29 Eylül 2008 Pazartesi

Son yıllarda 300 bin Rus Müslüman oldu



Komünizmin yıkılmasından sonra, İslâma dönüşün hızla başladığı Rusya'da, İslâm son senelerde Rus basınının gündemini işgal etmiş bulunmakta.
İslamonline.org sitesinde yer alan habere göre, iki milyonu Moskova'da olmak üzere Rusya'da sayıları 25 milyona yükselen Müslüman nüfus, genel nüfusun yaklaşık yüzde 15'ini oluşturuyor. Rus asıllı vatandaşların da yaygın bir şekilde İslâma girmeleri ve İslâmın ikinci büyük din olması, Rusya'nın milliyetçi kimliğini tehdit eder gerekçesiyle bazı Rus milliyetçi çevreleri endişelendiriyor.
Bu konuda Moskova Doğu Araştırmaları Kurumunda Rus araştırmacı yazar Damir Hayrvitindov endişelerini şöyle dile getiriyor: “Problem, Rusya'ya yapılan göç ve Müslüman nüfustaki yüksek doğum oranının yanı sıra Rus asıllıların yaygın bir şekilde İslâm dinine girmeleridir. Müslümanlar sadece Moskova'da değil bütün Rusya'da ikinci büyük dini kütle oluşturdular. Son 500 yıldan bu yana Rusya'da İslâm dinine bu kadar ilgi duyulmamıştı.”
1993 senesine kadar başşehir Moskova'da bir cami, bütün Rusya'da ise 300 cami açık bulunurken, bugün bu sayı Moskova'da 20, bütün Rusya'da 6 binden fazla cami inşa edildi. (IINA: İslâm Haber Ajansı).
Yeni inşa edilen camilerden biri de Moskova Havaalanı dış hatlarla iç hatlar arasında yer alıyor. Caminin açılışı, bazı bakan, milletvekilleri, Moskova Belediye başkanı ve yabancı temsilcilerinin de katıldığı büyük bir törenle yapıldı.
Camiler bünyesinde din eğitimi veren İslâmî okullar da inşa edilerek Müslümanlara din eğitimi verilmekte.
Ayrıca Moskova'daki Din İşleri İdaresi, ülkede İslâm dinini anlatacak ve öğretecek din adamları yetiştirmek için İslâm ülkelerindeki üniversitelerde din bilimleriyle Arapça öğrenmek üzere öğrenci gönderiyor.
Öte taraftan Rusya İçişleri Bakanlığı Mısır Ezher Üniversitesine başvurarak, kültürel bir hizmet ve Müslüman Rusya vatandaşlarla iyi diyalog sağlamak amacıyla hadis istediği, Ezher Üniversitesinin de bu isteğe icabet ederek, Arapça ve Rusça olarak 70 bin adet hadis-i şerifi gönderdiği kaydedildi.
Asya ve Avrupa kıtalarına yayın yapan Rusya devlet televizyonunda, Kur’ân-ı Kerimin 114 suresini Rusça olarak geniş açıklamalarla tanıtıcı bir program yayınlandı. Al-Ahram gazetesinin haberine göre program, İslâm araştırmaları konusunda uzman ve Rus televizyonunda 'Bin bir gün' adlı İslâmî program sunucusu, Prof. Lionid Sukiyanin tarafından takdim edildi.
Prof. Sukiyan yaptığı açıklamada, Rusya'da az da olsa bazı kesimlerin İslâmiyeti yanlış tanıtarak, onun bir terör dini olduğu konusunda yayın yapmakta olduğunu belirterek Rus toplumuna İslâmiyetin hakikatlerini Kur'ân programlarıyla tanıtmak istediklerini söyledi.
Kur'ân dizisi programı yöneticisi Prof. Sukiyanı, açıklamasında, İslâm dininin Rusya, Kuzey Kafkasya ve Tataristan'a diğer dinlerden önce geldiğini ve İslâmiyetin Rusya ve dünya medeniyetinin temel dayanaklarından biri olduğunu, ancak geçmiş dönemde Rusya'da diğer dinler gibi baskılara ve şiddete maruz kaldığını belirterek bu gibi İslâmî programlarla İslâm dininin hakikatini tanıtmak suretiyle topluma hizmet verdiğini kaydetti.
Nisan 1994 yılında Moskova'da Kur'ân-ı Kerim sergisinin açılışına katılan Rusya kültür bakan yardımcısı Corkov, yaptığı konuşmada Rusya'nın, barışı emreden Kur'ân'a önem verdiğini ifade etmişti.
İMAN VALERİYA POROHOVA'NIN
İSLÂMA HİZMETİ
Ortodoks iken İslâmiyeti kabul eden ve Rus bilim çevrelerinde büyük prestij sahibi olan ve Rusya'nın önde gelen asil ailelerinden Porohova ailesine mensup İman Valeriya Porohova'nın, Kur'ân-ı Kerim'i Rusça'ya çevirmesinden sonra binlerce Rus aydının Müslüman olduğu bizzat Valeriya tarafından belirtildi.
“İslâmiyeti, bir Müslüman ile evlendiği için değil, evlendikten 10 yıl sonra Kur'ân-ı Kerim'i okuyunca kabul ettiğini ifade eden Valeriya, “İslâmiyet'e ulaşmak için Kur'ân'ı okumak yeterli. Kur'ân, öyle bir kitap ki beyniyle, mantığıyla okuyan her insan onu okuduğunda 'Elhamdülillah' der. Benim, bundan şüphem yok” diyor. Valeriya, Kazakistan'da katıldığı bir dizi konferansta şunları söyledi: “Rusya'da pek çok bilim adamı, İslâmiyeti kabul etti. Sokaktaki sade vatantaş ise ekmek derdinde. Onların din hakkında düşünmeye fırsatları yok. Fakat akıllı, analiz yapan insanlar arasında İslâmiyet hızla yayılıyor" dedi.
1975 yılında henüz öğrenci iken Suriyeli Muhammed Said El Rüşd ile evlenen Porohova Valeria 1985'te kocasıyla gittiği Şam'da Müslüman olmuş ve Kur'ân-ı Kerim'i Rusça'ya çevirmeye karar vermiş. Porohova'nın yaptığı Kur'ân-ı Kerim Rusça çevirisi 1997'de yayınlandı. Rus Sosyal Bilimler Akademisi üyesi Porohova, Almatı'daki önde gelen Kazak üniversitelerinde de konferanslar veriyor.
“Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hıristiyan da olamaz, olsa olsa mutlak küfrü kıran, hak ve hakikata dayanan, hüccet ve delile istinad eden, aklı ve kalbi ikna eden Kur'ân ile, müsalaha eder (barışır) veya ona tabi olabilir. O vakit 400 milyon (bugün 1.5 milyar) ehl-i Kur'ân'a kılıç çekemez' diyor Üstad Bediüzzaman, 1950'lerde yazdığı Emirdağ Lahikasında.
(Ahmet Altun, Su Dergisi, Nisan/Mayıs 2007)
03.05.2007


İBRAHİM MÜTEFERRİKA( 1674- 1745 )NIN MÜSLÜMAN OLUŞU

İbrahim Müteferrika Macar, yani Hun Türklerindendir. Avusturya savaşı sırasında Türklere tutsak olmuş, sonra Müslüman olarak İbrahim adını almıştır.1674'de Doğu Macaristan'ın Klojvar kasabasında doğdu. Ailesi fakirdi. Protestan papazı olmak istiyordu. Bu sebeple rahipler okuluna verildi. 18 yaşında iken, Türk akıncılarının eline geçti ve tutsak edilerek İstanbul'a getirildi (1695).Türkler arasında geçirdiği üç yıl zarfında İslâmiyeti inceledi ve Müslüman olmaya karar verdi. Çünkü İslâmiyeti kabul eden Hıristiyanlar, tutsaklıktan kurtuluyorlardı.İbrahim adını aldı. Osmanlı Devleti, geçimi zayıf veya korunacak kişilere, Müteferrika'dan aylık bağlardı. Yeni Müslüman olan İbrahim'e de Dergâh-i Ali müteferrikasından aylık bağlandı ve burada bir hizmet gördüğü için adı, İbrahim Müteferrika olarak tanınmıştır.
«RİSALE-İ İSLAMİYE» ADLI BİR ESER YAZDI Türkçeyi, kısa bir zamanda öğrendi.Türkleri, Müslümanları seviyor, onlarla iyi geçiniyor ve anlaşıyordu. İslâmiyeti o derece benimsemişti ki, 1711 yılında, "Risale-i İslâmiye" adlı bir eser yazdı. Yeni Müslüman olmuş bir kimsenin, İslâmiyeti, risale yazacak ölçüde öğrenmesi ve bilmesi, dikkatlerin üzerinde toplanmasına yol açtı. Nitekim bu risalesini takdim ettiği, o zamanki Sadaret Kaymakamı İbrahim Paşa, kendisini himayesine kabul etti.Şehit Ali Paşa'nın sadareti sırasında, kendisine önemli bir dış görev verilmiş ve Avusturya'ya bir mesajla gönderilerek, Venedik'le olan savaşta Avusturya'nın tarafsız kalması istenmiştir. Bu önemli görevi yerine getiren İbrahim Müteferrika, Sadrazamın mektubunu Prens Öjen'e vermiş ve aldığı cevabı da Sadrazam Ali Paşa'ya getirmiştir.Avusturya savaşı sırasında Macaristan'dan kaçan Macar soyluları ile beraberinde getirdikleri arkadaşlarına İbrahim Müteferrika tercümanlık yapmış ve Fransa'dan getirtilerek Macaristan kralı ilân edilen Rakoçi'ye de bu arada hizmet etmiştir.
İSTANBUL'DA KİTAP BASACAK MATBAANIN OLMAMASINA ÜZÜLÜYORDU İbrahim Müteferrika, devletin kendisine verdiği hizmetleri sadakatle ve ehliyetle yaparken, İstanbul'da kitap basacak bir Türk matbaasının bulunmamasından çok üzülüyordu. Azınlıklar kendileri için, kendi dillerinde baskı yapan matbaalar kurmuşlar ve harıl harıl kitap basıyorlardı. Fakat Türklerin matbaa kurmasına, bazı softalarla, el yazısı ile kitap üreten birtakım kimseler karşı çıkıyor, bu yüzden matbaa bir türlü kurulamıyordu.Yirmisekiz Çelebi, Fransa'ya büyükelçi olarak atandığı zaman, oğlu Sait Efendi'yi yanına kethüda olarak almıştı. Sonradan sadrazamlığa kadar yükselecek olan bu genç Sait Efendi, Paris'te zamanlarını çok faydalı bir şekilde geçirmiş ve bu arada matbaaları, buralarda basılan kitapları ve bu kitapların ucuzluğunu görüp hayran kalmıştı. İstanbul'a döndüğü zaman, İbrahim Müteferrika ile görüştü ve ayni şeyleri düşündüklerini gördüler. Böylece ikisi, Damat İbrahim Paşa'ya müracaat ederek bir matbaa kurulmasına izin verilmesini istemeye karar verdiler.Dilekçeyi, İbrahim Müteferrika hazırladı ve dilekçeye "Vesiletüt - tıbaa" adlı yine İbrahim Müteferrika tarafından kaleme alınmış bir gerekçe iliştirdiler. Sadrazam İbrahim Paşa, yeniliklere açıktı ve Türkiye'de matbaanın kurulmasını istiyordu. Sait Efendi ile, İbrahim Müteferrika'nın teklifini hoş karşılamakla kalmadı, kendilerine maddî yardımda da bulunacağını vaad etti.Damat İbrahim Paşa'nın yardımları ile, gerekli harfler ısmarlandı, gerekli makineler getirildi ve bütün bunlar, İbrahim Müteferrika'nın oturduğu eve taşındı. 1727 Temmuzunda her şey hazırdı, matbaa çalışmaya başlayabilirdi. Fakat, bu işten zarar görecek olan müstensihler (kopyacı) ve bazı softalar, Sadrazamın bu işe önayak olduğunu bildikleri için, aleyhinde atıp tutmaya başladılar. Özellikle, dini bütün bir devlet adamı olmadığını, olsa matbaa gibi bir gavur icadı ile kitap basmaya izin vermeyeceğini söyler-gezer oldular...
MATBAA 16ARALIK1727'DE ÇALIŞMAYA BAŞLADI İbrahim Paşa, olup bitenleri izliyordu. Şeyhülislâm'dan bu konuda bir fetva istedi. Şeyhülislâm, uyanık bir din adamı idi. Hem ulemayı tatmin etmek, hem Sadrazamı bu yenilik hareketinden alıkoymamak için, şartlı bir fetva verdi. Matbaa, dinî kitapları basamayacak, fakat lügat gibi, kimya, fizik, astronomi gibi ilimlere ait kitapları basabilecekti.Matbaa, 16 Aralık 1727'de çalışmaya başladı. İlk eser, büyük ve kıymetli bir lügat idi: "Van Kulu" 1000 sayı basılmıştır. 1729'da baskısı tamamlanmış ve satışa sunulmuştur.İbrahim Müteferrika bir yandan matbaa işlerini yürütüyor ve bir yandan da müteferrika görevine devam ediyordu. Bu arada Yalova'da bir kâğıt fabrikasının kurulmasına da ön ayak oldu. Fakat bu fabrikanın işler hale geldiğini göremeden 1745'de öldü. Mezarı, Okmeydanı’dadır.

Tutuklu Bulgar Müslüman oldu


ONUR ÖZKAN BURDUR (İHA) -

Burdur Cezaevi'nde tutuklu bulunan Bulgaristan vatandaşı Milen Emtimov Tudev, yaptığı araştırmalar sonunda İslam dinini tercih ederek Müslüman oldu. Üniversite mezunu olduğu öğrenilen Tudev, çocukluğundan beri Hıristiyanlık'ı benimseyemediğini ve sonunda doğru kararı verdiğini söyledi. 65 yaşındaki Milen Emtimov Tudev, Burdur Müftülüğü'ne iletilmek üzere yazdığı dilekçede Müslüman olmak istediğini bildirdi. Dilekçeye olumlu yanıt veren Müftü Halil Arık, ihtida işlemi için Burdur Cezaevi'ne gitti. Burada gerçekleştirilen ihtida töreninde konuşan Tudev, yaptığı araştırmalar neticesinde İslam dininin hak din olduğunu kabul ettiğini bildirdi. Komünist bir ülkede ve ateist bir anne-babadan doğduğunu açıklayan Tudev, "Komünist bir rejimin yönetiminde yaşadığım halde Allah'ın varlığına ve birliğine inanıyordum. Bir an evvel bu karanlık hayattan kurtulmanın yollarını arıyordum. Derken kaçmaya karar verdim ve 1970 yılında Bulgaristan'dan kaçmaya çalışırken sınır kapısında vuruldum. Bulgaristan'dan kaçtıktan sonra da Almanya'ya gittim. Din konusunda detaylı araştırmalar yaptım. Katolik Kilisesi'nin neler yaptığını bizzat gördüm ve kilise hakkında kritik yapan kitaplar okudum. Sonunda İslamiyet'in bana en uygun ve gerçek din olduğuna karar verdim" diye konuştu. Tufev, ismini de bundan sonra Mustafa Osmanoğlu olarak değiştirdiğini açıkladı. Tudev, "Mustafa'yı Peygamberimizin ismi olduğu; Osman'ı da Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusunun ismi olduğu için seçtim. Ramazan ayından önce hükümlülüğüm bitecek, yani cezaevinden tahliye olacağım. Uzun süre gurbette kalan bir insan olarak bundan sonraki yaşamımı Müslüman bir ülke sürdürmek istiyorum" ifadelerini kullandı. İhtida merasiminde tercümesi ile birlikte Bakara Suresi'nin 3. ayetinin okunmasından sonra konuşan İl Müftüsü Halil Arık ise, "Elhamdülillah, burada Allah'ın doğru yolu olan İslam'a girecek bir zatın şahadetine tanıklık yapmak üzere toplandık. Yüce dinimizi çok ciddi bir şekilde inceleyerek Müslüman olan zat, öyle sıradan bir kişi değil. Fabrikatör, üniversite eğitimi alan ve 2 çocuğu bulunan bir mühendistir. Bu tören bizi çok duygulandırdı ve mutlu etti" dedi. Bulgar Milen Emtimov Tudev, daha sonra şehadet getirerek Müslüman oldu

http://www.turkei.net

21 Haziran 2007

Son anında Müslüman oldu


KIZININ EVİNDE HAYATINI KAYBETTİ

Alınan bilgiye göre, yaklaşık bir aydır ağır grip tedavisi gören ve akciğer kanseri olduğu ifade edilen Pars, bu sabah saat 08.00’de kızının Beylikdüzü’ndeki evinde hayatını kaybetti. Kenan Pars'ın cenazesi, 12 Mart çarşamba günü düzenlenecek törenlerin ardından toprağa verilecek. Pars için ilk tören, saat 11.00'de Bakırköy Sanatçılar Derneği'nde gerçekleştirilecek. Kenan Pars'in cenazesi, daha sonra Bakırköy Ermeni Kilisesi'nde saat 14.00'de yapılacak törenin ardından Bakırköy Ermeni Mezarlığı'na defnedilecek. 'Babam gayri Müslim idi, ancak son 2 gün Kelime-i Şahadet getiriyordu' Kenan Pars'ın kızı Çiğdem Taşlıdan, babası Kenan Pars'ın Gayri Müslim olduğunu ancak bir Müslüman gibi yaşadığını söyledi. Taşlıdan, "Son 2 gününü Kelime-i Şehadet getirerek ve Besmele çekerek geçirdi. O yüzden onu Müslümanlar'ın cenaze aracıyla kiliseye getireceğiz." dedi.
KENAN PARS KİMDİR? Asıl adı Kirkor Cezveciyan olan Ermeni asıllı yönetmen, tiyatro, sinema ve dizi sanatçısı Kenan Pars, 10 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da doğdu. Siyah beyazlı yıllardan bugüne kadar "Öldüren Şehir", "Ecel Köprüsü", "Evlat Acısı", "Son Şarkı", "Vahşi Kız", "Ölüm Korkusu", "Büyük Sır", "Pusu", "Gurbet", "Samanyolu", "Vatan Uğruna", "İlk Aşk", "Ekmek Kavgası", "Namus Belası", "Sarışınım", "Hayat Bağları" ve "Acılar"ın da aralarında bulunduğu yüzlerce filmde oynayan Pars, bir dönem Yeşilçam filmlerinin sert mizaçlı karakterlerini canlandırdı. Oyunculuğunun yanı sıra "Oğlum", "Derdimden Anlayan Yok", "Cinayet Gecesi", "Ölüm Allah'ın Emri", "Aklın Durur" ve "Bir Ateşim Yanarım" adlı filmlerin yönetmenliğini üstlenen, ayrıca birkaç filmde yapımcılık ve senaryo yazarlığı da yapan sanatçı, Bakırköy'de kendi adını taşıyan bir milli piyango bayi işletiyordu.
AA
__________________

Fransız bir genç Müslüman oldu


- Bursa'da Fransız bir genç Müslüman oldu. 15 yıldır yaz aylarında Gemlik'e bağlı Küçük Kumla beldesine gelen 21 yaşındaki Fransız Emilie Sylvie Turc, Müslüman oldu. Gemlik Müftülüğü'nde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan Turc'a Müftü Yusuf Şahin Kur'an-ı Kerim ve ilmihal ile "Peygamberimi öğreniyorum" adlı kitaplardan hediye etti. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü öğrencisi olan Emilie Sylvie Turc'un Fransa'da da 2 yıllık yüksek okul bitirdiği öğrenildi. Önümüzdeki günlerde İstanbul'da havaalanında güvenlikçi olarak görev yapanbir Türk genciyle evlenmeyi düşünen Turc'un, Leyla ismini alarak Türk vatandaşlığına geçmeyi düşündüğü kaydedildi. Emilie Sylvie Turck'un annesi Nathalie Turc'un, kocasından boşandıktan sonra bir süre önce Küçük Kumla'da çiftçilik yapan Mehmet Tiryaki ile evlendiği ifade edildi.

http://www.turkmedya.com



Pazartesi, 29 Eylül 2008


Uzak Dogulu Kardeşimiz Müslüman Oldu.

İlçemizden Japonyaya giderek Türkçe dil kursu Öğretmenliği yapan Tuğba KAPTAN ın Öğrencilerinden olan Japon genci İlçemize gelerek Belediyemizi Ziyaret etti Belediye Başkanımızın Makam odasında İlçe Müftümüzün huzurunda Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu ve Yusuf adını aldı.Duygulu anların yaşandığı toplantıda İlçe Müftümüz yeni Müslüman olan Yusuf a Kuran-ı Kerim ve Beraat verdi.Sebep olanların hepsinden ALLAH Razı olsun.
22 June 2006

Ermeni kadın Müslüman oldu


Kütahya'nın Simav ilçesine bağlı Kuşu beldesinde yaşayan Ermenistan uyruklu Heriknaz Caharyan (46), Kütahya'da Müslüman oldu.Kütahya Müftülüğüne başvurarak Müslüman olmak istediğini bildiren Heriknaz Caharyan için İl Müftülüğünde tören düzenlendi. Törende, Avusturya'da din görevlisi olarak çalışan Ferruh Muştuer'in Kuran-ı Kerim okumasının ardından Müftü Vekili İsmail Kutlu tarafından Caharyan'a, İslam dinine ilişkin bilgi verildi. Caharyan da uzun yıllar İslamiyet'i araştırdığını, Müslüman olmaktan büyük mutluluk ve huzur duyduğunu söyledi. Daha sonra Caharyan, şahitler İl Müftü Vekili Kutlu, Kuran Kursları Müdürü Vehbi Akşit ile Din Hizmetleri ve Din Eğitimi Kısım Şefi Osman Uçar huzurunda Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Kutlu, Elif ismini alan Heriknaz Caharyan'a Kuran-ı Kerim ve ihtida belgesi verdi. Konya'dan Simav'a 1990 yılında gelerek, Kuşu beldesinde bir un fabrikasında çalışan Mevlüt Yıldız ile evlenen Caharyan'ın, 11 yaşındaki erkek kardeşini de sünnet ettirip Müslüman olmasını sağlamayı istediği bildirildi.
24 Temmuz 2008

Baş örtüsüne özenip,Müslüman oldu


- Moldovya'dan gezmek için Kocaeli'nin Gölcük ilçesine gelen Moldovalı genç kız, baş örtüsüne özenerek Müslüman oldu. Moldovya'dan gezmek için Gölcük'e gelen Olga Maslii (30), bir Türk gencine gönlünü kaptırdı. Adının açıklanmasını istemeyen gençle 5 yıldır arkadaşlık yapan Olga, Türk örf ve adetlerini yakından gördükten sonra Müslüman kızların baş örtüsüne özenerek İslam dinini seçmeye karar verdi. Evlenme kararı aldığı gençle birlikte Kocaeli Müftülüğü'ne gelen Olga Maslii, Müftü Hikmet Kutlu ile görüştü. Kelime-i şehadet getiren Maslii, Sema adını alarak Müslüman oldu. Daha evvel Hristiyan olan genç kızı İslam dininiseçtiği için tebrik eden Müftü Kutlu, genç kıza ihtida belgesi ile ilmihal hediye etti. Genç kızın, adının açıklanmasını istemeyen Kocaelili gençle evleneceği öğrenildi
29 Eylül 2008
http://www.medyatext.com

Amerikalı Green Müslüman oldu


ANSBACH- Alman bir bayanla tanışarak evlenmeye karar veren 24 yaşındaki Amerikalı Jeremy Green, 9 ay önce dünya evine girerek eşi ile birlikte Almanya`nın Ansbach kenti yakınlarında Heilsbronn kasabasına yerleşti. Bir at çiftliğinde seyis olarak çalıştığını söyleyen Green, Almanca dilini fazla bilmediği için Ansbach Akademisi Almanca dil kurslarına katılarak Almanca öğrenmeye başladı. Sınıfta, iki ay önce görevli olarak Ansbach`a gelen (İGMG) Ansbach, Ayasofya Camii Din Görevlisi Adem Armağan ile tanışarak Green, Armağan`ın verdiği İslamiyetle ilgili İngilizce kitapları okumaya başladı. Müslüman olmaya karar veren Green, Kimsenin tesiri altında kalmadım. İslam dini oldukça mantıklı geldi bana diyerek Müslümanlığı seçtiğini açıkladı. Ayrıca huzuru bulduğuna inandığını söyleyen Green, Çok mutluyum. İslamın şartlarını elimden geldiği kadar yerine getireceğim dedi.Muhammed ismini aldıAdem Armağan, Amerikalı Jeremy Green`in Müslüman oluş öyküsünü şöyle anlattı: Almanca dil kursunda tanıştık. Kendisi sevecen bir arkadaş. Kendisine `hangi dine mensupsunuz` diye sordum. `Hiçbir dine mensup değilim` dedi. Müslüman ve din dersi öğretmeni olduğumu ve İslami okullarda okuyarak buraya görevli geldiğini anlattım. İslamiyetle ilgili İngilizce kitap versem okurmusunuz dedim. Teşekkür ederek kitabı bir ayda okuduğunu çok etkilendiğini söyledi. Muhammed ikinci bir kitap istedi ve Peygamber Efendimizin hayatı ile ilgili hadisi şerif kitabını da okumaya başladı. Daha sonra Müslüman olmaya karar verdiğini söyleyerek. Kendi isteği üzerine Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Din görevlisi Adem Armağan ise Muhammed adını alan Amerikalı vatandaşa İngilizce mealli Kur-an`ı Kerim hediye etti.

http://www.haber5.com

12 Ağustos 2008

Alman mühendis, Müslüman oldu


Hukuk fakültesi mezunu aynı zamanda bilgisayar mühendisi olan Andrias Meyer (45), Kaş Müftülüğü`ne gelerek Müslüman olmak istediğini bildirdi. Mayer, müftülükte yapılan programla müftü Şükrü Şükür`ün huzurunda kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu. Mayer, Müslüman olduktan sonra Hüseyin ismini aldı. Mayer`e İslam hakkında bilgi veren Müftü Şükür, `Kur`an-ı Kerim bizlere Allah`ın emir ve yasaklarını anlatır. Kur`an ayet ve sure şeklinde inerek, 23 yılda tamamlanmıştır. 114 sureden ve 6 bin 666 ayetten oluşmaktadır. Her Peygamberin bir mucizesi vardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed`in en önemli mucizesi ezelden ebede kadar hiç değiştirilemeyecek ve değişmeyecek olan Kur`an-ı Kerim`dir.` dedi.
Müslüman olduktan sonra Hüseyin ismini alan Mayer ise verdiği karardan dolayı çok mutlu ve huzurlu olduğunu dile getirdi. Müslüman olduğu için kendisini çok şanslı olarak gören Mayer, `Almanya`da çok değerli Müslüman arkadaşlarla beraber oldum. Onlar sayesinde İslam dinini tanıdım ve araştırdım. Sonunda İslamiyet`i seçerek, Müslüman olmaya karar verdim. İslam dinini seçip Müslüman olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum ve çok mutluyum.` diye konuştu.
Program sonunda Müftü Şükrü Şükür tarafından Müslümanlığı seçen Alman Müslümana belge verildi ve Kur`an-ı Kerim hediye edildi.
Zaman
2006-10-21 Haber7

Onlar da İslam'ı seçti!

Mersin İl Müftülüğü'nde düzenlenen törende kelime-i şahadet getirerek Müslüman olduktan sonra İlayda ismini alan Olga PROKOPENKO, üniversite mezunu, öğretmen olduğunu İslam Kültüründen çok etkilendiğini Rus uyruklu birçok arkadaşlarının da İslam’ı seçtiğini, Mersin’e geldikleri günden beri çevrelerindeki Müslüman bayanların samimi yaşantıları bağlı oldukları İslam Kültürünün kendilerini etkilediğini söyledi.
Sibel ismini alan 1983 doğumlu Yuliana YURCHENKO ise; Üniversite Mezunu, ekonomist olduğunu arkadaşı gibi İslam’dan çok etkilendiğini Müslümanlığı seçtiği için mutlu olduğunu dinini değiştirmesi konusunda kendisine zorlama yapılmadığını kendi isteğiyle Müslümanlığı seçtiğini söyledi.
Bu arada İl Müftü Yardımcısı Bünyamin AKKOÇ, dünya çapında ciddi bir İslami inkişaf müşahede edildiği, İslam dinine olan bu teveccüh ve yönelişin özellikle ilim adamları çevresinde daha çok görüldüğünü söyledi.
AKKOÇ, genç bayanların Müslümanlığı seçmelerinden dolayı memnun olduklarını belirterek, "Umarım bundan sonra dinlerini daha yakından tanır öğrenirler. Bir kişi Müslüman olursa geçmişteki tüm günahları silinir. Bu merasimin müftülüğümüzde gerçekleştirilmesinden dolayı çok mutluyum" diye konuştu.
İhtida merasiminin sonrasından Müslüman olan Rus uyruklu bayanlara Kuran’ı Kerim ve İslam dinini anlatan çeşitli kitap ve Cd hediye edildi.
(Haber 7) 28 Haziran 2008

Ortodoks Maria müslüman oldu


Müslümanlığı tercih eden Romanya uyruklu Maria, Ayşe ismini aldı ve evleneceği Tokatlı gencimiz ile birlikte bugün İl Müftülüğü"nde İhtida Belgesi"ni teslim aldı.
Tokat ilimizde, Pazar ilçemiz Menteşe Köyü nüfusuna kayıtlı hemşehrimiz Hacı YILMAZ (34) meslek olarak ticari gemilerde Baş Makinist olarak görev yapıyordu ve memleketten uzakta diyar diyar, liman liman dolaşıyordu. Baş Makinist Hacı Yılmaz’ın yolu bundan 8 yıl önce de Romanya’nın Tuna Nehri kenarındaki liman şehri Galati’ye yolu düşmüştü. Galati şehrinde, Maria Florenta PALADE (27) isimli genç bir kız ile tanışan Hacı YILMAZ aşık olmuştu. Maria ile ilişkilerini o tarihten buyana devam ettiren Hacı YILMAZ’ın bir de kız çocuğu dünyaya gelmişti.
Dini inancında Ortodoks olan Maria ile Müslüman Hacı Yılmaz’ın beraberlikleri yıllar yılı devam etti, Bundan iki hafta önce, Hacı Yılmaz, Maria ve kızını Tokat’a, memleketine getirdi. Pazar ilçemiz Menteşe Köyü’ne gelen Hacı ve Maria çifti resmi nikah işlemlerini başlattılar.
MÜSLÜMANLIĞI SEÇTİ
MARİA İDİ AYŞE OLDU
Evlenme kararı veren Maria, Ortodoks inancını da terk ederek Müslümanlığı seçti. Müslümanlığa geçişini belgelemek için de dün Tokat İl Müftülüğü’ne gelindi. Basın mensuplarının ilgi göstermesi üzerine, konu hakkında Hacı YILMAZ tarafından açıklama yapıldı. Hacı Yılmaz eşinin Müslümanlığı tercih ettiğini söyledi ve isminin de bundan sonra Ayşe olacağını duyurdu.
Tokat Müftülüğü Din Hizmet ve Din Eğitim Kısım Şefliğinde İHTİDA Belgesi hazırlanan Romen uyruklu Ayşe (Maria) YILMAZ, daha sonra İl Müftüsü Mustafa KAYA’nın makamına geçtiler. Burada Müftü KAYA şahitlerin de imzasını aldıktan sonra İHTİDA Belgesini teslim etti. Ayrıca, mübarek kuftabımız Kuran-I Kerim ve İngilizce ilmihal kitapları hediye etti.
İl Müftüsü KAYA, İHTİDA Belgesi’ni teslim etme töreninde yaptığı açıklamada “Bugün bir gayri müslüm vatandaşımızın yüce İslam dinimizi seçme merasimini yapıyoruz. Bir mutluluğumuzu ifade etmek istiyorum. Şüphesiz insanın bir ömrü söz konusudur. Ömrünün ileri yaşlarında bile olsa bir insanın Müslümanlığı kabul etmesi, geçmiş bütün günahlarının silinmesine vesile oluyor, tertemiz oluyor. Bu kardeşimiz de İslamiyet’i seçmekle yeni bir hayata başlıyor. Günahları sıfırlanmış durumda, sadece dünya hayatı değil, ahiret hayatı de ebedi hayatı da kurtulmuş oluyor. Kendilerini İslam’ı seçtikleri için tebrik ediyorum. Eşi ile beraber mutlu bir ömür sürmelerini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum” dedi.
Açıklamanın ardından Basın mensupları İhtida Belgesi’nin teslim edilmesini görüntüledikten sonra dışarı çıkarıldı ve basına kapalı ortamda Müslümanlığı seçen Ayşe (Maria) Kelime-i Şehadeti getirdi.


11 Eylül 2007 17:13

İslam İnsanlığa Allahın hediyesi



Müslüman Hüseyin (Peter) Cunz, şimdi kendi vatandaşlarına İslâmiyeti anlatıyor. Cunz, “Biz orada insanları Müslüman yapmıyoruz. Çünkü İslâm, Allah’ın hediyesidir; istediğine verir. Biz sadece İslâm’a giden yolu hazırlıyoruz. İnsanlara örnek oluyoruz. Biz insanlara edep, adap, saygı ve sevgiyi öğretiyoruz. Merkezimize gelenlere İslâm’a dair bir şey söylenmiyor. İsteyen İslam’ı seçiyor; İslam’ı keşfeden Müslüman oluyor” diyor.
İsviçre Enerji Bakanlığında enerji verimliliği üzerine çalışmalar yapan birimin başkanlığını yürüten 59 yaşındaki Peter Hüseyin Cunz, Selçuk Üniversitesi ile Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘’Dünya’da Mevlânâ İzleri’’ konulu sempozyumda bir tebliğ sundu.
Cunz, sempozyum sırasında Hristiyan anne-babanın çocuğu olarak dünyaya geldiğini; yaşı ilerledikçe dini konularda derin düşüncelere daldığını; bir süre sonra da kiliseyi terk ederek arayış içine girdiğini söyledi. Peter Cunz, ‘’Kiliseyi terk ettiğim dönemlerde artık Allah’ı arıyordum. Budizm, Hindu dini bilimleri başta olmak üzere bu konularda araştırmalar yapmaya başladım. Bir boşluk içindeydim’’ dedi.
Daha sonra Hindistanlı bir imamın kızına aşık olduğunu, kısa süre sonra da onunla evlendiğini ifade eden Cunz, şöyle devam etti: ‘’Eşimle evlendikten sonra hayatım değişti. Kayınpederim beni Müslüman olmam için zorlamadı, ama ben ilgi duymaya başladım ve evlendiğim yıl Müslüman oldum. Eşimin Mevlânâ ve Mesnevilikle ilgili kitaplarını okuduktan sonra da Mevlânâ’ya ilgi duydum. İleri derecede Mevlânâ hayranıyım. Mevlânâ ile ilgili kitaplar okuyup, dersler alarak Mevlevi oldum. Mevlânâ ve sema hakkında geniş bilgilere ulaştım. Kendimi bu yola verdim. Mevlânâ’nın öğrendiğim barış ve kardeşlik öğretilerini çevremdeki insanlara aktarmaya karar vererek bir merkez açtık.’’
İsviçre’deki merkeze gelen çok sayıda ‘’Mevlânâ aşığı’’ olduğunu söyleyen Cunz, ‘’İsviçre’deki merkezimizde her gün duâlar okuyup, ibadet ediyoruz. Hiç kimseyi zorlamıyoruz, ama zaman içinde güzel duygular hisseden birçok kişi, Müslümanlığı seçip bize katılıyor. Bu, bize büyük mutluluk veriyor’’ dedi.
Merkezin kapılarının, Mevlânâ’nın ‘’Gel; ne olursan ol gel’’ sözüne uygun olarak herkese açık olduğunu belirten Cunz, şöyle dedi: ‘’Biz orada insanları Müslüman yapmıyoruz. Çünkü İslâm, Allah’ın hediyesidir; istediğine verir. Biz sadece İslâm’a giden yolu hazırlıyoruz. İnsanlara örnek oluyoruz. Biz orada insanlara edep, adap, saygı ve sevgiyi öğretiyoruz. Merkeze gelenlere İslâm’a dair bir şey söylenmiyor. İsteyen İslâm’ı seçiyor; İslâm’ı keşfeden Müslüman oluyor.’’
Yeni Asya
16.12.2007

KUR’AN, KULAKLARIMDAKİ FİLTREYİ KALDIRDI/Black Metal'in Efsanesi Deadly Kristin Müslüman Oldu!..


Zeren Çelebi
1990’lı yılların başlarında İtalyan ve İsviçreli metal ve gotik gruplarda solistlik yapmaya başlayan, kısa sürede yıldızı parlayıp 1997-2004 yılları arası black metalin efsanevi grubu Ancient’in bayan solisti olarak ün salan Deadly Kristin yakın zaman önce müslüman olduğunu açıkladı.
Dünya, kâinat’ın esrarları, ölümden sonra hayat, insan etkileşimleri, vb. Hakkında bir kitap hazırlığı içindeyken Kur’anı Kerim’le tanıştı ve hayatının dönüm noktasını oluşturan bir karar aldı. Hayatının geri kalan kısmını yaratanına isyanlarla değil onunla dost olarak geçirecekti; belki bir Mevlana belki bir Yunus olacaktı. Yüz seksen derecelik bu dönüş basının ilgisini çekerken başta ailesi olmak üzere bir çok hayranının tepkisine yol açtı. Deadly’nin aldığı bu karar herkesi sarsmıştı. Adeta mateme bürünen babasına ‘atesit olmanı tercih ederim.’ dedirtmiş, yıllarca aynı sahneyi ve emeli paylaştığı Aphazel’in yüzünde alaylı bir gülümsemeye dönüşmüştü. Öyle ya da böyle o seçimini yapmış, kendisiyle buluşmuştu, müslüman olmuştu. Daha ne olsundu?! Her gün Myspace.com’dan binlerce kişi tarafından ziyaret web sitesinde İslam’a atılan iftiralara cevaplar veriyor ve insanların gerçek İslam hakkında bilgi edinmelerini sağlıyor. Şu sıralar Avusturya’da yaşamasına rağmen herkese bir web sitesi yakınlığında duran sanatçı müslüman bir müziyenle evli ve ‘Sufi Rock’ adını verdiği bir tarz üzerinde çalışıyor.
ARTIK MÜSLÜMAN’IM, BLACK METAL YAPMAM
Blak metal rock’ın efsanevi grubu Ancitent’in kadın solisti Deadly Kristin’e bir şeyler oldu. Kristin’in yakın zaman önce Müslümanlığını açıklamasıyla birlikte yer yerinden oynadı. Bu değişim, aldığı tepkiler onu münzevi bir yaşam şekline itmediği gibi sanılanın aksine yaklaşık 18 yıllık rock geçmişinin üzerine bir çizik de atmadı. O hâlâ İtalyan rockının en sevilen şarkıcılarından biri. Kendi deyimiyle belki birkaç arkadaş ve birkaç hayran kaybetti ama yeni arkadaşlar ve yeni hayranlar kazandı. Benimsediği yeni dünya görüşünü müziğine de yansıtan Kristin Müslüman olduktan sonra Hayam Nur ismini kullanmaya başladı. 1997’de dahil olduğu Ancitent’le 2003’te yolları ayrılan Kristin bu ayrılığa rağmen 2005’te Dreamlike Horror’un başlangıç albümünde grupla birlikte çalıştı. “Delightful Suicides-Zevkli İntiharlar” isimli bu albüm rock müzik sahasında Yunanistan’ın en iyi bağımsız plak şirketi olan Sleaszy Müzik tarafından piyasaya sürüldü. Halen İsveç’te yaşayan sanatçı 2006’dan beri İsveç Radyosu P4’te her perşembe sabahı 08.15-09.00 arası canlı tartışmaların yapıldığı, uluslararası müzik sahnesinden yeni single’ların tanıtıldığı bir talk show programı yapıyor. İslam dendiğinde intihar bombalamaları ve kumda koşan silahlı çocukların akla geldiği bir ülkede İslam’ı seçen Deadly Kristin’le 2005 yılında başlayan bu ilginç değişim öyküsünü konuştuk.
Allah’a yönelişiniz sanatsal arayışlarınızın bir parçası olarak mı gelişti, nasıl oldu?
Öyle de diyebiliriz. Dünya, kâinatın esrarları, ölümden sonra hayat, insan etkileşimleri, vb. hakkındaki teorilerimi bir araya toplayan, varoluşçu bir kitap yazıyordum. Teorilerime somut ve bilimsel bir temel verebilmek için daha fazla bilim, kimya, fizik, biyoloji ve astronomi çalışmaya başladım. Kitapla ilgili çalışmalarımı yarı yarıya tamamladığım bir noktada iki Müslüman entelektüelle tanıştım ve fikir alışverişinde bulunmaya başladık. Bu arkadaşlar benim teorilerimi anlamakla kalmayıp, Kur’an’ın benzer şeyleri daha büyük bir detayla açıkladığını bana gösterdiklerinde şok yaşadım ve aniden bakışım değişti ve İslam’a karşı giderek büyüyen bir ilgi beslemeye başladım. Daha yakından tanımak istedim, daha fazla öğrenme ihtiyacı duydum. Arkadaşım Davud, bana İtalyanca bir Kur’an verdi. Okumaya başladım. Her gece en az bir saat yatağımda oturup bir sûre, ardından diğer bir sûreyi okuyor ve ertesi gün okuduklarımı onunla konuşuyordum.
Peki, bu köklü değişim ne zaman gerçekleşti?
Tanıkların önünde resmi olarak şehadet getirdiğimde Mart 2006 idi. Ama bundan aylar önce (2005 yılında) kendi kalbimde Müslüman olmuştum. Aslında ilk şehadetimi dediğim gibi kendi dairemde tek başınayken getirdiğimi hatırlıyorum. O yaz Kur’an okumaya başladım. 2005 Ramazan’ı benim ilk Ramazan’ımdı, oruç tutmaya başladım. Bütün ay boyunca oruç tuttum.
Hiç tereddütleriniz olmadı mı? (Caydırıcı faktörler yok muydu? Aile, arkadaşlar, şöhret, vs...)
Olmadı Elhamdülillah! Kur’an’ı okumak, gerçeği aynı ilk kez görmek gibi. Sanki biri dünyayı görmek üzere kullandığım filtreyi gözlerimden kaldırmış gibi. İslâm’ı bulmuş olduğum için kendimi çok kutsanmış hissediyorum! Aileme Müslüman olacağımı söylediğimde çok şiddetli tepki verdiler. Babam, ateist olmamı tercih edeceğini söyledi! Annem dışında herkes benimle arasına görünmez bir duvar koymuştu. Ama zamanla kabul ettiler. Şu an İslâm’ın benim içimdeki güzel şeyleri açığa çıkardığını, şimdiye kadarkinden çok daha iyi biri olduğumu görebiliyorlar. Hayranlarım da da çok şaşırdı. Metal dünyasında konuşulacak çok şey vardı ve sayısız röportaj yaptım. Eski takipçilerimden bazılarını kaybetmiş olabilirim; fakat kesinlikle yeni hayranlar kazandım. Hayranlarımdan bir kısmı benim gibi Müslüman oldu. Elhamdülillah!
Ancitent gibi metalin en koyu tınılarıyla demlenen bir grup için böyle bir değişiklik kabullenilebilir miydi?
Gruptan İsveç’e taşındıktan sonra, 2003’ün sonlarına doğru ayrılmıştım zaten. Ancitent’te bu konu hakkında konuştuğum tek kişi Aphazel’di. Ona bunu anlattığımda hiçbir şey söylemeyip gülümsemişti. Gülümsemesini durduramamıştı. Bununla eğleniyor gibiydi. Bana hiçbir zaman neden Müslüman olduğumu sormadı. Sadece kabul etti ve büyük bir ihtimalle bunu beklenmedik ve gülünç buldu. Çünkü artık onun tanıdığı Deadly değildim. Grubun geri kalan üyeleri bunu internetten, yaptığım röportajlardan ve web sitemden öğrendiler. Aklımı kaçırdığımı düşünenler oldu.
Basın için sansasyonel tatlar içeren bir konu başlığı olmuşsunuzdur herhalde.
Oh evet, internette ve birçok müzik dergisinde bu konu hakkında çok söylemler oldu. Ama olabildiğince seviyeli söylemlerdi bunlar. Hepsi neden dinî bir yaşam tarzı benimsediğim ve neden dinler arasından İslâm’ı kucakladığım yönünde, beni anlama yönünde yoğun bir gayret içindeydi. Basının bu ilgisi Allah’ın bir lütfuydu benim için. Böylelikle İslâm’a ve Müslümanlara duyulan öfke ve önyargıları belki bir nebze kırmaya ve İslâm ve Kur’an hakkında doğru mesajlar vermeye çalıştım.
Gözlerinizdeki filtre kalktı ve her şeyi farklı görmeye başladınız. Peki bu filtre kulaklarınızda da var mıydı? Sesleri algılayışınızda bir farklılık oldu mu? Şimdi müzik, hayatınızın neresinde duruyor?
Şu an Müslüman olduğum için doğal olarak bir black metal grubunda çalamam. Hâlâ rock ve metal müziği seviyorum. Fakat bunun pozitif bir his vermesi ve mutlu bir mesaj içermesi gerekiyor. Black metal, negatif bir müzik. Hayatın en karanlık yanlarını, korkuları, düş kırıklığını ve öfkeyi ifade ediyor. Allah’a şükürler olsun ki bunlar geçmişte kaldı.
Geriye baktığınızda nelerden pişmanlık duydunuz?
Müzikal anlamda hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. Ama hayatım boyunca gerçek ahlâki bir rehberden tamamen yoksun yaşadığımın farkına varmak kalbime çok ağır gelmişti. Geçmişimden sahneler aniden aklımda beliriyordu, içine girdiğim durumlar, kötü bir şekilde incittiğim insanlar, bütün bencilliğim kafamın arkasındayken şimdi yüzeye çıkıyorlardı. Bütün hatalarım ve yanlışlarım için Allah beni affetsin inşallah!
SIĞ ÜNLÜLERİ ÖNÜMÜZE İTİYORLAR
İsveç radyosu P4’te dünya müzik meselelerinin de konuşulduğu bir program yapıyorsunuz. Dünyayı yöneten müzik ve insanların bu müzik karşısındaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müzik insanların zihin ve düşünceleri üzerinde büyük bir güce ve etkiye sahip. Sadece zihin üzerinde değil hatta vücut üzerinde bile etkisi var. Biliyoruz ki; var olan her şey titreşir. Müzik de fiziksel olarak fizik vücudumuzun titreşimlerini etkileyebilecek bir titreşimdir. Çok güçlü bir araç. Doğru ve pozitif bir şekilde kullanırsanız kesinlikle bireyler ve birey toplulukları için büyük bir etkisi olur. Günümüzde müzik endüstrisini kontrol edenler ve nasıl bir dünyanın olması gerektiğine karar verenler medya patronları. İnsanlar koyun gibiler. Televizyonda bir şey görüyorlar ve aynı onun gibi davranmaya başlıyorlar. Sanki TV, onların tanrısı gibi orada gördükleri her şeye uymak zorundalar.
Şu an TV ve radyolar en anlamsız ve sığ artist ve ünlüleri önümüze itiyorlar. MTV’nin ne hale geldiğine bakın! Jackass gibi programlar idiotları meşhur yaptı. Onun harika olduğuna inandırmak için size baskı yapıyorlar.
MEDYA İSLAM’LA SAVAŞ HALİNDE
Avrupa’da müzik kanallarında Müslüman müzisyenlerin kliplerinin yayınlanmayışı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Müslüman sanatçıların klipleri yayınlanmıyor. Çünkü bütün medya, İslâm’la savaş halinde. Bu bütün dünyaya yayılmış olan anti İslâm propagandasının bir sonucu. Dünyanın bütün büyük TV istasyonları ve gazeteleri İslâm’ın bir düşman olarak portresinin çizilmesi uğruna çok katı politikalar uyguluyorlar. İslâm’ın içindeki bütün iyilikleri baskı altında tutabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama umudum o ki; bu ileride geri tepecek ve gelecekte gerçekten bunun tam tersi şeyler olacak. Sonunda insanlar bütün bu sığlıklardan yorulup daha derin ve anlamlı şeyleri arayacaklar. Buna karşılık bir ‘(Müslüman) müzisyenler birliği’ fikri bile gündeme gelmedi.
Sizce böyle bir beraberliğe ihtiyaç yok mu?
Kesinlikle. Sesimizin duyulmasını sağlamak bizim elimizde ve internet bunun için büyük imkânlar sunuyor. İslâm ve sanatımız hakkında insanların doğru bilgi sahibi olabilmeleri için birbirimize kenetlenip elimizden geleni yapmamız gerektiğine inanıyorum.

Zaman Gençlik
Sayı: 81

Saliha Talaban'ın müslüman oluşu


Saliha Talaban Filipinler'de doğup büyüyen ve İngilizce öğretmeni olarak görev yapan bir Müslüman. Daha önceden koyu Katolik bir Hıristiyandı ve Risale-i Nur vasıtasıyla Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra Sally olan ismini Saliha olarak değiştirdi. Hayatında bu kadar büyük değişikliğe vesile olan Risale-i Nur'u daha iyi öğrenebilmek ve anlayabilmek; Nur hizmetlerini yakından gözlemleyebilmek için Türkiye'ye geldi.Bir senedir Türkiye'de bulunan ve bu esnada hem Türkçe öğrenip Risale-i Nur üzerinde incelemeler yapan Saliha Talaban, aynı hizmeti kendi ülkesinde de hayata geçirebilmeyi hedefliyor.Kendisiyle yaptığımız görüşmede, Risale-i Nur'la tanışması ve ardından yaşadığı gelişmeleri bütün yönleriyle aktardı. İlk okuduğu eserin Yirminci Mektup olduğunu söyleyen Saliha Talaban, bu Risaleyi okuduğu sırada hissettiklerini şöyle açıkladı:İlk okuduğum kitap, tevhid akidesinden bahseden Yirminci Mektup oldu. Okumaya başlar başlamaz adetâ şok olmuştum. Çünkü Allah'ın varlığı hakkındaydı ve ruhum okuduğum her mânâyı tamamıyla hazmediyordu. Allah'ı bu kadar güzel tanımlayan bu Risale beni çok şaşırtmıştı. Ben Katolik olarak yetiştim. Hakikat nedir diye çok araştırdım. Nereden geldim? Ben kimim? Allah gerçekten var mı? Allah varsa nerede? Bütün bu soruları diğer dinlerde ve diğer kitaplardan da araştırdım. Felsefe ve sosyal kitapları da çok okudum. Ama aradığım gerçek cevapları bulamadım. Sadece Risale-i Nur'da bunların cevaplarını buldum. Bu cevapları vicdanım, ruhum ve kalbim tamamen kabul etti ve çok rahatladığımı hissettim.Saliha Talaban, Risalelerin temel özelliklerinden birisi hakkında şunları söyledi:Risale-i Nur bu asrın bütün ihtiyaçlarına cevap veriyor. Bu eserlerde her soruya cevap var. Dünya sosyal, ahlâkî, manevî ve ekonomik krizler içersinde. Risale-i Nur bunlara karşı bir mutluluk, saadet ve çözüm sunuyor.Risale-i Nur'la ilgili bir senedir çalışmalarda bulunan Saliha Talaban, çalışmaları ve geldiği nokta hakkında da şöyle konuştu:Buraya Risale-i Nur'u öğrenmek için geldim. Gaziantep'te 8 ay kaldım. Kişisel okumalarıma ve araştırmalarıma devam ediyorum. Filipinler'deki Üniversite öğrencilerinin okuyabileceği kitaplara ihtiyaç var. Şimdi onu hazırlıyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan İslamî Üniversiteler Risale-i Nur'la ilgili çalışmalar istiyor. Gelen talepler ve ihtiyaçlar çerçevesinde, kainat kitabı, ibadet, namaz ve dualar hakkında hazırlıklar yaptık, aktiviteler plânladık.Saliha Talaban, İslâma girişinde Risale-i Nur'un rolüyle ilgili şunları söyledi:Risale-i Nur'u tanımadan önce İslâmiyet hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Hıristiyandım ve Katolik bir çocuk olarak yetiştim. Risale-i Nur bana İslâmı, Allah'ı tanıttı. Şimdi Müslümanım, Allah gibi yüce bir dost buldum. Saadet buldum, huzur, barış... hepsini buldum. Risale-i Nur ile her şeyi buldum. Elhamdülillah.Müslüman olmakla hayatında gerçekleşen değişimeleri, Müslüman olmadan önceki dönemle bazı mukayeseler yaparak anlatan Saliha Talaban, şu bilgileri verdi:Herşey değişti. Eski hayatım çok karışıktı. Çok sorularım vardı ama cevaplarım yoktu. Hem de nereye gittiğimi bilmiyordum. Ama Elhamdülillah şimdi her şey mükemmel. Çok mutluk hissediyorum şimdi. Hem saadet, hem kanaat var.Saliha Talaban, Üstad Said Nursî'nin görüşleri ve eserlerinin, içinde bulunduğu topluma hitap edip edemeyeceği hakkında şu açıklamaları yaptı:Risale-i Nur sadece bizim toplumumuza değil, bütün insanlığa ve insanlara hitap ediyor. Özellikle Filipinlerin yüzde 90'ı Hıristiyan'dır. Hepsi kiliseye gider, ama kilise ve dinleri hakkında yetersiz olduklarını hissetmektedirler. Bu yüzden gerçeklerin arayışı içinde olan çok sayıda insan vardır. Bu eserler aracılığıyla hakikatleri çok kolay bulabilirler. Çok şükür Risale-i Nur gerçekleri gösteriyor. Çünkü Risale-i Nur, gerçekleri arayan herkese rehber olacak özelliklere sahiptir. Aynı zamanda Hıristiyanlarla Müslümanların diyaloguna büyük katkı sağlayacaktır. Bu bizim ortak dilimiz olabilir, bir köprü olabilir. Karşılıklı anlayış ve uzlaşmaya vesile olabilir. Öz bir ifadeyle Risale-i Nur, doğruyu arayan herkesin ihtiyacını karşılayacaktır.Müslüman olduktan sonra ailesiyle arasında herhangi bir anlaşmazlığın olmadığını; onların Katolik olmasına rağmen Müslüman oluşundan rahatsızlık duymadıklarını; hattâ Kur'ân okumaya başladıklarını belirten Saliha Talaban, Risale-i Nur'un çıkış yeri olan Türkiye'deki tüm Müslüman halka hitaben şunları söyledi:Türkler çok şanslılar. Çünkü Risaleler burada çıkmış. Bu eserleri okumazsanız derin ve zengin hazineyi kaybetmiş olursunuz. Her yönüyle harika bir hazineyi kaybedersiniz. Elhamdülillah, Cenâb-ı Allah Risale-i Nur için Türkiye'yi seçmiş. Eğer insanlar okumazsa, hayatlarının bir anlamı olmaz. Hayatın onsuz bir anlamı olmaz. Filipinlerdeki Müslümanlar olarak biz Risale-i Nur nüshalarını bulmakta zorlanıyoruz. Maddî manevî imkânsızlıklarla karşı karşıyayız. Birçoğumuz, bir eseri elde edince onu ortak kullanıyoruz, paylaşıyoruz. Ama buna rağmen daha fazla okumaya gayret ediyoruz. Türkiye'deki erkek olsun, kadın olsun tüm Müslüman kardeşlerimize sesleniyorum: Risaleleri okuyun ve yaşayın. Onun neşri için hizmette bulunun. Yapanlara destek olun. Lütfen hizmete dâhil olun, onun hakikatini paylaşın. Çünkü Müslüman olarak bunlar bizim görevlerimizdir. Sorumluluklarımızın farkında olalım. Eğer biz, özellikle Türk halkı sorumlulukları yerine getirmezse, kim getirecek? Allah'a nasıl hesap vereceğimizi düşünelim. Allah bize, "Size Kur'ân'ı indirdim, peygamber gönderdim, sünneti bildirdim. Hesap verin" diye soracak. Lütfen okuyun ve okuduğunuzu yaşayın. Görevimiz, yaymak ve paylaşmaktır.Saliha Talaban'a, Türkiye'de bulunduğu süre boyunca, edindiği izlenimlerinden hareketle geleceğe yönelik ne gibi hedefler belirlediğini sorduk. Şu cevabı verdi:Türkiye'ye İslâmî hayat tarzını öğrenmek ve yaşamak için geldim. 8-9 ay Nur Risalelerinin okunduğu mekânlarda kaldım. Bu süre içinde, Risaleleri okuyan ve bu eserlerdeki hakikatleri ihlâsla yaşayanları gördüm. Bunları sadece Allah rızası için yapan talebelerle tanıştım. Herşey Allah rızası için yapılıyordu. Bu tablo beni çok etkiledi. Bunu kendi ülkemde de yaşamak istiyorum. Oraya taşımak istiyorum.Bütün dünyada hizmeti yayabilmemiz, Risaleleri tanıtabilmemiz için büyük bir istek ve iştiyakla çalışmamız; bunun için de plânlı programlı organizasyonlar gerçekleştirmemiz gerekiyor. Birbirimizi görüp tanımamız; birlikte hizmet etmemiz lâzım. Tâ ki tüm dünya Risale-i Nur'u tanısın ve ondan en azami seviyede faydalanabilsin.SALLY TALABAN'LA YAPILAN BİR RÖPORTAJAzime DoğanFilipinler’den, Endonezya’dan, İstanbul’dan bir vesileyle Mustafa Sungur Ağabeyin misafirleri gelmişti. Böylece Filipinler’den Saliha (Sally), Tayyiba ve Endonezya’dan Erika, İstanbul’dan Hatice abla ve Havva kardeşle de tanışmış olduk. Cihannur Sungur; Saliha ve Tayyiba kardeşi bizlerle tanıştırdı. Saliha’nın nasıl Müslüman olduğunu kendisinden dinlettirdi. Kalabalık bir cemaat... Herkes pür dikkat ve merakla dinliyor. Sorular soruluyor. Salonu müthiş bir heyecan, uhuvvet, muhabbet, samimiyet ve ihlâs kaplamıştı. Cihannur Sungur, 20. Mektub’dan (Saliha’nın ilk okuduğu Risâle-i Nur) ders yaptı. Saliha da okudu. Ders, yatsı namazı, tesbihat, mektup dersi ve çay faslı vs. derken istemeyerek de olsa ayrıldık. Biz “Duâlarımız seninle Saliha kardeş, Türkiye’ye ve Eflani’ye yeniden bekleriz” derken, “Biz de Filipinler’e bekleriz” diyor Saliha ve Tayyiba. Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe’yi öğrenmek için Gaziantep’te kalıyorlardı. Filipinler’e gidince bana “Türkiye’de 9 ay” yazı dizisini göndereceğine söz verdi Saliha. İnşallah nice mutlu haberlere...Saliha (Sally) 32 yaşında Filipinler’de bir üniversitede İngilizce öğretmeni. Okula çeşitli ülkelerden öğrenciler geliyor. Bunların ikisi Türkiye’den. Bu iki Türk öğrenci çok kibarlar ve çok iyiler. Onların bu halleri Saliha’nın dikkatini çekiyor. Hatta bu durumu arkadaşlarına da söylüyor. Arkadaşı da “Müslümanlar teröristtir, dikkat et, sakın onlara ders verme” diyor. O da önce Türklerin yaşadığı yeri görmek istiyor, evlerine gitmek istiyor, isteği kabul görüyor. Giderken silâhlarla falan karşılaşacağını sanıyor, çünkü daha önce İslâm dinini hiç duymamış, Müslüman bir kişiyle tanışmamış. Lise yıllarında kiliseye gidiyor fakat bu yolun hakikat olmadığını anlıyor; kalben, ruhen tatminlik vermediği için dinsiz olmuş, sadece Allah’a inanıyor. Bu dönemden sonra yıllarca din arıyor ve araştırıyor. Hıristiyan dininin bölümlerinden Protestanlık ve Katolikliğin başka bölümlerini vs. araştırıyor. Fakat “din yok” kanaatine varmış. Tâ ki iki Türkle tanışana kadar.İşte böyle değişik bir hâlet-i ruhiyede Türklerin kaldığı eve giriyor. Girmesiyle hayreti daha da artıyor; ne silâh var, ne muzır bir şey. Sadece bol bol kırmızı kitaplar var, temiz ve huzur dolu bir ortam. Kitapları çok sevdiği için o kırmızı kitapları merak ediyor, “Bakabilir miyim, bunlar nedir, neler yazıyor, anlatıyor ve soruyor; ben de okuyabilir miyim?” diyor. Bize de, onlar hakkında “Asıl gayeleri, hakikatleri dünyanın her tarafında ihtiyacı olanlara duyurmak. Asrımızın tefsiri olan, şu zamanın insanlarına en etkili tiryak ve imânlarının kurtulmasına vesile olan Risâle-i Nur hizmeti için oralara gelmişler ve ilk adımı atmışlardı. İngilizce öğrenmek üzere çocuklar için hazırlanmış Peygamber Efendimizin (asm) hayatını seçmişler, böylece ders alırken bir yandan da ders veriyorlardı” diyor.O günden sonra Saliha, Risâle-i Nur’ları okumaya başladı. İlk okuduğu Risâle 20. Mektub olmuş. Tam olarak aklı anlamıyor. Fakat ruhu ve hisleri tatmin oluyor. Okuyor, okuyor, okuyor... Okudukça aradığı, yıllardan beri hasretini çektiği hakikatler olduğunu anlıyor; aklı almıyor ama vicdanı tasdik ediyor.Bir gün bir derste 10 dakika ders yaptıktan sonra “Dersi kesebilir miyim, çünkü kafamda çok sorular var, önce onlara cevap bulmam lâzım” diye başladığı soruların cevaplarını bir bir çözüyor, aydınlanıyor. Yıllardan beri kendi kendine sorduğu “Allah’ım bana kendini tanıt. Ben bu dünyaya niye geldim? Vazifem ne? Sonum ne olacak? (Necisin, nereden geldin ve nereye sevk olunuyorsun?)” müşkül suallerine cevap buldukça içinde iman çerağı da alevlenmeye başlıyor.Kader ve Haşir meselelerinde de çok araştırmalar yapmış, çok felsefî kitaplar okumuş, fakat aldığı cevaplar kendisini çok kısa bir zaman için tatmin ediyor lâkin gerçek çare olmuyor. Risâle-i Nurdan 26. Söz olan Kader Risâlesi onu tam tatmin ediyor. Haşir Risâlesini okuduğu zaman ise hayretler içinde kalıyor. Cennet ve Cehennem olduğunu biliyor; fakat Haşir Risâlesini okuduğu zaman her ânının ve her hareketinin yazıldığını ve görüldüğünü anlamış, kontrol edildiğini fark etmiş. Haşir gerçeğinin bu kadar, akla delillerle ispatına hayran kalmış.Tesettür Risâlesini (24. Lem’a) okuyunca da kapanmış, (tesettüre girmiş). 1’den 8’e kadar olan sözleri de okuyor. Ve Saliha artık iman etme kıvamına geliyor. Kalbi, ruhu, hissiyâtı iman etmesini çok istiyor. İnanç yetmiyor, fıtrat ibadet de istiyor. Ama nasıl yapılacak bilmiyor. Okudukça Risâle-i Nur’ları “İşte aradığım hak din bu. Hakikatler bunlardır” diye kanaat getiriyor ve huzur buluyor, heyecan duyuyor. Lâkin nefsi burada devreye giriyor; “Daha çok gençsin, imân edersin, acele etme, önünde uzun yıllar var” gibi telkinlerde bulunuyor.Bu hâlet-i ruhiyede, birgün otobüste giderken hayalen otobüsün alt üst olduğunu ve kendisinin yok olduğunu düşünüyor. O duygularla o anda nasıl olduysa Müslüman oluyor. Ve nefsini yeniyor. Onun bu yolculuğu bir an evvel iman etmesi gerektiğini ve ertelememesi gerektiğini aynelyakîn telkin ediyor. Ve dininin gerektirdiği şeyleri bir bir öğreniyor.“Aileniz bu durumu nasıl karşıladı?” diye soruyorum.“Ailem tam bir Katolik, fakat ben İslâma girmekle çok mutluyum ve benim mutlu olmamdan onlar da mutlu oluyorlar. Ailemde sorun olmadı.Çünkü ben aradığım soruların cevaplarını buldum. Risâle-i Nur’larda her şey var, bir umman gibi. Hep duâ ediyordum ‘Allah’ım bana bir mânâ göster hayatımı vakfedeyim’ diye. Türkiye’ye gelince o mânânın Risâle-i Nur hizmeti olduğunu anladım ve bu verdiğim sözü şimdi Filipinler’e gidince Risâle-i Nur hizmetinde çalışarak yerine getireceğim inşallah. Risâle-i Nur’ları herkese ulaştırmaya çalışacağım, okul okul gezeceğim. İmana susamış gönüllere bu âb-ı hayat Nurları ulaştırmaya çalışacağım inşaallah.”Saliha, üniversitelerde okutulması, okunması için kitap yazıyor. İlk kitabının konuları şunlar: Kâinat kitabı, ibâdet, namaz, duâ ve İsm-i Kuddüs... Kitabın % 99’u Risâle-i Nur ve hadislerden oluşuyor.“İlk ezanı nerede duydunuz ve neler hissettiniz?” diye soruyorum.“Filipinlerde bir adada duydum. Ezan ve deniz müthiş birşey, çok etkilendim. Ezan sesi her tarafı kaplamıştı... Bizim başşehre de bir cami var, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, içeri almıyorlar. O da zaten bize çok uzak, oraya ulaşmamız mümkün değildi.“Bir gün adada ezan okunuyordu. Sesin geldiği yöne yönelmişim. Yolun ortasında öylece kalmışım. Arkadaşım ‘Niye durdun, yürüsene’ diyor, ben de ‘Ezan okunuyor’ diyorum. Minareden yükselen ezan sesi ve ezanlar... Bir de ne göreyim, her taraf cami, minarelerden ezanlar yükseliyor, duygularımı anlatacak tarif bulamıyorum. Ezan çok güzel, çok etkileyici, çok kıymetli.”“Müslümanlar hakkındaki düşüncelerin, önce nasıldı şimdi nasıl?”“Daha önce Müslümanları terörist biliyordum. Hiç de iyi intibâım yoktu. Fakat o iki öğrencimi tanıdıktan sonra öyle olmadığını anladım. Daha önce bir Müslüman tanımamıştım. Ama şimdi Türkiye’ye geldim, fikirlerim tamamen değişti. Sizlerden çok memnunum, her şey çok güzel.”“Türkiye’de kalmak ve Filipinlere gitmek hususunda ne düşünüyorsunuz?”“Orada insanlar hizmet bekliyor, bizi bekliyor. Siz burada (hizmet yapanlar) çoksunuz. Bizim de bir an önce gidip hakikatleri anlatmamız lâzım.”


Manavgat Külliye Camii'nde Ayet ve Hadisler 4 Dilde Yazılıyor


Antalya'nın Manavgat İlçesi Külliye Camii'nde Ayet ve Hadisler Tahtaya 4 Dilde Yazılıyor. Cami Tahtasına Turistlerin İslam Diniyle İlgili Bilgi Sahibi Olması İçin İmam Hatip Mustafa Yılmaz, Her Gün Bir Ayet ve Hadisi, İngilizce, Arapça, Rusça ve Almanca Olarak Yazıyor

Antalya'nın Manavgat ilçesi Külliye Camii'nde ayet ve hadisler tahtaya 4 dilde yazılıyor. Cami tahtasına turistlerin İslam diniyle ilgili bilgi sahibi olması için imam hatip Mustafa Yılmaz, her gün bir ayet ve hadisi, İngilizce, Arapça, Rusça ve Almanca olarak yazıyor. Ayet ve hadislerin tahtaya yabancı dille yazımında turist rehberlerinden destek aldığını anlatan Yılmaz, "Camimizi ziyarete gelen turistlerin dinimizi tanımalarına da yardımcı oluyoruz. Turistlere rehberlerle birlikte öğrenmek istedikleri konularla ilgili bilgilendirme yapıyoruz. Her gün bir ayet ile hadisi 4 dilde tahtaya yazıyoruz." diye konuştu. Camiye gelen turistlere İslamiyet'le ilgili Almanca ve İngilizce bilgilendirme yaptıklarını belirten Yılmaz, ayrıca mabet içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gönderdiği 8 pirinç levhada 4 dilde Kur'an ayetlerinin yazılı olduğunu söyledi. Yılmaz, camii kütüphanesinde İngilizce, Almanca, Rusça, Fransızca ve Felemenkçe (Hollanda ve Belçika'nın resmi dili) Kur'an ve İslam ilmihali bulunduğunu da hatırlattı. Anex Tur Turizm Seyahat Acentesi Rusça Turist Rehberi Muhammet Çetin, Rusya'dan, Ukrayna'dan, Polonya'da, Estonya'dan, Letonya'dan ve Litvanya'dan gelen turistlere Külliye Camii'nde bir saat İslamiyet hakkında bilgilendirme yaptıklarını söyledi. Antalya bölgesinde her yönüyle turizme açık tek caminin Külliye olduğunu aktaran Çetin, özellikle Rus ve Baltık ülke turistlerinin Müslümanların ibadetlerinin yapış şekillerine karşı meraklarının bulunduğunu ifade etti. Öte yandan AK Parti Antalya Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç turistlere 4 dilde İslam diniyle bilgilendirme yapmak için Külliye Camii'ne ışıklandırma levhası konulacağını söyledi. Caminin giriş ve çıkış kısımlarına kurulacak olan levhalarla Almanca, İngilizce ve Rusça dillerinde bilgilendirme yapılacağını aktaran İrbeç, camiye ödenek ayrımı ve proje için Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu ile Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr Ali Bardakoğlu ile görüşeceğini kaydetti.
http://www.sondakika.com
26/9/2008

Hollywood’dan Kaçt, Müslüman Oldu!


GERÇEK HAYAT sayı 227

Hollywood’un sayılı birkaç yönetmeninden birinin Müslüman olduğunu düşünelim. Gazetelerin manşetlerinde yeri garanti olmaz mı? Bu, bizim için hoş bir haber. Artık epey zamandır tarihin yokuşundan inmekteyiz, bu yolda biraz kompleks sahibi olduğumuzu birbirimizden saklamanın alemi yok. “Karşı taraf”tan belli bir gücü elinde tutanların “safımıza” geçmesi bazen sakinleştirici bazen doping etkisi yapıyor üzerimizde. Cat Stevens örneği hâlâ sıcak. Kıbrıslı Rum bir ailenin Türk düşmanı yetiştirilmiş oğlu, dünyayı sarsan pop yıldızı oluyor ve sonra Müslümanlığı seçip bu ünden vazgeçiyor. Biz de onu seviyoruz. Bunda bir kötülük yok. Abartmadığımız sürece. İşte bu ihtida öykülerinden çok az bilinen bir tanesi, geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir hatırat kitabında çok ilginç ayrıntılarıyla anlatılıyor. Gerçekten ünlü bir Hollywood yönetmeni, bundan 80 sene evvel, Müslümanlığı seçiyor. Sinemanın sessiz döneminin sayılı yönetmenlerinden İrlanda kökenli Amerikalı Rex Ingram, 1925’te, Fransa’nın Nice kentinde Müslüman oldu. Hem de İslam’ın son halifesinin huzurunda! Sinemaya 1913’te oyuncu olarak başlayan Reginald Ingram Montgomery Hitchcock (1893 - 1950), daha sonra aldığı kısa ismiyle Rex Ingram, 1916’dan itibaren yönetmenliğe geçti. Edison Film Stüdyolarında Hollywood’un “memur yönetmen”lerinden biri olarak Büyük Sorun, Hüzün Kasesi, Siyah Orkideler, Zenda Mahkumu gibi filmlere imza attı. Ancak Amerikan edebiyatının ve Hollywood’un iş yapma tarzıyla ve seviyesiyle barışamadı. Sonuçta, ünlü İspanyol edip Vicente Blasco Ibanez’in mistik, trajik romanlarına yöneldi ve çoğu “filmi yapılamaz” olarak görülen eserlerinden birini, Mahşerin Dört Atlısı’nı başarıyla çekti. Bu film, Rex Ingram’ın yönetmen olarak mevkiini sağlamak ve pekiştirmekle kalmadı, Ingram’ın burada rol verdiği Rudolf Valentino da sinemanın unutulmaz yıldızlarından biri olmak üzere parladı! Hollywood’la yıldızı asla barışmayan, yeni gelişen film sanayinin sıkı takvimlerinden ve dar bütçelerinden bunalan Rex Ingram için bardağı taşıran damla 1924’de geldi. Arkadaşı Erich Von Stroheim’ın bir filmini kısaltması istendi. Ingram, arkadaşlığını da riske atarak filmi kesti ama Metro Goldwyn Pivtures şirketi için bu da yeterli olmadı ve şirket iyice budadığı filmi İhtiras adıyla gösterime soktu. Rex Ingram’ın artık bu “kasap”larla aynı havayı solumaya tahammülü kalmamıştı: Hollywood’la yollarını kesin bir biçimde ayırdı ve Fransa’da, Nice kentinde kendi stüdyosunu kurdu. Burada, dönemin en güzel kadın oyuncularından biri olan eşi Alice Terry’nin başrolünü oynadığı filmler çekmeye başladı. Bugünün sinema eleştirmenlerinin muhteşem görüntüler ve ciddi bir estetik anlayış buldukları bu dönem filmleri, gişe bakımından birer fiyaskoydular. Gerçek bir “estet”, sinema sanayinin gelişen piyasa yasalarıyla mücadeleyi ancak bir yere kadar sürdürebilirdi. Nitekim Ingram’ın, 1931’de çektiği ilk sesli filmi Baroud, aynı zamanda son filmi de oldu. Köşesine çekilen Rex Ingram, 1950’de Los Angeles’ta ölene dek kendini ibadete, yazıya ve heykel sanatına verdi. Ancak bu Hollywood yönetmenin hayatında dönüm noktalarından belli başlısı 1925’te, Nice’te yaşanmıştı. 1925 sonrası filmlerinden birinin ismi bile insana bu dönüşümle ilgili fikir veriyordu: The Garden of Allah (1927), yani Allah’ın Bahçesi. 1924’te çektiği The Arab filmiyle birlikte, Rex Ingram’ın doğu dünyasına dikkat etmeye başladığı görülüyordu. Nice’teki film stüdyosunu bir Fransız hükümeti ve Tunus Beyi’nin yardımıyla açmıştı. Yine de asıl dönüm noktası, 1925’te Nice’te son İslam Halifesi Abdülmecid’le tanışması oldu. Rex Ingram, Müslümanlığı seçti. Halife Abdülmecid Nice’te ne arıyordu? 1923’te Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından önce, 1922 sonunda saltanat lağvedilmişti ancak Hilafet devam etti. Son Osmanlı Sultanı Vahdettin, 1922’de bir İngiliz gemisiyle Türkiye’yi terk etmiş bulunduğundan, Sultan Abdülaziz’in oğlu veliaht konumundaki Abdülmecid Efendi Halife ilan edilmişti. Ancak bu da uzun sürmedi. 3 Mart 1924’te TBMM kararıyla hilafet ilga edildi ve bütün Osmanlı hanedanı sınır dışı edildi. İlkin muhtelif ülkelere dağılan hanedan üyeleri, zamanla Fransa’nın Nice kenti ve civarında toplanmaya başladılar. 1925 itibariyle Nice, nedeyse bir Türk kolonisi halini aldı. Geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bir anı kitabı bu süreci ilk elden aktarıyor: Bir Şehzade’nin Hatıratı / Vatan ve Menfâda Gördüklerim ve İşittiklerim. Hatıratın sahibi şehzade Ali Vasıb Efendi, o günlerde 20'li yaşlarında. Nice’in canlı sokak ve gece hayatına karışmaktan hoşlanan genç şehzadenin pek çok bakımdan ilginç kitabının en çarpıcı öykülerinden biri de Rex Ingram’ınki. Ali Vasıb Efendi, bildirdiğine göre, ünlü yönetmenle ve güzel eşiyle Nice’te tanışmış. Yakışıklı yönetmen, mesaisi dışındaki zamanını arkadaşlarıyla gezerek ve taifeyi nisanın yoğun ilgisi altında “Grande Bleu” plajında geçirirken, şehzademiz güzel eşi Alice Terry’le Negresco otelinde dans edermiş! (s.186) Ali Vasıb Efendi, Rex Ingram’ı “filozof, tabii hayatı seven bir kimse” (s.186) olarak tarif ettiğine göre, kendisini daha yakından tanımış olduğu muhakkak. Doğuya ve özellikle İslam alemine ilgi duymaya başlayan Ingram’ın, Halife’nin ve Doğu’nun en büyük hanedanının Nice’te bulunduğunu duymaması ve ilgi göstermemsi imkansızdı herhalde. Nitekim gene Ali Vasıb Efendi’nin söylediğine göre, “Müslüman olmayı arzu” ettiğini çeşitli defalar dile getirmiş. Nihayet, Halife Abdülmecid Efendi’yle de tanışmış. İyi bir ressam olan Halife ile Rex Ingram’ın sanat bahsinde de anlaşmış olduklarına şüphe yok. Yine Ali Vasıb beyin naklettiğine göre Halife, Rex Ingram’ın bir de yağlıboya portresini yapmış! Hollywood’a tahammül edemeyen Rex Ingram, talihin cilvesiyle, gökte aradığını yerde bulmuş, kaçarak gittiği Nice’te İslam Halifesiyle sanat sohbetleri yapıp Müslüman olmuş. Halife ile Ingram’ın, Hollywood hakkında neler konuştuklarını siz de merak etmiyor musunuz Allah aşkına?

İhtida (Müslüman olma) merasimi...

Ahmet Yesevi Üniversitesi´nin “Dintanu” bölümü öğretim görevlisi Abdullah Özbey, sevinç içinde odama geldi. Önüme koyduğu kâğıtta şöyle yazıyordu: 28.11.2005 Pazartesi TURAN Oteli Psikolojik Danışmanlık Bürosu İhtida (Müslüman olma) merasimi Bismillahirrahmanirahim Çimkentli Rus kızı Yuliya Kurşeva arkadaşı Janat Ahmetkızı ile birlikte ofisimize geldiler. Yuliye Kurşeva’nın Müslüman olmak istediğini bildirdiler. Ben de Allah’ın huzurunda, benim ve Janat’ın şahitliğinde imanın şartlarını ve İslam’ın şartlarını birkaç defa anlattım. Sonunda Yuliya Kurşeva benimle birlikte Kelime-i Şahadet getirmek suretiyle Müslüman oldu. Adını Hülya koyduk, Allah mübarek eylesin. İmzalar: Şahit: Abdullah Özbey - Psikolojik Danışman, Ahmet Yesevi Üniversitesi öğretim üyesi. Şahit: Janat Ahmetkızı Uluslararası İlişkiler 1. sınıf öğrencisi. Müslüman olan; Yuliya (Hülya) Kurşeva, Uluslararası İlişkiler 1. sınıf öğrencisi. Belgenin altında Kazak Türkçesi´nden ve Rusça’dan açıklamalar var. Sonra yeniden şahitlerin ve Hülya’nın imzaları...
Namık Kemal Zeybek
aygazete/08.12.2005

YUSUF ESTES'İN MÜSLÜMAN OLUŞU



Terceme:
www.islamreligion.com
Yazan :Yusuf Estes -16 ocak 2006 - 04 Eylül 2006
Birçok insan bana nasıl olup da hıristiyan bir vâiz veya papazın İslâm’ı seçebildiğini soruyor, özellikle de İslâm ve müslümanlar hakkında hergün duyduğumuz onca kötü şeye rağmen. Soranlardan bazıları sadece meraklıydı, bazıları ise çok aşırı tepki gösterdiler. Bazıları İsa’ya sırtımı nasıl dönebildiğimi, Kutsal Ruhu gerçekten anlayıp anlamadığımı sordu, bazıları da kendimi ‘yeniden doğmuş’ kabul edip etmediğimi veya kurtuluşa erip ermediğimi sorguladı. Bu güzel soruların hepsinin cevabı yazının sonunda verilecektir. İlgilenen herkese teşekkür ediyorum, ayrıca size Allah’ın rızası için mütevazi hikayemi sunuyorum,. Bir keresinde çok zarif bir Hristiyan beyefendi email ile bana neden ve nasıl hıristiyanlığı terk edip İslâm’ı seçtiğimi sordu.Bu, ona gönderdiğim mektubun aşağı yukarı bir kopyasıdır.
Takdim
Adım şu anda Yusuf Estes, ama eskiden arkadaşlarım bana Skip diye seslenirlerdi. 1950'lerde genç bir çocuk olduğum zamandan beri hıristiyanlığı vaaz ediyordum, aynı zamanda da eğlence ve müzik endüstrisinde çalışıyordum. Babam ve ben eğlenmek için (aynı zamanda para kazanmak için) müzik marketleri kuruyor, tv ve radyo programları, açık hava eğlenceleri düzenliyorduk. Ben müzik işinden sorumluydum, ayrıca midilli turları düzenliyor, ‘Palyaço Skippy’ olarak çocukları eğlendiriyordum. Bir defa da dini liderlerin katıldığı Birleşmiş Milletler Barış Konferansı’nda delege olarak yer aldım. Şu anda ise Washington, DC’deki U.S. Hapishaneler bürosundan (U.S. Bureau of Prisons) hapishane imamı olarak emekli oldum. Ayrıca birçok Amerikalı müslüman ile biraraya geldim, müslüman öğrenciler ve gençlik organizasyonlarıyla ,müslüman çocukların okullarıyla çalıştım. Bu esnada İslâm Kur’an’ındaki İsa’nın mesajını anlatıp paylaşmak için tüm dünyayı dolaştım. Tüm inanç grupları ile münazara ve diyalog grupları oluşturduk, ülkenin her yerinde hahamlar, hıristiyan vâizler, papazlar ve rahiplerle birlikte çalışma zevkine eriştik. Bazı çalışmalarımızı düşkünler evinde, askeriyede, üniversite ve hapishanelerde yaptık. Hedefimiz İslâm’ın mesajını iletmek ve insanları İslâm konusunda eğitmek, müslümanların gerçekte nasıl insanlar olduğunu herkese anlatmak. İslâm, şimdilerde dünyanın en geniş alana yayılan dini olan hıristiyanlıkla komşu haline geldi, ancak komşu olmasına rağmen görüyoruz ki; İslam’a mensup olduğunu iddiâ eden müslümanlar aslında “Huzur, Allah’a itaat ve teslimiyet”i tam olarak anlamıyorlar ve hareketlerinde bunu temsil edemiyorlar. Afedersiniz, konudan biraz uzaklaştım. Sadece çalışmalarımızın arka planı hakkında biraz bilgi vermeye çalıştım, böylece belki benim gibi hıristiyanlığın bazı konularını çözmeye çalışan kişilere yararım dokunabilir.
Nasıl oldu
Bu biraz tuhaf görünebilir belki, çünkü biz şu anda Allah, İsa, peygamberlik, günah ve kurtuluş hakkında farklı mefhum ve bakış açılarına sahibiz. Fakat bir zamanlar ben de diğer hıristiyanlarla aynı gemideydim. Gerçekten öyleydim, izin verin açıklayayım.
İnançlı bir hıristiyan olarak doğdum
Ortabatıda çok güçlü dini inançlara sahip bir âilenin içinde doğdum. Atalarım bölgeye gelen ilk gelen göçmenlerdi, bu topraklar üzerindeki ilk kiliseleri, ilk okulları benim âilem tarafından kurulmuştu. Ben hala ilk okula gidiyorken, 1949, Houston, Teksas’a yeniden yerleştik. Düzenli olarak kiliseye gider âyinlere katılırdık, 12 yaşına geldiğimde Pasadena, Teksas’ta yeniden vaftiz edildim. İlk gençlik yıllarımda diğer kiliseleri ziyaret edip onların öğreti ve inançlarını öğrenmeyi çok istiyordum. Baptistler, Metodistler, Episkopalyanlar, Karizmatik akımlar, Nazarinler, İsa’nın Kilisesi (Church of Christ), Tanrı’nın Kilisesi (Church of God), Hıristiyan Tanrı’nın Kilisesi (Church of God in Christ), Tüm İncil, Agape (Sevgi), Katolikler, Presbiteryanlar, vb. İncil, ya da şöyle diyebiliriz “Tanrı Haberlerine” karşı doymak bilmez bir susuzluğum vardı. Din konusundaki
araştırmalarım sadece hıristiyanlık ile sınırlı kalmadı. Hem de hiç. Hinduizm, Musevilik, Budizm, Metafizik, Amerikan yerlilerinin inançları, hepsi benim araştırmalarım içinde yer almaktaydı. Hakkında ciddi bir araştırma yapmadığım tek din “İslâm” idi.
Neden?
İyi bir soru.
Müzik sorumlusu
Her neyse, çok çeşitli müzik dallarıyla ilgilenmeye başladım, özellikle kilise müziği ve klasik müzik beni çok etkiliyordu. Tüm âilem müziksever ve dindar olduğundan dolayı ben de her iki alanla ilgilenmeye başladım. Zaman içinde yakın ilişkiler kurduğum kiliselerin çoğunda müzik sorumlusu oldum. 1960 yılında klavyeli enstrüman öğretmenliği yapmaya başladım, 1963 yılında Maryland, Laurel’da kendi stüdyolarımı açtım, “Estes Müzik Stüdyoları (Estes Music Studios)”.
Teksas, Oklahoma ve Florida’daki iş projeleri
30 yıldan fazla bir süre babam ve ben birçok iş projesinde birlikte çalıştık. Eğlence programları, şovlar, faaliyetler hazırladık. Teksas ve Oklahoma’dan Florida’ya kadar her yerde org ve piyano dükkanları açtık. O yıllarda milyonlarca dolar kazandık, ancak huzuru asla bulamadım.Eminim siz de kendinize şu soruları sormuşsunuzdur:“Allah beni neden yarattı?” Veya “Allah benim ne yapmamı istiyor?” Veya “Bu arada Allah tam olarak kim?”, “Biz neden ‘ilk günah’a inanıyoruz?”,
“Neden Adem’in oğulları onun günahını kabul etmek zorundalar, neden bu günahtan dolayı sonsuza kadar cezalandırılsınlar?” Fakat eğer bunları bir başkasına sorarsanız, büyük bir ihtimalle size soru sormadan inanmak zorunda olduğunuzu söyleyecektir veya şöyle cevaplayacaktır sorunuzu, bu bir ‘gizem’dir ve sormamalısın-“Sadece inan kardeşim”.
Teslis inancı
Çok gariptir, Teslis (Trinity) kelimesi İncil’de yer almamaktadır. Kadiri mutlak Allah'a yükselmesinden 200 yıl geçmesinden itibaren dini araştırmacılarının ilgisini çekmektedir Teslis. Aslında vâiz ve papazlara sormak istiyorum: Birisi nasıl olur da üçünden biri olduğunu fark eder veya Allah kendisi, ki her şeye kâdirdir, nasıl olur da sadece günahları affetmez, onun yerine önce insan olur, dünyaya gelir, tüm insanların günahlarını alır ve bu esnada da tüm evrende bildiğimiz kadarıyla evrenin dışında da her şeye kâdir olan Allah olduğunun da farkındadır. bu kadar tuhaf bir şey daha önce ortaya atılmamıştır.
Babam -atanmış bir papaz-
Babam, kilise işlerine destek oluyordu, özellikle de kilise okul programlarına. 1970'lerde bir papaz olarak atandı. O ve annem (üvey annem) birçok tv evangelistlerini, vâizlerini tanıyorlardı, hatta Oral Roberts’ı ziyaret edip Oklahoma, Tulsa’daki “Prayer Tower” (Duâ Kulesi) inşasına yardım ettiler. Annemle babam aynı zamanda Jimmy Swaggart, Jim ve Tammy Fae Baker, Jerry Fallwell, John Haggi ve müslümanların en büyük düşmanı Pat Robertson’un güçlü taraftarları
idiler.
İsa için “Şükür” bantları dağıtmak
1980'lerin başında babam ve eşi “Şükür” kasedi kaydediyorlardı ve bunları hastanelerde ve huzurevlerinde ücretsiz olarak dağıtıyorlardı. Biz gerçekten iyi çalışıyor, gün be gün “İsa için, ruhları Tanrı’ya ulaştırıyorduk”.
Mısır’dan bir adamla tanışma
1991 başlarında babam Mısırlı bir adamla iş yaptığını ve benim onunla tanışmamı istediğini söyledi. Bu fikir bana heyecan verdi, uluslararası biriyle tanışmak. Bilirsiniz, piramitler, sfenks, Nil nehri vs.
O bir “müslüman”dı
Uçak korsanları, adam kaçıranlar, bombacılar, teröristler, kim bilir daha neler? Ve şimdi babam bu adamın “müslüman” olduğunu söylüyordu. Önce bir “kâfir, hava korsanı, adam kaçırıcı, bombacı, terörist, inançsız” ile tanışma fikrinden hiç hoşlanmadım. Her normal insan bu kişiyle tanışmayı reddederdi. Kulaklarıma inanamıyordum. Bir ‘müslüman?’ yok daha neler! Babama bu insanlar hakkında duyduğum çeşitli şeyleri hatırlattım.
Müslümanlar ve İslam aleyhine bize söylenen yalanlar:
Müslümanlar Allah’a inanmazlar. Çölün ortasındaki bir kara kutuya taparlar. Ve günde beş defa yeri öperler. İmkansız! Onunla görüşmek istemiyordum! Ben bu ‘müslüman’ adamla görüşmek istemiyordum.İmkansız! Babam onunla görüşmem konusunda ısrar etti ve onun çok iyi bir insan olduğu konusunda beni temin etti.. Bu benim için çok fazlaydı. Üstelik birlikte seyahat ettiğim Evangelistler de müslümanlardan ve İslâm’dan bu kadar nefret ediyorken. O kadar nefret içindeydiler ki insanları İslâm’dan korkutmak için doğru olmayan şeyler söylüyorlardı. Bu insanlarla ne yapabilirdim?
Bir Fikir: “Onu hıristiyan yap”
Sonra aklıma bir fikir geldi, “Biz bu adamı hıristiyan yapabiliriz.” Böylece onunla görüşmeyi kabul ettim, ancak bazı şartlarım vardı. Onun yanına giderken yanıma bir İncil ve bir haç aldım, başıma “İsa benim Tanrımdır!” yazan bir şapka takmıştım. Onunla Pazar günü kiliseden sonra buluşacaktık, böylece hepimiz duâmızı yapmış, Tanrı’yla birlikte olacaktık. Her zamanki gibi İncil kolumun altında olacaktı. Büyük parlak haçım sallanıyordu, tam karşıdan görünecek biçimde “İsa
benim Tanrımdır!” yazan bir şapka başımdaydı. Karım ve iki küçük kızım yanımdaydı ve biz “müslümanlar’la ilk karşılaşmamıza hazırdık.
Nerede bu adam?
Dükkana girip babama ‘o müslümanın nerede olduğunu sorduğumda bana gösterdi “Orada, tam karşıda”.Kafam karıştı.O müslüman olamazdı. Mümkün değil.
Türban ve sakal
Ben kafasında türban, gömleğinin yarısına kadar gelen sakalıyla tüm alnını kuşatan kaşları, paltosunun altında bir kılıç veya bomba saklayan, uçuşan cübbesi içinde devasa bir adam arıyordum gözlerimle.
Türban yok- sakal yok hatta saç bile yok!
Bu adamın sakalı yoktu.Aslında kafasında hiç tüy yoktu.Neredeyse tamamen keldi.Hepsinden daha iyisi de, çok nazik bir adamdı, hoşgeldiniz deyip elimizi sıktı. Bu hiç mantıklı gelmiyordu. Ben onların terörist ve bombacı olduklarını düşünüyordum. Bütün bunlar ne demek oluyordu?
Onun İsa’ya ihtiyacı var
Hiç merak etmeyin. Ben bu adamla ilgileneceğim. Bu adamın ‘İsa adına’ ‘kurtarılması’ gerekiyordu, ben ve Tanrı bunu yapacaktık.
Tanışma Ve sorgulama
Kısa çabuk bir tanışma faslından sonra, ona sordum:
“Tanrı’ya inanıyor musun?”
Cevabı “evet.” oldu. -(Bu iyi!)
Sonra tekrar sordum: “Adem ve Havva’ya inanıyor musunuz?”
“Evet” dedi. -(Çok iyi!)
Sordum: “Peki ya İbrahim? Ona inanıyor musunuz, ona ve onun nasıl oğlunu Tanrı için kurban etmeyi denediğine?”
“Evet” dedi.- (Daha da iyi!)
Sonra tekrar sordum: “Peki ya Musa? On emir? Kızıl Denizin ikiye ayrılması?”
Tekrar “Evet.” dedi. (Hala iyi!)
Sonra: “Peki ya diğer peygamberler, Davut, Süleyman, Yahya peygamber?”
“Evet!” dedi (Harika!)
Sordum: “İncil’e inanıyor musun?”
Tekrar “Evet.” Dedi. -(Tamam!)
Ve şimdi en önemli sorunun zamanı geldi: “İsa’ya inanıyor musun? O’nun Mesih olduğuna?”
Tekrar “Evet.” Dedi. -(Muhteşem!)

Güzel, bu düşündüğümden daha kolay olacak. Vaftiz edilmeye hazırdı, sadece o bunun farkında değildi. Ben de bunun farkına varmasını sağlayacaktım.
Müthiş bilgi: Müslümanlar İncil’e inanıyor mu?
1991 baharında bir gün öğrendim ki müslümanlar İncil’e inanıyormuş. Çok şaşırdım. Bu nasıl olabilirdi? Hepsi bu da değildi, aynı zamanda İsa’ya da inanıyordu ve İsa’nın:
*Tanrı’nın gerçek bir elçisi olduğuna;
*Tanrı’nın peygamberi olduğuna;
* İnsan eli değmeden gerçekleşen mucizevi doğumuna;
*İncil’de belirtildiği gibi Mesih olduğuna;
*Şu anda Tanrı’nın yanında olduğuna ve en önemlisi;
*Kıyâmetten önceki son günlerde geri geleceğine ve “Mesih düşmanları”na karşı îmân edenleri yöneteceğine inanıyorlardı. Hergün “İsa adına ruhları Tanrı’ya kazandık”tan sonra, bu benim için büyük bir başarı olacaktı; şu ‘müslümanlardan birini yakalayıp onu hıristiyan yapmak’.
Bir bardak çay -inançları tartışmak-
Ona çay sevip sevmediğini sordum, sevdiğini söyledi. Böylece dışarı çıkıp çarşıda çay içebileceğimiz yer bulup oturduk, en sevdiğim konuyu konuşmaya başladık: İnançlar. Bu kafede oturup saatlerce konuşurken (konuşmanın çoğunu ben yaptım) farketmeye başladım ki karşımda çok nazik, sessiz ve biraz da utangaç bir adam vardı. Söylemek zorunda olduğum her kelimeyi dikkatlice dinledi ve bir kere bile sözümü kesmedi. Bu adamın tarzını sevmiştim, iyi bir hiristiyan olmak için kesinlikle potansiyeli vardı. -Gözlerimin önünden gelecekte olmasını beklediğim olaylar
geçti.
Birlikte iş yapma kararı
Öncelikle babamın bu adamla iş yapma kararı bana olumlu geldi, hatta Teksas’ın kuzey bölümüne çıktığım iş seyahatlerinde bana eşlik etmesini istedim. Gün be gün, beraber seyahat edip, bu insanların değişik inançlarının farklı konularını tartıştık. Ve yol boyunca bu zavallı insana doğru yola iletecek radyo programlarını (vaaz programları, ibâdet programları) dinletebildim. Tanrı mefhumu,
hayatın anlamı, peygamberler ve onların görevleri, Tanrı’nın insan ırkına isteğini bildirmesi gibi konuları konuştuk. Ayrıca birçok anımızı ve fikirlerimizi anlattık birbirimize.

Bizim evimize taşındı
Birgün öğrendim ki arkadaşım Muhammed bir arkadaşıyla beraber kaldığı evinden ayrılıp bir süre camide kalacaktı. Babama gidip büyük kır evimize bizimle kalması için Muhammed’i dâvet edip edemeyeceğimizi sordum. Ne de olsa yapılması gereken işlerin ve giderlerin birazını karşılardı, üstelik ne zaman seyahata çıkacak olsak hemen hazır olurdu. Babam kabul etti ve Muhammed evimize taşındı.
Papazlık ve vaaza devam
Elbette Teksas eyaletine yayılmış olan papaz ve Evangelist dostlarımı ziyaret edecek zaman buluyordum. Bir tanesi Teksas-Meksika sınırı yakınlarında yaşarken, bir diğeri Oklahoma sınırında yaşıyordu. Bir vâiz bir arabadan bile daha büyük bir haç taşımayı seviyordu. Onu omuzlarının üzerine alıyor, ucu yere değen haç şeklindeki bu iki kirişi yollarda ve otoyolda sürüklüyordu. İnsanlar arabalarını durdurup ona doğru geliyor ve ona neler olduğunu soruyorlardı, o da onlara
hıristiyanlık üzerine kitapçık, broşürler veriyordu.
Vâiz kalp krizi geçirdi
Birgün haçlı dostum kalp krizi geçirdi, Emekli Asker Hastanesine kaldırılmıştı, orada uzunca bir süre kaldı. Onu haftada birkaç defa ziyaret ediyordum, giderken yanımda Muhammed’i de götürüyordum ki inanç ve din konularını tartışabilelim. Arkadaşım pek etkilenmemişti, açıkça ortadaydı ki İslâm hakkında bilgi sahibi olmak istemiyordu. Derken birgün, tekerlekli sandalyesinin tekerleklerini çevirerek arkadaşımın odasını paylaştığı kişi odaya girdi. Yanına gidip adını sordum, bana önemli olmadığını söyledi, nereli olduğunu sorduğumda da Jüpiter gezegeninden diye cevap verdi. Söylediklerini düşününce onun kalp hastalıkları koğuşunda mı yoksa Psikoloji koğuşunda mı yattığına emin olamadım.
Tekerlekli sandalyedeki adamın Tanrı’ya ihtiyacı vardı
Adamın yalnız olduğunu, mutsuz olduğunu ve hayatında birisine ihtiyaç duyduğunu anladım. Böylece ona Tanrı’yı anlatmaya başladım. Ona Eski Ahit’ten Yunus Peygamberi okudum. İnsanları doğru yola çağırması için Tanrı tarafından gönderilen Yunus Peygamberin hikayesini anlattım. Yunus insanlarını terk edip bir gemiyle denize açılmıştı. Bir fırtına geldi, gemi neredeyse alabora oluyordu, gemideki insanlar da onu denize attılar. Büyük bir balık yüzeye yaklaştı, Yunus’u alıp yuttu ve sonra yeniden denizin dibine döndü. Yunus orada 3 gün 3 gece kaldı. Yine Tanrı’nın merhametiyle, Tanrı balığı yüzeye çıkardı ve Yunus’u ağzından geri çıkardı Ninova şehrine, kendi evine, sağ salim geri döndü. Ana fikir şuydu, kendi sorunlarımızdan gerçekte asla kaçamayız, çünkü ne yaptığımızı kendimiz biliyoruz. Üstelik Tanrı da biliyor.

Katolik papaz
Tekerlekli sandalyedeki adama bu hikayeyi anlattıktan sonra başını kaldırıp bana baktı ve özür diledi. Kaba davranışlarından dolayı üzgün olduğunu, son zamanlarda çok ciddi sorunlar yaşadığını söyledi. Sonra bana günah çıkarmak istediğini söyledi.Ona Katolik bir papaz olmadığımı ve günah çıkarmadığımı söyledim.O da bana bunu bildiğini söyledi. Sonra dedi ki: ”Ben bir Katolik
papazım.” Şok oldum. Bir papaza hıristiyanlık vaaz ediyordum.
Latin Amerika’da bir papaz
Papaz bana hikayesini anlatmaya başladı, güney ve Orta Amerika’da ve Meksika’da, hatta New York’ta 12 yıl misyonerlik yapmıştı. Hastaneden taburcu edildiği zaman nekahat döneminde bir Katolik âileyle kalmasındansa babama taşrada bizimle ve Muhammed ile yaşaması için dâvet etmemizi önerdim. Hepimiz aynı fikirde olunca o da yanımıza taşındı.
Papazlar İslam’ı öğrenmeli mi? Evet!
Eve giderken bu papazla bazı inanç mefhumlarını anlattım, ancak onun da bunları bildiğini görünce şaşırdım, hatta İslâm hakında çok bilgi sahibiydi. Bana Katolik papazların gerçekten İslâm’ı öğrendiklerini söyledi, hatta bazıları doktora yapmıştı.Tüm bunlar benim için çok aydınlatıcıydı. Aslında daha çok şey öğrenecektim.
İncil’in farklı versiyonları
Yerleştikten sonra, her akşam yemekten sonra mutfak masasının etrafına toplanıp dini konuları tartışırdık. Babam İncil’in seçtiği kendi versiyonunu, Kral James versiyonunu, ben kendi versiyonumu, gözden geçirilmiş Standart versiyonunu, karım başka bir İncil versiyonunu (belki Jimmy Swaggart’ın Good News for Modern Man gibi bir şey olabilir.) papaz da elbette kendi Katolik İncil’ini getiriyordu, böylece hangi İncil’in doğru olduğunu, hangisinin daha gerçek olduğunu konuşarak ve Muhammed’i hıristiyan yapmaya çalışarak daha fazla zaman harcadık.
Kur’an’ın tek versiyonu vardı – Arapça idi – varlığı devam ediyordu
Bir nokta da ona Kur’an hakkında soru sormak aklıma geldi, son 1400 yıl içinde acaba kaç versiyonu oluşmuştu. O da bana sadece tek bir Kur’an olduğunu söyledi. Ve söylediğine göre hiç değişmemişti. Ayrıca bana Kur’an’ın tüm dünyada çeşitli ülkelere yayılmış yüzbinlerce kişi tarafından tamamının ezberlendiğini söyledi. Kur’an ortaya çıktığından beri, yüzyıllar boyunca, milyonlarca insan onu harf harf tamamını ezberlemiş ve sonra da kendilerinden sonra gelenlere
harflerinde bile tek yanlış olmadan başından sonuna kadar nakletmişlerdi. Bugün 9 milyon müslüman Kur’an’ın tamamını baştan sona ezberlemiş bulunmaktadır.

Bu nasıl olabilir?
Bu bana pek de mümkün görünmüyordu. Ne de olsa İncil’in orjinal dili yüzyıllardır ölü bir dildi, konuşulmuyordu. Belgelerin orjinalleri de yüzlerce, binlerce yıldır kayıptı. İncil’de farklılıklar varken Kur’an’ın tamamını korumak nasıl bu kadar kolay olabilirdi.
Papaz camiye gidiyor
Derken birgün papaz, Muhammed’e caminin nasıl bir yer olduğunu görmek istediğini söyledi, ondan kendisine eşlik etmesini istedi. Konuşarak geri geldiklerinde papaza oranın nasıl bir yer olduğunu, yaptıkları tüm törenleri sormak için sabırsızlanıyorduk. Papaz “aslında pek bir şey yapmıyorlar.” diye cevapladı sorularımızı. Sadece camiye geliyorlar duâlarını yapıyorlar ve gidiyorlar. Gidiyorlar mı? Vaaz veya ilahi söylemeden mi? “Evet.” Dedi.
Papaz İslâm’a giriyor!
Aradan birkaç gün geçtikten sonra gittikleri camiye gitmek istediğini ve Muhammed’in de katılmasını arzuladığını söyledi. Bu sefer birşeyler farklıydı. Uzunca bir süre geri gelmediler.Hava kararmıştı,başlarına kötü birşey gelmesinden endişelenmeye başladık. En sonunda geldiler, kapıdan girdiklerinde Muhammed’i hemen tanıdım, fakat yanındaki kimdi? Beyaz elbise giyen beyaz şapkalı biri. Durun bir dakika! Bu papazdı. Pete? Dedim – ‘müslüman’ mı oldun? Bana tam o gün İslâm’a girdiğini söyledi. PAPAZ MÜSLÜMAN OLMUŞTU!!
Daha neler göreceğiz? (Siz de göreceksiniz).
Karım İslâm’ı kabul ettiğini açıklıyor
Ben olanları biraz düşünmek için üst kata çıktım ve konuyu karıma açtım. O da bana kendisinin de İslâm’a gireceğini, çünkü doğru olanın bu olduğunu bildiğini söyledi.
Şok oldum!
İşte şimdi şok oldum. Alt kata indim, Muhammed’i uyandırdım, konuşmak istediğimi söyledim, dışarı çıktık. O gece sabaha kadar konuştuk ve yürüdük.
Gerçeği Bulma!
Sabah namazı vakti geldiğinde (müslümanların sabah duâsı) gerçeğin karşımda durduğunu biliyordum, artık işin bana düşen kısmını yapmak benim kararıma kalmıştı. Babamın evinin arkasına gittim, oradaki saçağın altında eski bir parça kontrplak buldum. Onu başımın altına koyup günde beş defa Müslümanların duâ ettiği yöne doğru başımı yere koydum.

Yol göster Tanrım! Yol göster!
Bu pozisyondayken, bedenim kontrplak üzerinde büzülmüş, başım toprağın üstündeyken, yalvardım: ”Tanrım. Eğer oradaysan bana yol göster, yol göster.”
İçimdeki işaret
Ve bir süre sonra başımı yerden kaldırdım ve birşeyin farkına vardım. Hayır, gökyüzünden melekler ve kuşlar inmedi, sesler ve müzik duymadığım gibi parlak ışıklar ve parıltılar da görmedim. Farkettiğim şey içimdeki değişiklikti. Şimdi daha önce olmadığım kadar farkındaydım, artık benim için yalan söylemenin ve kendimden gizlenmenin sonu gelmişti. Artık doğru ve dürüst bir adam olmaya çalışmanın zamanı gelmişti. Şimdi ne yapmam gerektiğini biliyordum.
“Eski”yi silme zamanı
Böylece yukarı çıktım, bir duş aldım, yıllardır olmayı sürdürdüğüm eski günahkar insanı yıkamaktı düşüncem. Şimdi yeni ve taze bir hayata doğuyordum. Gerçeğe ve doğruya dayanan bir hayata.
Ve yeni oldum!
O sabah saat 11:00 civarında, iki şahit önünde durdum, biri bir eski papaz, ki eskiden kendisi Peder Peter Jacob’s olarak bilinirdi, diğeri de Muhemmed Abel Rahman’dı, ve ‘Şehadet’imi yüksek sesle söyledim (bu söz Tanrı birliğine Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in onun peygamberi olduğuna şâhitlik anlamına gelmektedir). “Ben şehâdet ederim ki hakkıyla ibâdet edilecek Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir. “
Sırada karım vardı
Birkaç dakika sonra da karım beni takip edip aynı şehâdette bulundu. Ama onun şehâdetine üç kişi şahitlik yaptı (üçüncüsü bendim)
Sonra babam
Babam bu konuda biraz ihtiyatlı davrandı, şehâdetini yapmadan önce birkaç ay daha bekledi.Ama o da sonunda İslâm’a girdi, benimle ve diğer Müslümanlarla birlikte günde beş defa duâ etmek için mescid (cami)e gelmeye başladı.
Çocuklar da
Çocuklarımız hıristiyan okulundan alınıp müslüman okuluna yerleştirildiler. Ve şimdi, aradan on yıl geçtikten sonra, onlar da Kur’an’ın büyük kısmını ezberlediler, İslâm’ın öğretilerini daha iyi kavradılar Sırada babamın karısı (üvey annem)Benim babamın karısı da ölmeden önce kabul etti ki İsa Tanrı’nın oğlu olamaz, Tanrı’nın büyük bir peygamberi olabilir, ancak Tanrı olamaz. 86 yaşında, şehâdetinin üzerinden birkaç ay sonra geçtikten sonra vefat etti. Tanrı onun şehâdetini kabul etsin, Amin. Bir ev dolusu yeni müslüman - Sırada ne var? Şimdi durun ve düşünün. Farklı hayatlardan ve etnik gruplardan gelmiş bir ev dolusu insan gerçeği görüyor ve evrenin yaratıcısı ve düzenleyicisini bilmek ve ona ibâdet etmeyi öğrenmek için biraraya geliyor. Düşünün. Bir Katolik papaz, kilisede müzik sorumlusu da olan Gospel vâizi (ben), atanmış bir papaz ve hıristiyan okulları kurucusu (babam) ve çocuklar, hatta büyükanne, hepsi İslâm’a girdi!
Onun merhameti ve yol göstermesi
Sadece onun merhameti sayesinde İslâm gerçeğine ulaşabildik, kulaklarımızın ve gözlerimizin üzerindeki örtüleri kaldırdık, artık kalplerimizin üzerinde mühür yok. Bizi artık kendisi yönlendiriyor.
Böylece İslâm’a giriş ve müslüman oluş hikayemin giriş kısmını öğrenmiş bulunuyorsunuz. Hikayemin bundan sonrasına ve fotoğraflara yine internet üzerinden erişebilirsiniz. Lütfen ziyaret etmek için ve bana e-mail göndermek için biraz zaman ayırın, biraraya gelip bu hayatımız ve diğer hayatımız için hedeflerimizi, amaçlarımızı ve orijinlerimizi anlatıp tartışabilelim Hikayemi yazıp burada internette yayınladığımdan beri birçok websitesi bu hikayeyi aldı ve çok ünlü bir örnek haline geldi ”Papaz ve vâizler İslâm’a giriyor.” Ziyaret ettiğiniz için tekrar teşekkürler. Hıristiyan dostumuza da e-maili için teşekkürler. Eğer bana bu e-maili göndermeseydi ben dostlarımın, âilemin ve kendimin nasıl müslüman olduğunu anlatan bu hikayeyi yazmayacaktım. Lütfen bu hikayeyi herkese anlatın. Onlara bize bağlanabilmeleri için link verin, hikayemizi blog veya websitenize ekleyin, bildiğiniz herkese e-mail gönderin. Belki bizim içim yaptığı gibi de onların hayatında da farklılık yaratır. Allah gerçeğe olan yolculuğunuzda size yol göstersin, Amin. Ve kalbinizi bu dünyanın gerçeğine ve amacına açsın. Size selâm olsun, varlıkların üzerinde muktedir, yaratıcı ve muhafaza edici
Allah rehberiniz olsun.
Kaynak: www.islamreligion.com

ÇEKOSLAVAK KADIN MÜSLÜMAN OLDU

- Çekoslavak vatandaşı olan ve Viyana’da işçi olarak çalışan Veronica isimli kadın Emine Bahar ismini alarak Müslüman oldu. Kuyucak Müftülüğünde düzenlenen törenle Müslüman olan genç kadın Türk eşini ve ailesini çok sevdiğini ifade etti.
Kuyucak Müftülüğünde önceki gün düzenlenen törende Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan Veronica isimli Çekoslavak vatandaşı Veronica, Müftü Bilal Başoğlu’nun düzenlediği iftida töreninin ardından Emine Bahar ismini aldı. 13 yıldır Avusturya ordusunda astsubay olarak görev yapan Pamukören’li Yüksel Karadağ, Çekoslavak eşi Veronica ile evlendikten bir süre sonra eşinin kendi isteğiyle Müslüman olmak istemesinin ardından hem yıllık izinlerini geçirmek hem de eşinin Müslümanlığa geçmesini sağlamak için Kuyucak’ın Pamukören Beldesine geldiklerini ifade etti. Burada Kuyucak Müftülüğüne başvuruda bulunmalarının ardından önceki gün saat 17.30’da müftülüğe gelen Yüksel Karadağ, 10 yılık eşi Veronica, iki kızları ve Yüksel Karadağ’ın babası Melih Karadağ’a, Müftü Bilal Başoğlu tarafından İslam Dininin esasları anlatıldı. Müslüman olan bayana Müftü Başoğlu bir Kur’an-ı Kerim hediye etti. Daha sonra Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan ve Emine Bahar ismini alan Veronica isimli genç kadın, çok sevdiği eşinin ve ailesinin dinine geçtiği için çok mutlu olduğunu ifade etti. Müftü Başoğlu’ndan ihtida belgesini alarak resmen Müslüman olan Emine Bahar’ın kayınpederi Melih Karadağ ise Kuyucak Müftülüğünün yeni bina inşaatına katkı olması için bir miktar maddi yardımda bulundu.
Kuyucak Müftüsü Bilal Başoğlu, Emine Bahar ve eşi Yüksel Karadağ ile beraber gelen babası Melih Karadağ’a, İslam dininin iman esaslarını kısaca açıkladığını ifade ederek “Yüksel beyin eşi Emine Hanıma açıklamalarımı yaptım. Sonrasında Müslümanlığın ilk şartı olan Kelime-i şahadet’i Emine Bahar hanım’a söylettim. İsminin ve dininin mübarek olması dileklerimle son nefesine kadar bu güzel dinde, iman ile olmayı nasip etmesini diledim” dedi.
Avusturya’nın Viyana kentinde doğan ve 36 yıldır orada yaşayan Yüksel Karadağ, 10 yıldır evli olup Selin (8) ve Şirin(2) isimli iki kız çocukları bulunuyor. Yüksel Karadağ (35) ve eşi Emine Bahar Karadağ (31) 2-3 yılda bir Türkiye’ye geldiklerini ifade ederek,”Bu yılki gelişimizde eşimin Müslüman olması vesile oldu. Türkiye’yi çok seviyoruz. Çocuklarımın da memleketimiz olan Türkiye’yi iyi tanımaları için bundan sonra sık sık gelerek tarihi ve kültürel güzelliklerini görmek için geziler düzenlemeyi planlıyoruz” dedi.
http://www.habervitrini.com
16 Ağustos 2008 Cumartesi

Moldovya vatandaşı Müslüman oldu.


Moldovya vatandaşı olan Tatiana COCIUG (32) Kelime–i Şahadet getirerek Müslüman oldu Tatiana COCIUG Türk vatandaşı olan eşi Hasan KAÇA ile birlikte, Müslüman olmak için Rize Müftülüğü’ne başvurdu. İl Müftümüz Zeki SAYAR nezaretinde Kelime–i Şehadet getirerek Müslüman olan Tatiana COCIUG , Tuba ismini aldı. Tuba KAÇA Müslümanlığı seçtiği için huzur bulduğunu ifade etti.İl Müftümüz Zeki SAYAR burada Tatiana COCIUG 'a İhtida (İslam'a girme ) belgesini verdikten sonra “Mübarek Ramazan ayında , Kelime–i Şehadet getirerek Müslüman olup, Tuba ismini alan kardeşimizi ve Müslüman olmasına vesile olan KAÇA ailesini, tebrik ediyorum. Tuba kardeşimize, bundan sonraki yaşamında İslam dininin emrettiği şekilde bir yaşam sürdürmesini Cenab–ı Allah’tan niyaz ediyorum” diye konuştu. İl Müftümüz Zeki SAYAR tarafından, Tuba KAÇA ‘ya Başkanlığımız yayınlarından mealli Kur’an–ı Kerim ve diğer yayınlardan hediye etti.

KONGO’NUN UNUTULMUŞ MÜSLÜMANLARI ARASINDA



Kongo Demokratik Cumhuriyeti yada eski adıyla Zaire Afrika’nın yüzölçümü en büyük ülkelerinden biri. Toplam yüzölçümü Türkiye’nin 3.5 katı civarında. Afrika`nın ortasında yer alıyor ve batıdan küçük bir toprak parçasıyla Atlantik`e açılıyor. Toplam nüfusu 50 milyon. Şimdi diyeceksiniz ki bu Kongo da nereden çıktı. Doğrusu diğer bütün irtibatlarımız gibi bu da internet aracılığıyla başladı. Halen yöneticisi olarak çalıştığım Doctors Worldwide (Yeryüzü Doktorları)`a internet sitesi aracılığıyla haftada ortalama 1-2 yardım isteği gelir. Bunlardan bir kısmı kişisel olduğu için ilgilenmeyiz ancak kurumsal düzeyde olanlara bizim standart questionnaire(soru formu)’ı gönderip önce bir bilgi isteriz.

Kongo`dan 2.5 yıl önce böyle bir kurumsal yardım isteği geldi. Gönderen kişinin ismi de müslüman ismiydi(Cibril), ben de ona bizim formu gönderdim. Kısa bir süre sonra form doldurulmuş olarak geri geldi. Ne yalan söyleyeyim daha ilk okuyuşta bu kişilerle iş yapılır kanaatine vardım. Ancak tabii oraya önce durumu öğrenmek için temsilci gönderdik, onun raporundan sonrada yavaş yavaş çalışmaya başladık. Sonra bir doktor arkadaşımız gönüllü olarak orada 1 ay çalıştı onun olumlu izlenimleri sonrasında çalışmalarımızı artırdık. Şimdi elhamdülillah yeni yaptırdığımız sağlık merkezi bitmek üzere, onun haricinde ana-çocuk sağlığı merkezleri açıyoruz, sünnet yapıyoruz. Bunları anlatmamın sebebi faaliyet reklamı değil meselenin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak. Şimdi gelelim benim ziyaretime. Ben Lubumbashi`ye (Kongo’nun ikinci büyük şehri, bölgenin de ana merkezi) bir hafta süren bir ziyarette bulundum.

İlk sürprizi uçakta yaşadım. Kenya havayolları uçağına binince uçakta havayolu dergisini okumaya başladım, derginin adı “Msafiri” Swahili dilinde bir kelime, anlaşılacağı gibi misafir demek. Hostese bu ne anlama geliyor dedim yolcu anlamına dedi. Daha birçok Swahili kelime Arapça orijininden dolayı bizim tarafımızdan anlaşılabiliyor (safari de sefer yani seyahat demek). Swahili bütün doğu Afrika ve orta Afrika bölgesinde konuşulan yerli dili. İçinde birçok Arapça kelime var. Lubumbashi 1.2 milyon nüfuslu bir şehir ancak tipik bir Afrika şehri. Halkın büyük çoğunluğu baraka gibi evlerde(genellikle 1 odalı) yaşıyor. Sokaklar çocuk dolu, yollar delik deşik, sadece merkezde bir iki asfalt yol var diğerleri toprak. Burada tropikal iklim hüküm sürdüğü için 6 ay yağışlı 6 ay kurak geçiyor. Yağış mevsiminde yollar toprak olduğu için arabalar çok zor gidiyor, ancak 4x4 arabalar gidebiliyor. Maalesef dünyanın en fakir bölgesinde en pahalı arabaları kullanmak zorundasınız yoksa bir yere gidemezsiniz. Özellikle kırsal bölgede yaşayanlar en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorluk çekiyorlar sırf bu ulaşım meselesi yüzünden.

Kongo`da 1997 den beri iç savaş var şimdilerde barış yaptılar ancak yinede kuzeydoğu bölgesinde çatışmalar var. şimdiye kadar iç savaşta 3.5 milyon insan olduğu tahmin ediliyor(sadece kurşunla değil savaş yüzünden açlık ve hastalıklar sebebiyle) Bölge bir maden hazinesi ancak bu onlara mutluluk yerine gözyaşı getiriyor. Batılı şirketler önceleri kendilerine itaat etmeyen yönetimleri paralı askerler aracılığıyla devirip işbirlikçi hırsızları göreve getirdiler. Bunun bir örneği Kongo`nun ilk başbakanı Patrice Lumumba`nın devrilmesidir. Lumumba bir Afrika milliyetçisi ve sıkı bir sömürgecilik karşıtı idi. Onu komünist diye karalayıp paralı askerler yardımıyla devirdiler. Önce Lubumbashi`de bir binaya hapsedip (bizim yeni yaptırdığımız sağlık merkezine 100 metre mesafedeki bu bina önünde hatıra fotoğrafı çektirdim) sonra da öldürdüler. Yerine de Mobutu diye bir hırsızı getirdiler. Mobutu sadece Kongo`nun madenlerini batılı şirketlerin sömürüsüne açmakla kalmadı aynı zamanda ülke kaynaklarını soyarak kendisi ve avanesine ait Fransa`daki banka hesaplarına aktardı. 1997 yılında devrilene kadar toplam 2 milyar dolar civarında bir kaynağı batı bankalarındaki hesaplara aktardığı tahmin ediliyor. Kişi başına düşen milli geliri 100 dolar olan bir ülke için bunun ne kadar büyük bir rakam olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Şimdi batılı firmalar taktik değiştirip savaş ağalarını (warlord) kullanıyorlar. Yerli despotlar etraflarına topladıkları ve ellerine silah verdikleri milisleri doyurmak için kıymetli madenleri kaçırıp batılı firmalara ucuza satıyorlar. Onlar silah parası buluyor batılı firmalar da ucuz maden. İnsanların kanı üzerinden batı firmaları semiriyor. Özellikle Belçika, İsviçre ve İngiliz firmaları en çok bu işleri yapıyor. Bu ülkeler de lafa gelince insan hakları şampiyonluğu yaparlar. İnsanın doğrusu midesi bulanıyor bu ikiyüzlülükleri görünce.
Lubumbashi`nin içinde bulunduğu Katanga bölgesi yaklaşık 500 bin kilometrekare yani Türkiye`nin üçte ikisi kadar ve 10 milyon insan yaşıyor. Bunlardan yaklaşık 2 milyonu müslüman. Müslümanlar burada tam anlamıyla sahipsiz durumdalar. Ülke çoğunluğu Hıristiyan, devlet hiçbir şekilde müslümanlara yardım yapmıyor. İmamların geçimi için gereken parayı müslümanlar aralarında toplayıp veriyor. Ancak zaten kendileri yiyecek ekmek bulamayan bu insanlar ne verecekler de imamlar geçinecek. Herkes başının çaresine bakmak zorunda. Bu durumda din hizmetleri yapılamaz duruma gelmiş. Merkezde 7 tane cami var. bütün bölgede de 100 kadar. Ancak çoğu Cuma dışında açık değil çünkü imamlar kendilerini geçindirmek için çalışmak zorunda. Hasılı tam bir sahipsizlik hali. Kenya ve Tanzanya gibi ülkelerde Araplar eliyle bazı faaliyetler yapılmış ancak buraya gelen olmamış.

İnsanlar okumak için bir Amme cüzü bile bulamıyor. Öte yandan misyonerler cirit atıyor. Uçakta giderken de gelirken de yanımda Amerikalı misyonerler vardı. Ta Ohio`dan, Seattle`dan kalkıp misyoner faaliyeti için gönüllü olarak çalışmaya gelmişler. Misyonerler burada hastane ve okul açıyor. Hatta Lubumbashi`de Evanjelik üniversitesi bile açmışlar. Hasılı onlar çalışıyor. Biz ne yapıyoruz?

Biz orada sağlık çalışmalarına başlayınca din hizmeti alanındaki ihtiyacı da görüp bu konuda bir şeyler yapmak istedik. Hayırsever desteği ile 15 tane Kuran kursu açtık. Hem hocalara (onlar muallim diyor) düzenli bir aylık hem de çocuklara üst baş ve ufak tefek yiyecek almak suretiyle bir yardım faaliyeti başlattık. Camileri aynı zamanda kurs olarak kullanıp işlevsel hale getiriyoruz. Bu 15 kursta şimdilik 600’e yakın talebe Kuran öğreniyor. Amacımız kurs sayısını daha artırıp müslüman çocuklarını hiç olmazsa kendi dinlerini öğrenir hale getirmek. Bu kursları ziyaretimizde çocuklar Kuran okudular, doğrusu benim için çok duygulu anlardı. Afrika`nın ortasında tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde (bazıları gerçekten öyle yerlerde, saatlerce gittik kursu görmek için) Kur`an tilaveti duyunca heyecanlanmamak elde değil.

Enteresan bir şekilde bu kurslara bir kısım Hıristiyan aile çocuğu da katılıyor. Biraz üst baş verdiğimiz, doyurduğumuz için biraz da birşey okusun diye gönderiyorlar. Bu bir anlamda bunların Hıristiyanlığının ne kadar yüzeysel olduğunu gösteriyor, demek ki müslümanlar çalışsa çok şey değişecek. Çocuklar yarım gün Kuran`a geliyor yarım günde devlet okuluna gidiyorlar. Böylece resmi eğitime de devam ederek bir meslek sahibi olabilirler.

Burada bir de hocalardan bahsedeceğim. Hocaların hepsi Arapça biliyor (çoğunluğu Tanzanya`da eğitim görmüş). Benden Arapça fıkıh (Hanefi yada Şafi), siyer ve gramer kitabı istediler. Ayrıca tabii elifba ve amme cüzü. İnşallah bu konuda Türkiye`deki müslümanlar destek olurlar. Hepsi Arapça konuşabiliyor (biz Türkler`de bir sakatllık var, herhalde o kadar zaman Arapça okuyup ta konuşamayan bir biz varız, her yerde hocalar Arapca konuşabiliyorlar).

Hani Türkiye`de gazeteler sık sık açlık sınırı diye rakamlar yayınlarlar. Burada açlığın sınırı yok, kendisi var. İnsanlar bir ramazanı sadece günde bir kere o da mısır unundan yapılmış bir çorbayı yiyerek yada bir kuru ekmek yiyip tutuyor. Sokaklar sahipsiz yetim çocuk dolu. Kimse kimseye yardım edecek durumda değil. Devlet doktora ayda 10 dolar maaş veriyor.. İç savaştan dolayı ekonomi iflas etmiş, herşeyi dışarıdan alıyorlar herşey ateş pahası. Bütün devlet memurları geçinmek için ikinci iş yapıyor.

Devlet askerlere para ödeyemez hale gelmiş. Askerler de geceleri şehirlerarası yollarda arabaları durdurup soygun yapıyor. Bizim de başımıza geldi 2 araba gece şehirlerarası yolda giderken bizim arabayı durdurmak istediler biz durmadık arkamızdan gelen araba durunca onları soydular, fotoğraf makinesini aldılar, maalesef çektiğimiz fotoğrafların bir kısmı öyle gitti.

Daha anlatacak çok şey var ancak en önemlisi o bulundukları nâmüsait şartlara rağmen insanların şevklerini, heyecanlarını ve dini gayretlerini kaybetmemiş olmaları, hala büyük bir ümitle çalışmaya devam etmeleri kayda değer. Doğrusu bir Türkiye`de ve diğer yerlerdeki müslümanları birde onlara bakınca utanç duydum. Hele de hem gidişte hem de gelişte uçaktaki misyonerleri görünce bu duygu daha da arttı. Biz kısır çatışmalarla bir birimizi yerken orada bir kıta bizden çalınmak isteniyor. Eminim bu satırları okuyan Umran okuyucuları da benim duygularımı paylaşır. Allah`a emanet olun.

KANİ TORUN