’ın da tıpkı Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi insanların özgürlüklerini ellerinden alan bir din olduğunu düşünüyordum. Müslümanlar benim gözümde cahil, yaşamdan zevk almayan özgürlüklerini kaybetmiş insanlardı. Onların son derece zayıf olduklarını, bu nedenle de bir yaratıcıya ihtiyaç duyduklarını düşünüyordum.
-İslam’la nasıl tanıştınız? İslam’a giriş öykünüzü merak ediyoruz.
Londra’da Stop Nevengten isimli bir bölgede yaşamaya başladım. Oturduğum bölgede kilise, sinagog ve mescid vardı. Burada tanıştığım Yahudiler ve Müslümanlar çok mutlu insanlardı. Cumartesi günü Yahudilerin, Cuma günü de Müslümanların mutlulukları daha fazla artıyordu. Yahudiler Cumartesi günleri özel yemekler hazırlıyorlardı, Müslümanlar da Cuma günü en güzel elbiselerini giyip mescide gidiyorlardı. Londra’da dinler üzerine düşünmeye ve hippiliği sorgulamaya başladım. Biz hippiler olarak mutlu olmayı, hayattan zevk almayı savunuyorduk; fakat Londra’da gördüğüm Yahudi ve Müslümanlar bizden daha mutlu insanlardı. İnançları onların mutlu olmalarını sağlıyordu. Bir süre Yahudilik üzerine araştırmalar yaptım, onların dini kitaplarını okudum. Bu araştırmalarım sonucu Yahudiliğin milliyetçi bir din olduğu sonucuna ulaştım. Milliyetçilikten nefret ettiğim için Yahudi olmamaya karar verdim. İslam’a ve Müslümanlara karşı olan olumsuz ön yargılarım nedeniyle İslam’ı araştırmıyordum. Çünkü asla Müslümanlar gibi yaşamayacağımı düşünüyordum.
- Müslümanların yaşamından size zor gelen neydi?
5 vakit namaz kılıyorlardı ve Müslüman Kadınların birçoğu örtülüydü. O dönem örtüneceğimi asla düşünemiyordum.
-Öyleyse Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?
Bir gün Londra sokaklarında yürüyordum ve caddenin birinde gösteri yapan insanlarla karşılaştım. Bu insanlar Kürt’tü ve bir şeyleri protesto ediyorlardı. Kürtçe konuşmalar yapıp sloganlar attıkları için ne dediklerini anlamıyordum. Bu arada caddede kitap satan bir adam gözüme çarptı ve bu adamın yanına giderek O’na bu insanların neyi protesto ettiklerini sordum. “Türkiye’yi, Türk Devleti’ni protesto ediyorlar” dedi. Pakistanlı olan kitapçıyla tanışıklığımız bu şekilde başladı. Kitapçı bana İslam hakkında ne düşündüğümü sordu. O’na “İslam kadınları ezen, insanlara terör fikrini aşılayan bir dindir” diye cevap verdim. Bu sefer “İslam sizin düşündüğünüz gibi bir din değil, İslam’ın nasıl bir din olduğunu gerçekten öğrenmek ister misiniz?” diye sordu ve benim cevabımı beklemeden anlatmaya başladı.
-Cevabınız ne olacaktı?
“Hayır” diyecektim. İslam’a karşı olan ön yargılarım oldukça sertti ve bu adamı dinlemek istemiyordum. Benden 3 dakika süre istedi ve bana İslam’ı anlatmaya devam etti.
-Pakistanlı Kitap Satıcısı İslam’la ilgili size neler anlattı?
İslam’ın İsa Mesih’in, Davut ve Süleyman Peygamberin gerçek dini olduğunu ve İslam’ın değil; eski zamanlardan kalma bazı geleneklerin kadınları ezdiğini söyledi. İslam’ı araştırırsam çok farklı bir dünyayı keşfedeceğimi ve yaşamın sırrına ulaşacağımı ifade etti. Ben Pakistanlıyı daha fazla dinlemek istemiyordum, bu nedenle kendisine ayrılacağımı söyledim. Bunun üzerine bana bir kitap hediye etti ve “eğer bir gün aramayı düşünürsen beni bu numaradan bulabilirsin” diyerek bana bir telefon numarası verdi. Verdiği kitabı ve numarayı çantama koydum, eve dönünce de Pakistanlıdan aldığım kitabı kitap dolabıma yerleştirdim. Bu kitabı okumayı asla düşünmüyordum; fakat kitap evime girdikten sonra evimde ilginç olaylar olmaya başladı.
-Nasıl ilginç olaylar?
Kitabın etrafında zaman zaman beyaz bir nur halkası beliriyordu. İlk başlarda çok şaşırdım, hayal gördüğümü sandım. Fakat gördüklerim hayal değil; gerçekti. Beyaz bir nur halkası 2 veya 3 dakika Pakistanlının bana verdiği kitabın etrafında geziniyordu, daha sonra kayboluyordu. Bu olay 2-3 günde bir tekrarlanıyordu.
BİR KİTAP, O’NUN HİDAYETİNE VESİLE OLDU
-Anlattıklarınız inanılır gibi değil.
Müslüman oluş hikâyemi anlattığım insanların birçoğu sizin gibi şaşırıyorlar ve inanmak istemiyorlar. Fakat ben bu anlattıklarımı aynen yaşadım. 10 gün geçtikten sonra kitabın etrafını saran nur tamamen ortadan kayboldu. Çok inatçı biriyimdir. Şahit olduğum ilginç olaylara rağmen İslam ve Müslümanlardan nefret ettiğim için Pakistanlı adamın hediye ettiği kitabı okumak istemiyordum. Hatta bir ara kitabın etrafında dolaşan nur halkasının bir büyü, kitabı aldığım Pakistanlının da bir büyücü olabileceğini bile düşündüm. İçimde büyük bir merak olmasına rağmen iki buçuk ay boyunca kendimle mücadele ettim ve kitabı okumadım. İki buçuk ayın sonunda artık dayanamadım ve kitabı okumaya başladım. Kitap gerçekten harikaydı, okudukça mutlu oluyordum ve İslam’ın hakikat olduğunu anlıyordum. Özellikle imanın şartları beni çok etkiledi. İslam bize bütün meleklere, bütün kitaplara, bütün peygamberlere inanmamız gerektiğini söylüyordu. Okuduğum kitap İslam’ın bir deniz olduğunu ve bütün dinlerin bir nehir gibi bu denize aktığını belirtiyordu. Kitabı bitirdikten sonra içimi büyük bir huzur sardı ve gerçeği bulduğumu, Allah’ın bana gerçeği bulmam için aylardır yardımcı olduğunu anladım. İslam’la ilgili zihnimde birkaç soru vardı. Bu soruları cevaplandırmak ve İslam hakkında daha fazla bilgi edinmek için Pakistanlı kitapçının bana verdiği numarayı aradım. Daha sonra adresini alıp, evine gittim. Pakistanlı yaşadıklarımı duyunca şaşırdı ve Allah’ın Müslüman olmam için bana yardımcı olduğunu söyledi. Kendisi ve eşiyle bir ay boyunca İslam hakkında konuştuk. O’nlara sorular sordum ve bu bir ayın sonunda Müslüman olmaya karar verdim.
-Sizi etkileyen kitabın ismi neydi ve kim tarafından yazılmıştı?
Mirza Tahir isimli bir yazar tarafından yazılmıştı. Kitabın ismi de İslam’a Giriş Bilgileri’ydi.
-1 ay gibi kısa bir sürede Müslüman olmaya karar verdiniz öyle değil mi?
Evet.
-Nasıl oluyor da bu kadar kısa bir sürede eski hayatınızı terk edip kendinize yepyeni bir hayat kurabiliyorsunuz? Bu çok zor olsa gerek.
Benim için çok zor olmadı. Zaten Hippi Felsefesi zihnimdeki sorulara cevap veremiyordu. Fakat İslam’ı araştırdıkça zihnimdeki sorulara ikna edici cevaplar bulabiliyordum. Ayrıca İslam’la ilgilendikçe Allah’ın kalbimi açtığını ve Allah’ın sürekli beni gözlemlediğini hissetmeye başlamıştım. Bu daha önce hiç yaşamadığım bir duyguydu.
- Müslüman olmanız çevrenizdekiler tarafından nasıl karşılandı?
Ailem ve arkadaşlarım delirdiğimi düşündüler. Okuluma devam ettim; fakat konser vermeyi bıraktım. Hayranlarım da büyük bir şaşkınlık geçirdiler, fakat ben kararımı vermiştim.
-Müslüman olduktan ne kadar süre sonra örtünmeye karar verdiniz?
İslam’a ilk girdiğim günler sadece namaz vakitlerinde örtünüyordum, diğer vakitler başım açıktı. Önce Allah’ın kadınlardan niçin örtünmelerini istediğini araştırdım. Sonunda şöyle bir sonuca ulaştım: “ Allah bize değer veriyordu ve bizi korumak istiyordu, bu nedenle de örtünmemizi emrediyordu”. Rabbimin bu isteğine uymam gerektiğini anlayınca örtünmeye karar verdim.
-İslam hayatınızda neleri değiştirdi?
Her şeyi. Hippiler hayatı kuralsız yaşarlar ve Hippilerin bağlı oldukları ahlak kuralları yoktur. Ben de hayatı böyle yaşıyordum. Hatta zaman zaman uyuşturucu da kullanıyordum. Müslüman olduktan sonra yeni bir hayata başladım, eski arkadaşlarımı ve kötü alışkanlıklarımı terk ettim.
-Şu an müzik çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz?
Hayır. Müziği tamamen bıraktım
-Niçin? İslam’ın müziği yasakladığını mı düşünüyorsunuz?
Müslüman olmadan önce müziği ruhum için bir ihtiyaç olarak görüyordum. İçimdeki mutsuzluktan, karışıklıklardan müzik sayesinde kurtulmaya çalışıyordum. Fakat şu an çok huzurlu ve mutluyum. Müziğe artık ihtiyacım yok. Ruhuma en çok huzur veren şey ise Kur’an okumak ve dinlemek.
-Uzun zamandır Filisitinli Mültecilerle bir arada Yermük Kampı’nda yaşadığınız duyduk. Bunun özel bir sebebi var mı?
İsrail’in Filistin’de yaptığı zulümlere Müslüman olmadan önce de karşı çıkıyordum. Hatta İsrail işgalini protesto etmek için düzenlenen bazı konserlerde de sahne almıştım. Müslüman olduktan sonra Filistinlilerin hürriyet mücadelelerine olan ilgim daha da arttı. Çünkü O’nlar benim kardeşlerim. Şu an Filistin’in özgürlüğü için düzenlenen bazı etkinliklerde görev alıyorum. Filistinli Mültecilerle yaşama kararını eşimle birlikte aldık. Eşim Londra’da yaşayan bir Filistinliydi, Londra’yı terk edip Suriye’ye gelerek Filistinli Mültecilerle birlikte yaşamaya başladık. Belki ileriki zamanlarda eşimle birlikte Gazze’ye yerleşebiliriz.

8 Kasım 2008 Cumartesi

Türkiye bizi yüzyıl önce terk eden anamızdır...


Sırbistan İslam Toplumu Başmüftüsü Muammer Zukorlic:Türkiye bizi yüzyıl önce terk eden anamızdır...
İHH’nın düzenlediği Balkan Sempozyumu’na katılan Sırbistan İslam Toplumu Başmüftüsü Muammer Zukorlic, gazetemiz yazarlarından Ayhan Demir’e çok önemli açıklamalar yaptı. Söyleşinin her satırını dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.
Ayhan Demir
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç "Sancaklı Boşnaklar, Bosnalı Boşnakların Berlin paylaşımında Drina’nın öte yakasında kalan ve daha şanssız olan kardeşlerinden başka bir şey değildir" diyordu. Bunu biraz açabilir misiniz? Sırbistan’daki Boşnakların şuandaki durumu nedir?
Gerek Bosna-Hersek’teki savaş ve gerekse Kosova’daki çatışmalar esnasında Sancaklı Boşnaklar hayati tehlike altındaydılar. Şuanda böyle bir tehlike kalmadı. Ancak belki de çok daha önemli bir tehlike olan kültürel savaştan net bir şekilde söz edebilirim. Bizler hala Sırbistan’da ikinci sınıf vatandaşız. Her ne kadar tüm yasal düzenlemeler bizim eşit haklara sahip olduğumuzu söylese de, maalesef fiiliyattaki durum bunun tam aksini gösteriyor. Bizler son dönemde çok ciddi bir mücadele içerisindeyiz. Milli ve dini haklarımız başta olmak üzere her anlamda tehlike altında. Biz bunun için savaşmak zorundayız. Ve bu konuda kararlıyız.
*Yaklaşık 15 yıldır devam eden çekişmenin sonunda bir grup imam, merkezi Yeni Pazar’da bulunan ve Bosna-Hersek İslam Birliği’ne bağlı olan Sancak İslam Birliği’nden ayrılarak Sırbistan İslam Birliği’ni kurdular. Sırbistan devletinin desteğini alan Adem Zilkiç ve Hasip Suleviç'in başını çektiği bu ayrılıkçı isimler ne yapmak istiyorlar? Sırbistan ve Sancak Müslümanları üzerinde nasıl bir oyun oynanıyor?
Bu söylediğiniz, demin bahsetmiş olduğum, son dönemdeki Sırp müdahalelerinin en müşahhas örneklerinden sadece bir tanesidir. Sırp siyaseti, kültürel ve ekonomik anlamda hegemonyasını kurmuştu. Müdahale edemediği tek alan din ve dini yaşantımızdı. Şimdi son hamlelerini dini yaşantımızı ve birliğimizi ortadan kaldırarak yapmak istiyorlar. Bu müdahalenin özünde yatan birkaç sebep vardır. Bunların birinci; İslam Birliği’nin başına bölge Müslümanları için değil, Sırp siyaseti adına hizmet edecek kuklaların getirilmesidir. Sırp politikasının bu son hamlesinin ardında yatan bir diğer sebep, Müslüman eğitim kurumlarına yapılan yatırımları engellemektir. Sırp politikası bizim son on beş yılda yapmış olduğumuz ciddi eğitim kurumlarına; medreselere, okullara tahammül edemez noktaya gelmişti. Ayrılıkçılara verdikleri bu destekle bu tahammülsüzlüğünü bir kez daha göstermiş oldular. Üçüncü ve belki de en önemli sebep ise, bizim Saraybosna ile ilişkilerimizi kesmekti. Bizim bölgedeki dini merkezimiz her zaman için Saraybosna’dır. Her ne kadar farklı ülkelerde olsak da bizim buna hakkımız var. Sırp politikasının bu son adımı, aslında, yasal olmayan bir darbe girişimi olarak nitelendirilebilir. Tabi ki bu girişim neticesinde çok ciddi problemler oldu. Bütün durumu zorlaştıran, bu darbeye karşı koymayı neredeyse imkânsız hale getiren en önemli sorun çok ciddi istihbarat kurumları ve bu kurumlarda çalışan ajanların da darbe girişimine müdahil olmalarıydı. Üzülerek söylemek istiyorum ki, Türkiye’den de bazı kişi ve kurumlar bu darbe girişiminin başarılı olması için çalıştılar. Buna karşı koymak çok güçtü. Ancak Allah’ın yardımı ile bu sorunu büyük ölçüde aştık. Şuan da genel olarak durumun kontrol altına alındığını söyleyebiliriz. Bahsetmiş olduğunuz imam topluluğu İslam Birlği’nin sistemi dışında kalmışlardır. Diğer kurumlarımızda (medrese ve okullar) zaten hiçbir sorun olmadı ve kontrolümüz altında bulunuyor. Her şey gayet yolunda gidiyor.
Müslümanlar kardeştir
*"Türkiye’den de bazı kişi ve kurumlar bu darbe girişiminin başarılı olması için çalıştılar" dediniz. Kim bu bazı kişiler? Anadolu Ajansı ve Zaman Gazetesi, Belgrad ve Novi Pazar kaynaklı haberlerinde bu ‘darbe girişimini’ "bölgenin 15 yıldır müftülüğünü yapan Muammer Zukorliç'in yerine Hasip Suleviç'i, Sırbistan Başmüftülüğü'ne ise Adem Zilkiç'i seçti. İmamlar eski müftü Muammer Zulkoç'in "Osmanlı-Türk kültürü" yerine "Vahhabi kültürünü" bölge halkına yaşatmak istemesinden rahatsızlık duydukları için seçim yapılmasını istediklerini kaydetti" şeklinde duyurdular. Siz bölge halkına "Osmanlı-Türk kültürü" yerine "Vahhabi kültürünü" yaşatmak niyetinde misiniz?
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: İslam tekdir. Osmanlı ya da Vehhabi İslam’ı diye bir şey yoktur. Bunu söyleyenler aslında Müslümanları bölme niyetlerini farkında olmadan açığa vurmuş oluyorlar. Türkler de, Araplar da tüm Müslümanlar gibi bizim kardeşlerimizdir.
Türkiye’de; demokratik seçimler ve mevcut kanuni sistem dışında devlete hükmetmeye çalışan insanlar olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. İşte Sancak Müslümanları üzerinde plan yapan insanlar da aynı kişilerdir. Bu kişiler Balkanlarda geziyorlar, para taşıyorlar. Bizim kendini bilmez, zavallı insanlarımızı; arabalar alıp, kendilerinden büyük müftüler yapacakları gibi bir takım vaatlerle kendi oyunlarına alet ediyorlar. Bu insanlar "Biz Türkiye’yiz. Biz Türkiye’yi temsil ediyoruz" diyerek onları yanlış yönlendiriyorlar.
Bu kişilerin hikâyesi yüzeysel bir Türkiye hikâyesinden ibarettir. "Sen Türkiye’de eğitimini yapmadın. Sen müftü olamazsın" gibi çok primitif ve ucuz manipülasyonlar yapılmaya çalışıldı. Onlar aslında bu tip haberler ile lobi çalışması yapmak istediler. Öyle düşünüyorum ki, bu kişiler, ismini söylediğiniz Zaman Gazetesi ya da Anadolu Ajansı’nda kendi istekleri doğrultusunda haber ve yorum yapacak birilerini bulmuş olabilirler. Söylediğim gibi bunlar sadece birer lobi çalışmasıdır. Eğer istenen darbe girişimi başarılı olsaydı, evet, bir sorunumuz olduğundan söz edebilirdik. Ama gördüğünüz gibi istenilen başarılamadığına göre bu şuanda hiçbir önem arz etmiyor.
*Bosna ve Kosova’da oluk oluk Müslüman kanı akıtan, Srebrenitsa’da soykırım yaptıkları mahkeme kararı ile tasdik edilen Sırplar, geçtiğimiz yıl (2007) Ramazan Bayramı sebebiyle Sırbistan Parlamentosu'nda Müslümanlara kokteyl vererek bir ilke imza attılar. Bu ne anlam ifade ediyor? Sırp cephesinde bir değişiklik mi var? Yoksa bu da Sırp siyasetinin bir oyunu mu?
Bu tamamen Sırp stratejinin bir parçasıdır. Onlar, bunu gerçek Müslümanlar için yapmadılar. Az önce bahsettiğimiz kişilere yönelik yapılmış bir davetten ibarettir. Burada konuştuğumuz başarısız girişim, çok iyi örgütlenmiş bir darbe girişimidir. Onlar; eğer hepsi aynı anda müdahale eder ve saldırırlarsa, bizim tamamen dağılıp yok olacağımızı düşündüler. Kaldı ki o resepsiyon da bu oyunun bir parçasından ibaretti. Kokteyli verenler ve katılanlar, bizi olduğumuz ya da olmamız gerektiği gibi bir Müslüman değil, olmamızı istedikleri gibi bir Müslüman olarak yaşantımızı sürdürmemizi istiyorlar.
Burada iki konseptten bahsedebiliriz aslında. Bizim düşünce tarzımıza göre, İslam Birliği bir kurum olarak elbette bulunduğu devletin bir parçası olacaktır. Ama özerk bir kurum olacak. Bugün mevcut anayasa zaten bize; eşit haklara sahip olma ve özerk olarak kendimizi yönetme hakkını tanıyor. İkinci konsept yani Sırp politikasının istediği, Sırp hükümetinin ya da devletinin bir piyonu olmamızdır. Biz değerlerimizi korumaya çalışıyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Mevcut durum karşısında bizim dezavantajımız, son yüzyılda, kötü bir şekilde organize olmuş olmamız ve baskı altında dini yaşantımızı sürdürüyor olmamız. Ve maalesef geçtiğimiz yüzyılda dış güçlere ait istihbarat kuruluşlarının, kendi içimizde yerleşebilmiş olmalarıdır. Balkanlarda çok iyi bilinen bir gerçek var: İmam saflarında farklı dine mensup insanlar yer almışlardır.
*İslam coğrafyasına bir göz attığımızda, bu son örnekte de görüldüğü gibi, mevcut birliktelikleri parçalamaya çalışan küçük gurupların her dönemde var olduğunu ve arkalarında gayr-i Müslimlerin desteğinin olduğunu görüyoruz. Bu bir tesadüf mü?
Bahsetmiş olduğunuz durum İslam ümmetinin genel durumuna ait bir fotoğraftır. İslam dünyasının bu virüslere karşı koyacak yeterli bağışıklığa sahip olmadığını gösterir. İslam ümmetinde bilinç ve aydınlığın artmasıyla baskıda doğru orantılı olarak artıyor. Tabi ki geçmişte olduğu gibi İslam medeniyetinin, yeniden dünyayı yöneten hâkim bir medeniyet ve güç olmaması için dünyanın dört bir yanında çeşitli organizasyonların, örgütlerin, kurumların, kişilerin ve siyasetçilerin el ele vererek, güçlenmemizi önlemek için birlikte çalıştıklarını görüyoruz. Mesela az önce söylediklerimin en güzel örneği yine biziz. İslam Birliği pasif bir şekilde hayatını devam ettirirken hiçbir sorun yoktu. Ne zaman ki, okullar, medreseler, üniversiteler, gazeteler ve televizyonlar yaygınlaştı ve büyüdü işte o zaman darbe ve baskılar da arttı.
*NATO raporlarında Sancak, dünya üzerindeki on altı hassas noktadan biri olarak gösteriliyor. Aynı zamanda Balkanlarda çatışma riskini en çok taşıyan bölgelerden birisi. Böyle bir bölgede Müslüman olmak nasıl birşey?
Sıkıcı olmaktan başka her şey... Sancak, Balkanların tam ortasında ve etrafı; Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Kosova ile çevreli. Bu aynı zamanda üç büyük din olan İslam, Katoliklik ve Ortodoksluktan söz etmemizi gerektiriyor. Farklıkların buluştuğu belki en küçük ancak buluşmaların en sık yaşandığı bir noktadayız. Hassas ve hassas olduğu kadar da önemli bir noktadayız. Tüm bunların farkındayız. Bu sebeple bilinçli olmaya ve bilincimizi korumaya çalışıyoruz. Karşımıza çıkan tüm durumlara en uygun tavrı almaya ve doğru adımlar atmaya gayret ediyoruz. Söylediklerimin çok zor olduğunu söyleyebilirim. Çünkü kısa bir dönemden değil, yüz yıllık bir dönemden bahsediyoruz. Bunun bir netiesi olarak bugün Sancak’ta bulunanların dört katı Boşnak, Sancak dışında yaşıyor. Ama buna rağmen yılmadık. Çalışmaya devam edeceğiz. Kendi dinimizi, kendi kültürümüzü ve kendi topraklarımızı korumak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bizim misyonumuz ayrıştırıcı değil, birleştirici ve buluşturucu olmaktır. Her ne kadar zor gibi görünse de, biz buna çok sıkı bir şekilde inanıyor ve bunun için mücadele ediyoruz.
Sırbistan’daki Müslümanlar
*Özellikle Karacic (Karadzic) yakalandıktan sonra milliyetçi Sırpların bazı tahrik edici eylemleri oldu. Aynı şekilde kendilerine yönelik eylemler de oldu mu?
Yaklaşık iki yıl önce (2006) Kosova’da sorunlar yaşandığında Sırbistan’daki Sırp aşırı milliyetçi guruplar, Belgrat ve Niş’teki camilerin yakılma eylemlerini organize etmiş ve gerçekleştirmişlerdi. Bunu da Kosova’nın bir intikamı olarak lanse etmişlerdi. Aslında söylemek istedikleri dünyanın herhangi bir yerinde bir Sırp’ın başına gelen herhangi bir olayın intikamını bizden alacaklarıydı. İşte bu korku sebebiyle bizden başka herkes Sırbistan ve Sırplardan uzaklaştı.
Her ne kadar mevcut durum Sırbistan’daki Müslümanlar adına şartların çok zor olduğunu işaret etse de, şahsım adına, bundan çıkarabileceğimiz bir avantajın olduğu kanaatindeyim. Sırbistan bundan sonra kendi demokrasisini ve demokratik sistemini Sırbistan’daki Müslümanlara iyi davranarak ispatlamaya çalışmak zorunda olacaktır. Bizim durumumuz iyi olamadığı sürece, bizim taleplerimiz karşılanmadığı sürece hiçbir uluslararası kurum ya da örgüt, Sırbistan’da demokratik hakların korunduğuna dair herhangi bir rapor alamaz.
*Sırbistan’daki hükümette koalisyon ortaklarından biri de Sancak Demokrat Partisi Genel Başkanı Rasim Ljacic isimli bir Müslüman. Kendileri ile görüşüyor musunuz?
Kendisi ile düzgün bir ilişkimiz var. Her ne kadar siyasi sorunlara farklı bakış açılarına sahip olsak da, İslam Birliği söz konusu olduğunda kendisinin olumlu bir yaklaşımı var.
*Düşmanlarımızı bu kadar konuştuğumuz yeter isterseniz biraz da dostlarımızı konuşalım. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, Sancak ve Sancaklı Müslümanlara çok ayrı bir önem veriyordu. Öyle ki, Sancak meselesi rahmetli Aliya’nın içinde bir uhte gibiydi. Siz rahmetli Aliya hakkında neler söylemek istersiniz?
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, dünyaya belki birkaç yüzyılda bir gelen bir insandı. O Müslüman Boşnak halkının en büyük sembolüdür. Kendi düşünce dünyasının büyüklüğü ile Bosna sınırlarını da aşmayı başararak, Balkanlar ve Avrupa’da yaşayan hakları ellerinden alınmış veya zarar görmüş tüm Müslümanların bir sembolü olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Aliya İzzetbegoviç, filozof ve düşünür yönüyle de çok değerli bir insandı. Gerek savaş döneminde gerekse savaştan sonrasında onda beni etkileyen ve benim hatıralarımda kalan en önemli özellik; çok üst düzey entelektüel seviyede kendisini izah edebildiği gibi, gündelik hayatta sıradan insanlarla da çok iyi iletişimi olan bir bilge olmasıydı.
Türkiye bize yardım etsin
*Saraybosna’daki kitap fuarında dolaşırken rahmetli Aliya’nın konuşmalarından oluşan bir kitabın 1 KM’e satıldığını gördüm. Orhan Pamuk kitabı 20-30 KM’e satılırken, rahmetli Aliya’nın konşmlarının 1 KM’e satılmasına açıkçası çok şaşırdım ve çok üzüldüm. Aliya Boşnakların gönlünde hak ettiği yeri alabildi mi?
Siz de bunu çok iyi biliyorsunuz ki büyük insanların değeri kendi yaşadıkları dönemlerden uzun bir zaman sonra anlaşılır ve tarihte hak ettikleri yeri alırlar. Ve gerçek değerler ne kadar gündemde oldukları ile ölçülmez, kendi süreklilikleri ile ölçülürler. Mesela sizin söylediğiniz kitap on sene evvel en çok satılan kitap iken, bugün kimse hatırlamıyor. Diğer yandan yüzyıllar önce belki sadece birkaç yüz adet basılmış olan bazı kitaplara bugün değer biçilemiyor. Eminim ki geçen zaman rahmetli Aliya’dan yanadır. Aliya’nın değeri her geçen gün daha fazla artacak ve daha iyi anlaşılacaktır.
Bir din adamı ve ilahiyatçı olarak şu hususu eklemeden de geçemeyeceğim: Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in kaleme aldığı "Doğu ile Batı Arasında İslam" eseri modern dönemlerin en iyi çalışmalarından bir tanesidir.
*İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından organize edilen; Arnavutluk’tan Sancak’a, Kosova’dan Bulgaristan’a, Bosna-Hersek’ten Makedonya’ya kadar neredeyse Balkanların tamamını kapsayan ve Osmanlı bakiyesi Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen "Balkan Sempozyumu" hakkında neler söylemek istersiniz? Bu meyanda Türk halkına mesajlarınız nelerdir?
İHH’nın organize etmiş olduğu "Balkan Sempozyumu" çok önemli bir buluşma toplantısıydı. Balkanlardaki Müslümanlar olarak ancak birlikte olursak hayatta kalabiliriz. Şuan olduğu gibi bölünmüş olarak devam edersek hiçbir şansımızın olmadığını düşünüyorum. Bizim Balkanlarda Türkiye ve Türk halkına çok ihtiyacımız var. Ancak Türk insanı da bizi anlamalıdır. En az bizim Türkiye’ye olan ihtiyacımız kadar, Türkiye ve Türklerin de bize ihtiyacı var. Biz kültür ve din olarak aynı din ve kültürün insanlarıyız. Bizim tek ayrılığımız etnik ve dil ayrılığıdır. Ki bunun hiçbir önemi olduğuna inanmıyorum. Son yüzyılda başımıza gelen her şeye rağmen Osmanlı’dan devraldığımız emanete hıyanet etmedik. Bu emanetin daha canlı yaşatılması ve daha iyi bakılması için Türkiye’nin desteğini elbette her zaman bekliyoruz. Bizim siyasi, ekonomik, kültürel anlamda bağlarımızı ve buluşmalarımızı canlı tutmalıyız. Resmi ya da gayri resmi ilişkilerimizi sürdürmeliyiz. Bu tür buluşmalar yeni proje ve fikirlerin oluşmasına, yardıma ihtiyacımız olan konuların tespit edilerek çözümlenmesine vesile olacaktır.
Benim her fırsatta verdiğim bir mesaj var ki, onu da bu vesile ile tekrarlamak istiyorum: Türkiye bizi yüzyıl önce terk eden anamızdır. Onun bizi reddetmesini istemiyoruz.
Muammer Zukorlic
1970'te Sancak'ın Tutin şehrinde doğmuştur. İlkokulu Tutin'de okumuş ve eğitimini Gazi Hüsrev Bey Medresesi'nde tamamlamıştır. 1993 yılında Cezayir Konstantin Üniversitesi'nde İslam Hukuku bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını Lübnan'da tamamlamıştır. Kasım 1993'te kurulan Sancak İslam Toplumu Meşihatı’nın başkanlığına atanan Zukorlic, 1998 ve 2003 yıllarında bu görevlere tekrar getirilmiştir. 2007 Mart ayında, Sırbistan İslam Toplumu Şûrası’nda başkanlık makamına ve Sırbistan Müslümanları başmüftülüğüne seçilmiştir. İslam toplumuna liderlik ettiği 15 sene boyunca pek çok kurumun kuruluşunda büyük rol oynamıştır.Sancak'ta ilk İslami gazete İslam’ın Sesi (Glas Islama)'nın kurucularından olan Zukorlic, aynı zamanda derginin ilk baş editörüdür. Yine, Sancak’ın en önemli yayınevlerinden El-Kelimeh'in kuruluşunda rol oynamış, İslam toplumunun bölgede ağırlığını hissettirmesini sağlayan faaliyetlerden biri olan anaokullarının kurulması ile ilgili olarak önemli girişimlerde bulunmuştur. Uluslararası Novi Pazar Üniversitesi'nin kurucularındandır ve İslam Fakültesi'nin dekanlığı ve üniversite rektörlüğü görevlerinde bulunmuştur. Bosna-Hersek'teki İslam Toplumu RİYASET'in de üyesidir. Hâlen, 2008 Temmuz'unda tekrar seçildiği, Sırbistan İslam Toplumu Başmüftüğü görevini yürütmektedir. Evli ve altı çocuk babasıdır.


07.11.2008/Milli Gazete

Haham Müslüman oldu

04/11/2008
Türkiye Yahudilerinin tarihinde ilk defa bir din adamı ailesiyle birlikte müslüman oldu. Aaron Kohen, ekim ayı başında eşi Flori Kohen ve kızı Meira ile birlikte Beyoğlu Müftüsü Recai Albayrak'ın huzurunda kelime-i şahadet getirerek Müslümanlığı seçti. Aynı zamanda müzisyen olan ve "Maftirim"in ardından geçtiğimiz hafta "Allah'a Övgüler / İbrani Aryaları" adlı albümü de yayımlanan Kohen, dul bir kadınla evlendiği için Yahudi şeriatına göre cemaatten dışlanmıştı. TÜRK Yahudilerinin tarihinde ilk kez Yahudi bir din adamı, eşi ve çocuğuyla birlikte müslüman oldu. 36 yıl boyunca muhtelif sinagoglarda ve son olarak Neva Şalom'da hazanlık (müezzin) yapan Aaron Kohen, Ekim ayı başında Beyoğlu Müftülüğü'ne başvurdu. Kohen Ailesi, Beyoğlu Müftüsü Recai Albayrak'in huzurunda kelime-i şahadet getirerek İslam'a geçti. Çocukluğundan beri sinagoglardan sonra ailesiyle birlikte cami ve kiliseleri de gezip dua ettiğini söyleyen Aaron Kohen, "Benim üç dine de saygım var. İslam, üç dini de kapsayan mütekamil bir din. Kur'an-ı Kerim'de üç dinin de temel özellikleri mevcut. Ben Tanır'nın huzuruna dini bütün bir mümin olarak çıkmak istediğim için İslam'ı seçtim. Hz. Muhammed'e de çok büyük sevgim ve saygım var" dedi. Türkiye Yahudi cemaatinin müslüman olmasına çok şaşırdığını da ifade eden Aaron Kohen, "Müslüman olduğumu duyanların bir kısmı çok sert tepki gösterdi, bir kısmı kampanyalar başlattı. Öfkelenenler de hiç az değildi. Ama benim için önemli olan insanın iç huzuru. Artık insanların tepkilerine pek fazla aldırmıyorum" diye konuştu. Türkiye Yahudi cemaatinin kendisini çok yalnız bıraktığını da belirten Aaron Kohen, şunları söyledi: "Ben cemaatten çok zulüm gördüm. Aç kaldım, parklarda yattım. Sadece istemedikleri bir kadınla, eşim Flori ile evlendim diye yaptılar bunu. Ben parkta yatarken Hahambaşılık ve cemaat sadece seyretti. 36 yıllık hizmetimi bir köşeye atıp 'bardak kırıldı' dediler." Beyoğlu Müftüsü Recai Albayrak ise Aaron Kohen, Flori Kohen ve kızları Meira Kohen'in müslümanlığı seçmesinden son derece mutlu olduğunu belirterek, "Kendisine tepkilerden çekinip çekinmediğini sorduğumda, 'Hayır hiçbir şeyden çekinmiyorum' diye konuştu. Musiki ile ilgilendiği için mistik yönü çok güçlü bir insan" dedi. KOHEN SOYADININ GİZEMİ Aaron Kohen, bir Fransız lisesinde öğretmenlik yapan Flori ile tanışıp áşık olduğu zaman Yahudi şeriatının katı kuralları ile karşılaştı. Flori duldu ve öyle altı dil bilmesi, entelektüel donanımının sağlam olması hiç de önemli değildi. Yahudi şeriatına göre, soyadı Kohen olan bir din adamı, dul bir kadınla evlenemezdi. Ama onlar her şeyi göze alarak evlendiler ve cemaatin büyük bir bölümü tarafından dışlanmalarına, çok güç günler geçirmelerine rağmen mutlu bir yuva kurdular. Küçük yaşlardan itibaren sesinin güzelliğiyle herkesin ilgisini çeken, Yahudi din müziği kadar Türk müziğini de gayet iyi bilen Aaron Kohen, 2002'de kalan Müzik'ten çıkan "Maftirim" albümüyle adını duyurdu. Maftirim, Edirne'deki Yahudi sinagoglarında hahamlarla Mevlevi dervişlerinin ortaklaşa ürettikleri bir müzikti. Aaron Kohen'in ikinci albümü, "Allah'a Övgüler, İbrani Aryaları" da geçtiğimiz hafta yine Kalan Müzik tarafından yayımlandı.
HÜRRİYET