24 Mayıs 2009 Pazar

Kamınoki`ye başörtüsü zulmü!


İŞTE ZULMÜN HİKÂYESİ
Japonya vatandaşı Kayoka Kamınoki bundan 16 ay önce Müslüman oldu. İslâm`ı yakından tanıyıp araştırmalarda bulunmak için yüzde 99`u Müslüman olan Türkiye`ye turist olarak geldi. Kur`an eğitimi almak için Ankara`nın ünlü camilerinden Maltepe Camii`ni seçerken, Türkçe öğrenmek için ise Ankara Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve Uygulama Merkezini tercih etti.
…VE TÖMER`DEN ÇİRKİN TEKLİF
Kamınoki, bir yandan İslâmiyet üzerine ülkemizde araştırmalar yapıp İslâmî eğitim alırken diğer yandan dil eğitimini tamamlamak için büyük gayret gösterdi. TÖMER (Türkçe Öğretim Merkezi)`nde dil eğitimini tamamladıktan sonra girdiği sınavlardan toplam `79` puan alarak diploma almaya hak kazandı. Bütün derslere başörtülü olarak girmesinde bir sakınca görülmezken, diploma günü geldiğinde TÖMER yetkilileri tarafından başörtüsüz bir fotoğraf istenmesini karşısında şok oldu.
Bu çirkin teklif karşısında neye uğradığını şaşıran Kamınoki, `Ben buyum… Kendimi neden başkası gibi göstereyim. Başörtüm benim inancımın gereği. Üstelik ben örtünmenin anlamını sizin ülkenizde öğrendim. İlk gün kayıt yaptırırken ve derslere girdiğimde böyle bir mecburiyet olduğunu da bana söylemediniz. Kimlik kartımdaki fotoğrafım ile size bugün verdiğim fotoğrafımda aynı. Siz beni aldattınız mı?` diyerek tepkisini dile getirdi ve dil kursunu terk etti.
`HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM`
05.12.2008 tarihinde hak ettiği diplomasına halen kavuşamayan Kamınoki Vakit`e yaptığı açıklamada, `Bu benim hakkım ama elimden çalındı. Benden bir başkası olmamı istiyorlar. Asla ve asla ben başımı açıp fotoğraf çektirmem. Ben bu dünyanın hesabını yapacak kadar aciz değilim. Ben Türkiye`ye eksik olan İslâmi bilgilerimi genişletmek için gelmişken böyle bir uygulamayla karşılaşmam beni hayal kırıklığına uğrattı. Benim ülkemde insanlar devlet dairelerinde başörtülü olarak görev alıyor. Oysa İslâm ülkesi olarak gördüğüm Türkiye`de bir dil diploması almak için bile başını açman gerekiyor. Bu nasıl bir çelişki ` diye konuştu.
`İSLÂM`IN KADINA VERDİĞİ HAKLARI GÖRDÜĞÜMDE MÜSLÜMAN OLDUM`
16 ay önce Müslüman olduğunu belirten Kamınoki, `Ben 16 ay öncesine kadar Budist olarak yaşadım. Ama içimde hep bir boşluk vardı. Artık bu boşluğu keşfetmem gerektiğine inandım ve dinleri araştırmaya başladım. Çok kitap okudum. İnsanlarla tartıştım. Okuduğum ilmi kitaplarda İslâm`da kadınlara tanınan hak ve insanlara bakış açısı beni çok etkiledi. Peygamber Efendimiz `in hayatını okuduğumda ise çok daha fazla etkilendim ve Müslüman oldum` dedi.
`MÜCADELE EDECEĞİM`
Japonya`da devlet memuru olarak çalışırken ansızın işinden ayrılarak Türkiye`ye gelmeye karar verdiğini belirten Kamınoki, `Bu son olay beni çok rahatsız etti. Çok üzdü. Çevremdeki Müslümanlar olmasa bir gün durmak istemedim. Çekip gitmeyi düşündüm. Ama şimdi farklı düşünüyorum. Ortada bir hak ihlali var ve ben de buradaki kardeşlerim gibi hakkımı sonuna kadar arayacağım ve o diplomamı alacağım. Başka kardeşlerimin başına aynı olayların gelmemesi adına mücadelemi vereceğim. Bana en başta şartlarını söyleselerdi başka dil kursuna giderdim. Ama kandırıldım` diye konuştu.

2009-02-22

www.tevhidhaber.com

Oruçtan etkilenen Japon, Kur`an okumaya başladı


Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Japonca Öğretmenliği Bölümü`nde okutman olarak görev yapan Chie Hashimoto, Ramazan ayında oruç tutan kişileri gördükten sonra merak ettiği Müslümanlığı anlayabilmek için Kur`an-ı Kerim okumaya karar verdi.
Yaklaşık 1 yıldır ÇOMÜ`de okutman olarak görev yaptığını söyleyen Hashimoto, Türkiye`ye gelmeden önce Müslümanlık hakkında hiçbir şey bilmediğini, çevresindeki kişilerin oruç tutmalarından çok etkilendiğini bu sebeple Müslümanlığı öğrenmeye karar verdiğini belirtti.
Kur`an-ı Kerim`i eline aldığında değişik duygulara kapıldığını ifade eden Hashimoto, `Benim ülkem olan Japonya`da en yaygın inanç Şinto olarak görülmesine rağmen, aslen Şinto dini Budizm`in etkisiyle büyük bir değişime uğradığı için, genel inanış Budizm`dir. Müslümanlığı, yakından burada tanıma fırsatı buldum. Öğrencilerim de merakımı gidermemde çok yardımcı oldu. Anladığım kadarıyla Müslümanlık insani yönleri ağır basan bir din. Hep paylaşmayı ve sevmeyi emrediyor. Kur`an-ı Kerim`i okuduktan sonra daha iyi anlayacağıma inanıyorum.` dedi.
Öğretmenlerine yardımcı olmak isteyen öğrencilerden Serkan Demirbaş, hocasını Kur`an-ı Kerim satan bir mağazaya götürerek, çevirisi yapılmış Kur`an-ı Kerim meali almasını tavsiye etmiş.
Dunya Bulteni.Net
2008-09-30

KUNG-FU’nun Müslüman Üstatları


OSSS! BİSMİLLAH GİZLİ KALMIŞ HAKİKATLER

İslamiyetin Çin’de yayılmasıyla Müslümanlar dövüş sanatında yeni bir çığır açtı. Hálá Kung fu’yu en yüksek seviyede icra eden ustalar, ‘Bismillah’ demeden bir harekete başlamıyor DÖVÜŞ sanatı denince akla Çinliler gelir. Kung fu olarak bilinen bu sanatın Çin’deki adı wushu’dur. Tarihi kökeni hakkında çeşitli görüşler olmasına karşın en azından MÖ 6. yüzyıla dayandığı ifade edilir. Öte yandan Babil’de bulunan 5 bin yıllık bir tablette silahsız bir dövüş tasvir edilmektedir. Bu da dövüş sanatlarının sanılanın aksine daha eski olduğu ve başka coğrafyalarda çıkmış olabileceği ihtimalini akla getiriyor. Müslümanların Çin’le ilişkileri Hz. Osman dönemine kadar gider. Rivayete göre Çin’den gelen talep üzerine Hz. Osman Sa’d bin Ebi Vakkas’ı elçi olarak yollar, hatta orada kalan Sa’d’ın mezarının Kanton’da olduğu söylenir. Öte yandan Çin ile ilişkiler daha öncesinden deniz ticaretine dayanır. 751 yılında Çinlilerle Müslümanların tarihte tek savaşı olan Talas savaşı Müslümanların lehine sonuçlanır. Bundan dört yıl sonra da Çin hükümdarı bir ayaklanmayı bastırmak için Müslümanlardan yardım ister. Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur dört bin kişilik bir ordu gönderir, ayaklanma bastırıldıktan sonra hükümdar Müslümanlara isterlerse Çin’de kalabileceklerini söyler. Bunun üzerine büyük bir kısmı Çin’de kalarak Hui Hui denen bugünkü Müslüman nüfusun atalarını oluştururlar. Kubilay Han’ın Çin’e de hakim olan imparatorluğu döneminde Müslüman Çinliler dashma adıyla özel mevkileri vardı. Çünkü astronom, hekim, eczacı, mimar, mühendistiler. Marko Polo, sarayda otuzun üzerinde Müslüman yüksek bürokrat olduğunu hayretle anlatır. Müslüman Çinlilerin dövüş sanatları uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Müslümanlar Çin’in dövüş sanatlarını en yüksek seviyede icra ettiler. Bajiquan, Piguaquan, Liu He Quan gibi dövüş stilleri icat ettiler. Bu stiller Sincan’da uygulanan Türk stillerinden oldukça farklıdır. Çinin dövüş sanatlarının arkaplanı Go-Ju kelimesiyle ifade edilir: Go, yani, sert, Jo yani yumuşak. Çin’de yüzlerce dövüş sanatı türü vardır. Bunlar birkaç ayrı koldan çıkmıştır. Bunların çoğu harici (sert) Kung fu’dur, az bir kısmı dahili (yumuşak)tır. Müslümanların kungfusu her ikisinde de en iyiler arasında yer alır. Çin dövüş sanatlarında müslümanların geliştirdiği Baji en şiddetli ve hızlı hareketleri olan stildir. Taocu dövüş stili Taiji ile farkı şu meşhur deyişle anlatılır: ‘İnsan bedenini veya Kung fu’yu bir devlet gibi düşünürsek, Taiji ülkeyi idare eden büyük bir siyaset gibidir. Baiji ise ülkeyi koruyan büyük bir ordu gibi.’ Xinyi Liuhe Quan dövüş stilini Müslümanlara geçiren Ma Xueli’nin bunu ilk olarak nasıl öğrendiğine dair bir hikáye anlatılır: Ma Xueli, bu dövüşün üstadı Ji Longfeng’in durumundan haberdar olur ve onun köyüne gider. Ancak Ji dövüş sanatlarını açıkça öğretmiyordur. Sağır ve safmış gibi davranır ve Ji’nin hizmetlisi olur ve onun sanatını icrasını yakından gözlemler. Üç yıl sonra sadece öğrenmekle kalmaz, ustalaşır da. Üç yıl sonra Ma gitmeye karar verir ve ustasına her şeyi anlatır. Ji ona ne öğrendiğini göstermesini ister ve onun oldukça yetenekli olduğunu görür. Ma’nın samimiyetinden etkilenen Ji, onu talebeliğe kabul eder ve ona bu sanatın inceliklerini bütünüyle öğretir. Kung fu Çin’deki Müslümanların hayatında önemli bir yere sahip ve diğer alanlarda olduğu gibi dövüş sanatında da Arapça ifadeler kullanılıyor. Örneğin, bir harekete başlamak için selam verip ‘Ki-ai’ diye bağırmak yerine ‘bismillah’ deniyor. Kung fu, Huilerin yani Çin’deki Müslümanların medreselerindeki eğitim programının, bayramlarının, mevlid törenlerinin bir parçası olmuş. Bayram namazlarından sonra caminin avlusunda toplanıp Kung fu gösterileri izliyorlar. Sadece Çin’de değil, Güney Asya ülkelerinde de yaygın olan dövüş sanatları, İslam’ın bölgeye geldiği 14. yüzyıldan sonra İslamî eğitimin bir parçası olmuş. En etkili dövüş biçimlerinden bir olan Silat Endonezya, Malezya gibi ülkelerde uygulanıyor. Silat icracıları hakkında anlatılan ilginç hikáyelerden bir şöyle: 1964 yılında Cakarta’da düzenlenen dövüş sanatları turnuvasında Japonlar, tahta kırmak gibi gösteriler yapıyorlar. Bu arada sırtında kocaman bir taşla gelen yaşlı bir Endonezyalı taşı ortaya koyup kırmalarını istiyor. Kimse buna yanaşmayınca taşın karşısına geçip beş dakika konsantre oluyor, dua okuyor, sonra elini bile sürmeden bir haykırışla taşı ikiye yarıyor.

STAR

21 Eylül 2008 Pazar,

Budist Naomi Müslüman Nurgül oldu


5 yıl önce ülkesinden düzenlenen bir turla Kapadokya´ya gelen ve ülkesinde hamur ustası olarak ekmek fırınlarında çalışan Naomi Kokatsu, Nevşehir´de Adnan Bağcı isimli turizmciyle arkadaş oldu. Bağcı ile arkadaşlığı sırasında İslamiyet´ten etkilenen 36 yaşındaki Naomi Kokatsu, bu yıl tekrar tatil için geldiği Kapadokya´da, Nevşehir İl Müftülüğü´ne Müslüman olmak için başvurdu. Müftülüğe gelirken başörtüsü takan Kokatsu için bir tören düzenlendi.
İl Müftü Vekili Hasan Mert, müftülük çalışanları ve Japon Kokatsu´nun erkek arkadaşı Adnan Bağcı´nın katıldığı törende ilk olarak Kuran-ı Kerim okundu. Okunan Kuran´ı dikkatlice dinleyen Naomi Kokatsu, daha sonra Kelime-i Şahadet getirerek Müslümanlığa geçti. Daha önce Budist olan Kokatsu, Müslüman olduktan sonra Nurgül ismini aldı.
İslamiyet´i seçerek Müslüman olan Japon Kokatsu´ya daha önce işlediği tüm günahların Allah tarafından affedildiğini ve onun için temiz bir sayfa açıldığını belirten Müftü Vekili Hasan Mert, Japon bayana İslamiyet´i anlatan çeşitli kitaplar hediye etti. Naomi Kokatsu´ya ihtida belgesi de yine Müftü Vekili Mert tarafından verildi.
İslamiyet´i seçtiği için çok mutlu olduğunu belirten Naomi Kokatsu, ´Türkiye geldikten sonra Adnan ile tanıştım ve Müslüman olmaya karar verdim. Şu anda çok mutlu ve huzurluyum´ dedi.
HABER 7
09 Aralık 2006

Nur’un hidayet yolculuğu


Cumartesi, 23 Mayıs 2009 TİME Türk
Müslüman olmadan önceki ismi Jana Petersen olan Nur Hanım Almanya’nın Hamburg kentinde doğmuş. Eğitim için gittiği Malezya’da bir süre Müslüman bir ailenin evinde misafir olarak kalan Nur Petersan, bu sayede Müslümanları daha yakından tanıma fırsatı bulur ve Nur Hanım’ın Malezya’ya eğitim için yaptığı yolculuk zaman içinde hidayet yolculuğuna dönüşür. 2006 yılında Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan Nur Petersan şu an hem Almanya’da bir üniversitede eğitim görüyor, hem de fırsat buldukça Suriye’nin başkenti Şam’a gelerek Arapçasını geliştiriyor. Nur Hanım’ın hidayet yolculuğu esnasında İslam ve Hıristiyan toplumlarına dair yaptığı gözlemler ise bir hayli ilginç.


“Müslüman olduktan sonra milyonlarca kardeşe sahip olmanın mutluluğunu yaşamaya başladım.”
“İslam’la ilgili, evli olmayan sevgililerin el ele tutuşmalarının İslam tarafından yasaklandığını ve Müslümanların iki sevgilinin sokakta el ele tutuşmalarına iyi bakmadıklarını duymuştum.”
“Müslüman olmasam da zikir kalbime sakinlik, mutluluk ve huzur veriyordu.”
“Oruç beni İslam’a daha da yaklaştırdı ve İslam’ın manevi dünyasını daha fazla hissetmemi sağladı.”
Adem Özköse / Gerçek Hayat
- Bize kendinizden bahseder misiniz? Sohbetimize sizi tanıyarak başlayabiliriz.
Almanya’nın Hamburg kentinde doğdum. Altı yaşımda annem babamdan boşandı ve ben annemle birlikte yaşamaya başladım. Babam bize yakın bir bölgede oturduğu için sık sık babamı da görebiliyordum.
-Anne ve babanız Hıristiyan mıydı?
Evet. Fakat dindar değillerdi. Sadece bazı özel günlerde kiliseye giderlerdi. Annem daha sonraki yıllar bütün giderleri kilise tarafından karşılanan Das Raue Haus isimli bir dernekte çalışmaya başladı. Bu dernek fakirlere, yetimlere, özürlü çocuklara ve onların ailelerine maddi yardımda bulunuyordu. Annemin bu tür yardım organizasyonlarının içinde yer alması bana da örnek oldu. Küçük yaşlardan itibaren ben de yetimler ve özürlü çocuklarla arkadaş oldum ve onlara elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Lise 2. sınıf sona erdikten sonra Malezya’ya gittim ve Malezya benim yeni bir dünyayı ve İslam’ı keşfetmemi sağladı.
- Malezya’ya niçin gittiniz?
Almanya’da öğrenciler eğer isterlerse lise son sınıftan önce başka bir ülkeye gidip bir süreliğine orada eğitim görebiliyorlar. Ülkeler arası öğrenci değişimi oluyor ve böylece küçük yaşlardan itibaren farklı kültürleri tanıma imkanı buluyorsunuz.
- Niçin özellikle Malezya’yı tercih ettiniz?
Avrupa insanını ve Avrupa kültürünü iyi tanıyordum. Fakat Afrika ve Asya kültürleriyle ilgili bilgim yoktu. Tercihlerim arasında Asya ve Afrika’dan başka ülkeler de vardı; fakat bana Malezya çıktı.
-Malezya’ya gitmeden önce İslam ve Müslümanlarla ilgili neler biliyordunuz?
Daha önce İslam ve Müslümanlarla ilgili pek fazla bilgim yoktu. Malezya’ya gitmem kesinleşince yanlarında kalacağım Malezyalı aile bana bir mektupla birlikte resimlerini de gönderdiler. Resimdeki kadınların başları örtülüydü ve bu bana son derece ilginç geldi. Yolculuk öncesi bazı araştırmalar yaptım ve namaz kılan bir Müslüman’ın önünden geçersem onu kızdıracağımı öğrendim. Ayrıca evli olmayan sevgililerin el ele tutuşmalarının İslam tarafından yasaklandığını ve Müslümanların iki sevgilinin sokakta el ele tutuşmalarına iyi bakmadıklarını da duymuştum. Bu tür kurallar o zamanlar bana çok garip geldi. Hazırlıklarımı yapıp ailem ve arkadaşlarımla vedalaştıktan sonra Malezya’ya doğru yola çıktım ve böylece Malezya günlerim başladı.
“ZİKİR KALBİME HUZUR VERİYORDU”
-Malezya’ya ulaştıktan sonraki ilk izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Mesela size farklı ve garip gelen şeyler oldu mu?
İnsanların boyları benden çok kısaydı ve bu durum bana çok ilginç geliyordu. Malezya’da insanların yüzde atmışı Müslüman, yüzde kırkı ise farklı dinlere mensuplar. Bu nedenle farklı din ve kültürleri inceleme imkanı bulabiliyordum. Hinduizm, Budizm, Hıristiyanlık ve İslam’a inanan insanlarla arkadaşlıklar kuruyordum ve farklı din ve kültürleri bizzat yerinde inceleme imkanına sahip oluyordum. Bu nedenle Malezya benim için iyi bir fırsattı. Malezyalıların bir çoğu İngilizce konuşabiliyorlardı, bundan dolayı insanlarla iletişim kurmakta zorluk çekmiyordum. Beni 6 ay boyunca evlerinde misafir eden Malezyalı Aileyi çok sevdim. Bu aile 4 kişilik bir aileydi. Evde dede, nene ve evli bir çift vardı. Evli çiftin çocuğu olmuyordu ve her sene farklı ülkelerden öğrencileri evlerinde misafir ediyorlardı. Bu aile son derece dindar bir aileydi. Hiç aksatmadan namazlarını kılıyorlardı, fakirlere yardım ediyorlardı, insanlara güler yüzlü davranıyorlardı ve Perşembe geceleri Burhani Tarikat’ı tarafından düzenlenen zikre katılıyorlardı. O zamanlar daha Müslüman değildim fakat; Malezyalı Aile ile birlikte bazı geceler ben de zikre gidiyordum. Zikir kalbime, sakinlik, mutluluk ve huzur veriyordu. Ayrıca Malezyalı Aile’ye sürekli olarak İslam’la ilgili sorular soruyordum. Namazı niçin kıldıklarını, zikre niçin gittiklerini, niçin İncil’e değil de Kuran’a inandıklarını öğrenmeye çalışıyordum.
-Siz Hıristiyan bir toplumda büyüdünüz. Daha sonra belli bir süre Müslümanlarla bir arada yaşadınız. Hıristiyan Toplumlarla Müslüman Toplumlar arasında ne tür farklılıklar gözlemlediniz?
Müslümanlar, Avrupalılardan bir çok yönden daha iyiler. Her şeyden önce insana çok sıcak davranıyorlar ve misafirlerine büyük değer veriyorlar. Yanlarında kaldığım Malezyalı Aile evlerinde yemek pişirdiklerinde bu yemeğin bir kısmını komşularıyla paylaşıyorlardı. Bu benim ilk defa karşılaştığım bir davranıştı. Almanya’da hiç kimse yemeğini komşusuyla paylaşmaz. Tanıştığım insanların insani yönleri beni çok etkiliyordu ve Müslümanların kendi aralarında bir aile gibi olduklarını hissediyordum. Bir Müslüman’ın bir sıkıntısı olduğunda diğer Müslümanlar bir araya gelip sıkıntısı olan Müslüman’ı mutlu edebilmek için büyük çaba gösteriyorlardı. O dönemler kendi kendime; “Keşke Hıristiyanlar da kendi aralarında Müslümanlar gibi olsalar” diyordum. Almanya’da arkadaşlarınızla birlikte bir cafeye veya lokantaya gittiğinizde herkes hesabı kendisi öder. Asla hiçbir Alman bir başkasının hesabını ödemeyi kabul etmez. Fakat Müslümanlarda öyle değil. Müslümanlar insanlara ikramda bulundukça ve insanlarla bir şeyleri paylaştıkça mutlu oluyorlar. İçinde büyüdüğüm kültüre tamamen zıt olan bu durum beni çok etkiledi. Ayrıca İslam’ı öğrendikçe Hıristiyanlığa karşı içimde şüpheler başladı. İslam, Allah’ın tek olduğunu söylüyordu; fakat Hıristiyanlar Allah’ın üç olduğuna inanıyorlardı. İslam’ın Allah inancı bana daha mantıklı geliyordu. Ama her şeye rağmen o dönemler din değiştirmeyi, Müslüman olmayı hiç düşünmemiştim.
“AVRUPALILAR İSLAM’I BİMİYOR”
-İslam’a girmeye, Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?
9 ay Malezya’da kaldım ve daha sonra Almanya’ya geri döndüm. Almanya’ya döndükten sonra çevremdeki insanlarla İslam ve Müslümanlar hakkında tartışmaya başladım. Arkadaşlarım, öğretmenim ve komşularımız bana Malezya’yı ve Müslümanları soruyorlardı. Benden İslam’ı ve Müslümanları kötülememi bekliyorlardı; fakat ben onlara Müslümanlarla ve İslam’la ilgili iyi şeyler anlatıyordum. Bunun üzerine aramızda tartışma başlıyordu. Okulda öğretmenlerimden biri İslam hakkında kötü sözler söylediği zaman ben de öğretmenime karşı İslam’ı savunuyordum. Daha sonra Alman Toplumu’nun medya tarafından İslam ve Müslümanlar hakkında kandırıldığını fark ettim; çünkü çevremdeki insanların İslam hakkındaki fikirleri tamamen yanlıştı. Lise sonda sınıfımıza Bosnalı Müslüman bir öğrenci geldi. Öğretmenlerimizden biri Müslümanları hiç sevmiyordu ve Bosnalı öğrenciyle İslam hakkında sürekli olarak tartışıyordu. Ben de bu tartışmalara katılıyordum ve Bosnalı arkadaşımızın haklı olduğunu İslam’ın iyi bir din olduğunu söylüyordum. Kendi kendime “Müslüman olmadığın halde İslam’ı niçin bu kadar çok savunuyorsun ve Müslümanları niçin bu kadar çok seviyorsun?” diye sormaya başladım. Ayrıca Hıristiyanlıkla ilgili şüphelerim her geçen gün artıyordu; çünkü İncil’de birbiriyle çelişen bir çok bölüm vardı. 2 seneye yakın Almanya’da kaldıktan sonra tekrar Malezya’ya dönmeye ve Müslümanlarla bir süre daha birlikte yaşamaya karar verdim. Böylece İslam’ı daha iyi araştıracaktım ve zihnimdeki sorulara cevaplar arayacaktım.
-Daha sonra ne oldu?
Malezya’ya yaptığım ikinci yolculuktan bir ay sonra Ramazan Ayı geldi ve insanlar oruç tutmaya başladılar. Yanlarında kaldığım Malezyalı aileye niçin oruç tuttuklarını sordum. Onlar da orucu öncelikle Allah’ın emri olduğu için tuttuklarını, oruç sayesinde fakirlerin açlık nedeniyle çektikleri sıkıntıları hissettiklerini ve bu insanlara karşı olan yardım duygularının daha da arttığını söylediler. Bu açıklama beni etkilemişti ve fakir insanların çektikleri açlığı hissedebilmek için ben de Malezyalı Aile ile birlikte oruç tutmaya başladım. Müslüman olmadığım halde Malezyalı Aile ile birlikte sahura kalkıyordum ve onlarla birlikte iftarda orucumu açıyordum. Oruç beni İslam’a daha da yaklaştırdı ve İslam’ın manevi dünyasını daha fazla hissetmemi sağladı. O dönem İslam’la ilgili bir çok kitap okudum; fakat Müslüman olmaya bir türlü karar veremiyordum. Çünkü İslam’ı daha iyi tanımam gerektiğini düşünüyordum. Ramazan’ın son haftası Almanya’ya geri döndüm ve Almanya’da da oruç tutmaya devam ettim. Ailem bu duruma çok şaşırdı ve benim Müslüman olduğumu düşünmeye başladılar. Aileme Müslüman olmadığımı; fakat oruç tutmayı çok sevdiğimi söyledim. Ramazanın son günü, sonradan Müslüman olan bir Alman’ı ziyaret ettim. İsmi Selma olan bu Alman 15 yaşında Müslüman olmaya karar vermiş.
-15 yaşında Müslüman olan Selma Hanım size nasıl Müslüman olduğunu anlattı mı?
Evet. Hıristiyanlıktaki çelişkilerin farkına varmış ve bütün dinleri araştırmaya başlamış. İnternette dinler üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akla en uygun dinin İslam olduğunu fark etmiş ve 15 yaşında Müslüman olmaya karar vermiş. Selma, hayatımda tanıdığım en zeki ve kültürlü insanlardan biriydi. Bana namaz kılmaya başlarsam İslam’ı daha iyi anlayacağımı söyledi ve bana namazı nasıl kılacağımı anlattı. Selma ile birlikte ilk namazımı kıldım. Namazdan büyük zevk alıyordum ve Müslüman olmasam da namazlarımı aksatmamaya çalışıyordum. Namaz her geçen gün beni Allah’a daha da yaklaştırıyordu ve İslam’ı daha iyi anlamamı sağlıyordu. Kendimi artık Müslüman olmaya hazır hissediyordum. Meryem adında Müslüman bir arkadaşım vardı. Meryem bana bir gün; “namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun artık Kelime-i Şehadet getirerek İslam’a girme vaktin geldi” dedi. Ben de bunu çok istediğimi söyledim ve 2006 yılında Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldum ve dünyada bir insana bahşedilebilecek en büyük nimete ulaştım.
“YENİ DOĞMUŞ GİBİYİM”
-Müslüman olduktan sonraki ilk anlarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Kalbimi büyük bir huzur kapladı ve kendimi temizlenmiş hissettim. Ayrıca Müslüman olduktan sonra bir anda milyonlarca kardeşe sahip olmanın mutluluğunu yaşamaya başladım. Allah Kuran’da bütün Müslümanların kardeş olduğunu söylüyor ve İslam’a giren her yeni kişi İslam Ailesi’ne dahil olmuş oluyor. Bu kadar büyük bir aileye mensup olmak beni son derece mutlu etti. Müslüman olduktan sonra Rabbimin sürekli benimle birlikte olduğunu hissediyorum. Bu his ruhumu sürekli canlı tutuyor. Daha sonra Muhammed Benga isimli Endonezyalı bir davetçinin mescidine gitmeye başladım. Bu mescitte benim gibi sonradan Müslüman olan bir çok Almanla tanıştım ve bu kardeşlerden İslam’la ilgili yeni bir çok bilgi öğrendim.
-Müslüman olmanız aileniz ve çevreniz tarafından nasıl karşılandı?
Annem herhangi bir tepki göstermedi ve dinimi seçmem konusunda özgür olduğumu söyledi. Babam ilk başlarda Müslüman olmama tepki gösterdi; fakat Müslüman olduktan sonra daha iyi bir insan olduğumu gözlemleyince tepki göstermekten vazgeçti.
-Son olarak neler söylemek istersiniz?
Müslüman olduğumuz için Allah’a sürekli olarak şükretmeliyiz. Bu bizim için çok önemli. Avrupalılar İslam’ı gerçekten bilmiyorlar. Yahudiler medyayı kullanarak sürekli olarak Avrupalılara İslam’ı yanlış anlatıyorlar. Biz Müslümanlar olarak öncelikle İslam’ı en iyi şekilde öğrenmeliyiz. Ayrıca davet çalışmalarına büyük önem verip İslam’ın gerçek mesajını en iyi şekilde insanlara anlatmalıyız.

10 Mayıs 2009 Pazar

AYDA 3 JAPON MÜSLÜMAN OLUYOR


Ensari Yentürk, 4 yıldır Tokyo Camii’nde görev yapıyor. Yentürk’ün çalışmalarına hayran kalan Meclis Başkanı Toptan, imamın görev süresinin uzatılmasını isteyecek
35 milyon nüfuslu Tokyo, 8 yıldır bir camiye ev sahipliği yapıyor. Şehir merkezindeki caminin imamı ise Ensari Yentürk... 4 yıldır Tokyo’da görev yapan Yentürk; Türkçe, Arapça, İngilizce ve Japonca olmak üzere 4 farklı dilde hutbe okuyor. İmam, Kurban Bayramı tatilini Tokyo’da geçiren TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın da beğenisini kazandı. Toptan, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile görüşüp Yentürk’ün görev süresinin uzatılmasını isteyecek. Eşi ve iki çocuğuyla yaşayan Yentürk, AKŞAM’a yaşamını anlattı:

JAPONCA’YA ALIŞMAK KOLAY DEĞİL: 2004 yılında Japonya’ya gelince gayet nazik, temiz ve disiplinli insanlara alışmak zor olmadı. Japonca’da 3 bin yazı karakteri var. Japonca’ya alışmak her yabancı için kolay değil. Yemek kültürlerinin bizimkinden oldukça farklı oluşu bir tarafa, helal yiyecek hassasiyeti de bizi sıkıntıya sokan konular.

İSLAM TERÖR DİNİ OLARAK GÖRÜLMÜYOR: Japonlar İslam’a karşı önyargılı değil. İslam’ı terör dini olarak görmüyorlar. İslamiyet’i daha yakından tanımak için İslam ülkelerine gidenler bile var. Bir ilaç firması yetkilisi, prospektüsteki hilal resminin Müslümanlar için bir sakınca oluşturup oluşturmadığını sorduğunda epey şaşırmıştım. Bu kadar saygılılar.


ÇOCUKLAR JAPON GİBİ DAVRANIYOR: Geldiğimizde çocuklarımız da epey küçüktü. Dolayısıyla anaokulundan başlayan bir eğitimle hiç yabancılık çekmediler. Şimdi Japonlar gibi davranıyorlar. Sıradan bir Türk’ün aksine, oldukça kuralcı oldular.

AYDA 3 JAPON MÜSLÜMAN OLUYOR: 600 kişilik camimizde cuma günleri cemaat 400’e kadar ulaşıyor. Ortalama olarak her ay 3 Japon Müslümanlığı kabul ediyor. Kabul edenlerin çoğu kadın.

MÜSLÜMANLIĞA GEÇERKEN AĞLADI: 20 yaşlarında bir kadın, dil öğrenmek için İngiltere’ye gitmiş ve orada İslam hakkında araştırmalar yapmış. Camimizde İslam’a geçerken hüngür hüngür ağlamaktan kelime-i şahadeti zor getirdi. Birkaç ay önce de kaza sonucu felç olan bir kadın hastanede Müslüman oldu. Hastane odasındaki törende o kadar mutluydu ki, o mutluluk hepimize sirayet etti. Bu iki olayı unutamıyorum.


24 Aralık 2008 Çarşamba

AVRUPA’DA EN HIZLI YAYILAN DİN İSLAM

Son yirmi yıldır dünya genelinde Müslümanların sayısında istikrarlı bir artış söz konusudur. 1973 yılında yapılan istatistikler dünya çapında Müslüman nüfusun 500 milyon olduğunu gösterirken, bugün bu rakam 1.5 milyara yaklaşmıştır. Her dört kişiden birinin Müslüman olduğu günümüzde, Müslümanların sayısının tarihte ilk defa Hıristiyanların sayısını geçtiği bildirilmektedir. Müslüman nüfusun sayısının yakın gelecekte daha da artacağı ve İslam'ın dünyanın en büyük dini haline geleceği tahmin edilmektedir. Bu istikrarlı yükselişin nedeni, sadece Müslüman ülkelerin nüfuslarının artış hızı değil, aynı zamanda diğer dinlerden ve kültürlerden pek çok insanın İslam'ı seçmesidir.

Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen terör saldırısının ardından İslam’a yöneliş daha da hızlandı. Başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyanın şiddetle kınadığı bu saldırı, bir anda insanların –özellikle Amerikan vatandaşlarının- dikkatlerini İslam'a çevirmelerine neden oldu. İslam'ın nasıl bir din olduğu, Kuran'da nelerin haber verildiği, bir Müslümanın sorumluklarının neler olduğu ve gerçek bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiği Batıda en çok konuşulan konular haline geldi. Bu ilgi doğal olarak pek çok ülkede İslam'a yönelen insanların sayısında önemli bir artış sağladı. Böylece 11 Eylül saldırılarının ardından pek çok kişi tarafından dile getirilen, "bu saldırının dünya tarihinin akışını değiştirecek bir olay olduğu" şeklindeki öngörü, bir anlamda gerçekleşmeye başladı. Uzun bir süredir dünya çapında yaşanan dini ve manevi değerlere dönüş süreci, bu olayla birlikte hak din olan İslam'a dönüş halini aldı.

Bazen bir gazete kupüründe, bazen bir televizyon haberinde duymaya başladığımız bu yönelişle ilgili gelişmeler art arda sıralandığında, yaşananların ne kadar olağanüstü olduğu görülecektir. Çoğu zaman sadece gündem maddelerinden herhangi biri gibi sunulan bu gelişmeler, aslında İslam ahlakının dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladığının çok önemli işaretleridir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda 'Avrupa'da İslam'ın yükselişi', 'Müslümanların Avrupa'daki konumu', 'Avrupa toplumları ve Müslümanlar arasındaki diyalog' gibi ana başlıklar altında toplanabilecek pek çok tez, araştırma ve makale yayınlanmıştır. Akademisyenler tarafından hazırlanan bu yayınların yanı sıra medya da, İslam ve Müslümanlar konusunu oldukça sık ele almıştır. Bu ilginin temelinde hiç şüphesiz Müslümanların sayısının gittikçe artıyor olması yer almaktadır. Üstelik bu artış iddia edildiği gibi yalnızca Müslüman ülkelerden Avrupa'ya yaşanan göçten kaynaklanmamaktadır. Elbette bu göçlerin de Müslüman nüfusun artışında bir etkisi vardır, ancak pek çok araştırmacının bu konuya yönelmesindeki asıl sebep, din değiştirip Müslüman olmayı tercih edenlerin sayısındaki artıştır. Nitekim 20 Temmuz 2004 Tarihli NTV haberlerinde “Avrupa’da en hızlı yayılan din İslam” başlığı altında Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan rapor ele alınmıştır. Raporda; Batılı ülkelerde, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından, İslam dinini tercih edenlerin sayısının daha da arttığı belirtilmiştir. Örneğin Fransa’da sadece geçen yıl Müslüman olanların sayısı, 30 ila 40 bin arasında artmıştır....

Katolik Kilisesi ve İslam'ın Yükselişi

Avrupa toplumları içinde İslam'ı seçerek din değiştirenlerin gittikçe çoğalmasını ilgi ile takip eden kurumlardan biri, merkezi Vatikan'da bulunan Katolik Kilisesi'dir. 1999 yılının Ekim ayında yapılan Avrupa Katolik Kiliseler Toplantısı'nın ana gündem maddesi yeni milenyumda kilisenin hangi pozisyonda olacağını değerlendirmekti. Toplantıya katılan hemen hemen tüm din adamlarının asıl olarak üzerinde durdukları konu ise İslam'ın Avrupa'daki hızlı yükselişi oldu. Toplantıda yapılan konuşmaları sayfalarına taşıyan National Catholic Reporter dergisinin verdiği habere göre, bazı radikal kişiler, Müslümanların Avrupa'da güçlenmesini engellemenin tek yolunun İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı hoşgörüden vazgeçmek olduğunu belirtirken, daha objektif ve tutarlı olan kişiler de her iki dinin de mensuplarının aynı Allah'a iman ettiklerinin dolayısıyla bu iki din arasında herhangi bir çatışma veya mücadelenin söz konusu olamayacağının altını çizmişlerdir. Öyle ki toplantının Almanca olarak yapılan bir oturumunda, Almanya Kardinali Karl Lehmann, "İslam'da, pek çok Hıristiyan’ın tahmin ettiğinden çok daha fazla çoğulculuk vardır" diyerek, radikallerin İslam ile ilgili öne sürdükleri iddialarında doğruluk payı olmadığını söylemiştir.

Kilisenin yeni milenyumdaki yeri belirlenirken Müslümanların hangi konumda olacağının dikkate alınması, aslında çok yerinde bir değerlendirmedir. Çünkü Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında %100'den daha büyük bir hızla arttığını göstermektedir. Bugün Avrupa'da, 3.2 milyonu Almanya'da, 2 milyonu İngiltere'de, 4-5 milyonu Fransa'da, diğerleri de başta Balkanlar olmak üzere Avrupa geneline yayılmış yaklaşık 13 milyon Müslüman yaşadığı bildirilmektedir. Ve bu rakam Avrupa nüfusunun %2'sinden fazlasını oluşturmaktadır
HARUN YAHYA
09 Haziran 2005

Polonyalı Agnieszka, Müslüman oldu


Müftü Ramazan Çortul, Müslüman olmak için başvuran genç kıza İngilizce olarak İslam dinini anlattı.Hıristiyan olan ve Polonya'da özel bir bankada çalışan Agnieszka, kelimeyi şahadet getirerek Müslüman oldu ve Ayşe ismini aldı.Bir dilekçe ile Osmaniye Müftülüğü'ne başvuran Agnieszka Sikora, Müslüman olmak istediğini beyan etti. Evraklarını tamamlayarak nişanlısı Mehmet, kaynanası Serpil ve kayınbabası Zeynel Besim Çiftçi ile müftülüğe gelen Agnieszka, burada sevinç gözyaşları arasında Müslüman oldu.Agnieszka'nın Müslüman olmak için kendilerine bir dilekçe ile başvurduğunu belirten Osmaniye Müftüsü Ramazan Çortul, "Kızımız kendi hür iradesi ile herhangi bir baskı altında kalmaksızın Müslüman olmak istediğini beyan etmiştir. Bugün müftülüğümüzde şahitler huzurunda kelimeyi şahadet getirerek Müslüman olan kızımız, Ayşe ismini aldı. Müslümanlığın unsurları kendisine anlatıldı. Bizlerde müftülük olarak ihtida belgesini tanzim ettik. Bundan sonraki yaşamlarında İslam'ın bütün güzelliklerini yaşaması için dua ediyorum." dedi.Müftü Ramazan Çortul, İslam'ı seçen Ayşe'ye Kur'an-ı Kerim hediye etti.

2009-03-18

http://www.habervaktim.com

Finli Teemu Hyytıa (Yusuf)


9 Eylül 2003 tarihli Helsinki Sanomat Gazetesi, Müslümanlar hakkında bilgi verdikten sonra Finlandiyalı 31 yaşındaki Teemu Hyytıa ile de bir görüşme yapıp onun sözlerine sayfalarında yer verdi. Yusuf ismini alan Hyytıa gazeteye şunları anlattı:
Bana genellikle neden İslam dinini kabul ettiğimi soruyorlar... Onlara, "Bu Allah'ın bir merhametidir" diyorum. Bana göre inanmak zamana ve mekana bağlanamaz, insanları inanmaya sevk eden, yöneten ve yön gösteren Birisi vardır. Kalpteki arayışı, ateşlemeyi ve bir şeye özlemi Allah meydana getirir. Onun emri dışında hiçbir şey olmaz. "İslam'la hayatım nasıl bir boyut aldı ve ne gibi faydalar getirdi?" diye sorulursa bunlara birçok örnek verebilirim. En önemlisi İslam'la ben hayat buldum, İslamiyet bana hayat verdi. Müslüman olduktan sonra yaşamaktan zevk aldım. İslamiyet hayatıma huzur getirdi. Namaz kılmak, oruç tutmak, ibadet etmek, bana erişilmez duygular veriyor. Bu benzersiz duygular hiçbir yerden satın alınamaz ve bulunamaz. Benim için en değerli hediye, bu duygulara sahip olup yaşamaktır.
İslamiyet hayatıma anlam verdi. Anlamsız bir hayat boştur. Günümüz dünyasında hayatını hiç uğruna yaşayan ve değer vermeyenlere rastlamak mümkündür. Günümüz insanlarının çoğu, madde peşinde gidiyor. Hayatlarındaki birçok değerli şeyleri görmüyorlar. Halbuki her şey verilmiş. İnsanların şükür edip mutlu olmaları gerekir. Bütün bunlara sahip olmanın yolu Allah'a yönelip Allah'tan istemektir. Sadece isteyelim, O verir. Kur'an âyetleri ve hadisler hayatıma yön verip âdeta bana öğretmenlik yapmış oldular. Onlar benim tek pusulam oldular. İslam inancı insanlar arasında fark gözetmez. Herkesi eşit görür ve bütün insanları kucaklar. Hiç kimseyi inanmaya zorlamaz. Bunun en iyi örneğini Osmanlı İmparatorluğu'nda görmek mümkündür. Osmanlı, dünyanın en süper gücüyken ve kendileri Müslüman oldukları halde, onlara tâbi olan diğer insanlara dinini yaşama özgürlüğünü vermiştir. Bunun en iyisini İstanbul'da cami, kilise ve sinagogları bir arada görebilirsiniz. İstanbul, benim çok merak ettiğim ve görmek istediğim bir şehirdi. Finlandiya'da tanıştığım Alpaslan Bey beni İstanbul'da bir geziye davet etti. Ben de zaten hep o hayalle avunmuştum, hep İstanbul'u görmeyi istemişimdir. İstanbul'da görmeyi çok istediğim yer Sultanahmet Camii'ydi. Çünkü her yerde resimlerini görüp merak etmiştim. İnanılmaz bir şey oldu. Çünkü konakladığımız yer Sultanahmet civarındaydı. İlk sabah namazımı Sultanahmet Camii'nde kılmak nasip oldu. Kapıdan içeri girdikten sonra dehâ üstü bir mimariyle karşılaştım. Bu mimariyi herhalde üstün bir zeka ve büyük bir servet inşa etmişti. Sabah namazından sonra güneş açmış, gün alaca karanlığa veda etmiş ve Sultanahmet Camii olduğu gibi karşıma durmuştu. Benim için bu, inanılmaz bir görünüştü. Çünkü şafak sökmeden önce minareler bulutların ve sisin içinde kaybolmuştu. İlk defa yakından ve çıplak gözle Sultanahmet Camii'ni görüp doya doya seyrettim. Ardından Süleymaniye Camii, Beyazıt Camii ve Sultan Eyüp el-Ensari Camii'ni gördüm. Âdeta bu camiler görünüşleriyle birbirleriyle yarış ediyorlardı. Sultan Eyüp Camii, İstanbul'dan ayrılmadan en son ziyaret ettiğim camiydi. Sabah namazına yarım saat kala Eyüp Camii'ne gelmiştik. Sabahın soğuğu dişlerimizi titretirken cami içi, avlusu ve dışı insanlarla dolup taşmıştı. Biz dışarıda kendimize çok zor bir yer bulmuştuk. Namazdan sonra söyleyecek bir şey bulamadım.
Topkapı, İstanbul'a gelenler için ayrı bir güzellik. Burada daha çok Osmanlı sultanlarına ait izlere, hayatlarını ve tarihi bir arada görmek mümkündür. Burada da bir şeyin farkına vardım. İyi ki ben de bu güzel dinle şereflenmişim. Şükürler olsun Müslüman'ım. İnsanlar hayatlarında birçok yanlış kararlar verebilir. Ben de hayatımda yanlış kararlar verip pişman olmuşumdur. Fakat bir şeyde eminim ki ve hiçbir zaman da pişman olmadığım Müslüman olmamdır.
Bütün hislerimle diyebilirim ki; çok mutluyum ve bu mutluluğum İslam'ı tanıdığım için olmuştur. Son olarak diyebilirim ki; Allah'ın bize verdiği son ve doğru din İslam'dır.
Abdullah Aymaz
Zaman
01 Ekim 2007, Pazartesi

Amerika’yı Çinli Müslümanlar keşfetti

Çinliler bu iki ismi asla unutmaz: Go Zhi ve Zheng He. Biri Çin’i tarihten silecek bir iç şavaştan muzaffer ayrıldı diğeri de Kristof Kolomb’dan yüzyıl önce ‘yeni dünya’yı keşfetti. Tarihin farklı zaman dilimlerinde yaşayan bu iki ünlü askerin ortak bir noktaları var; o da Müslüman olmaları. Ne çare, ataları tarih sayfalarında ihtişamla parlamasına karşılık torunlar, dinlerini muhafaza etmiş değiller. Sarayda görev yaptığı için hadım edilen ‘Zheng He’ bir tarafa ‘Go Zhi’nin torunları taoist.Birinin adı ‘General Go Zhi’, diğerinin, ‘Amiral Zheng He’. İkisi de Çin tarihinin efsaneleşen iki ismi. Biri Çin’i, tarih sahnesinden silecek bir iç savaştan ve kargaşadan sağ salim çıkardı, diğeri de Vasco de Gama ve Kristof Kolomb’dan neredeyse yüzyıl önce Amerika’yı keşfetti. Birbirinden çok farklı tarihlerde yaşamalarına karşılık ‘General Go Zhi’ ile ‘Amiral Zhenghe’nin bir ortak noktası var; o da Müslüman olmaları. Ancak atalarının aksine torunları dinlerini muhafaza edememiş. Sarayda görevli olan ‘Zhenghe’nin çocuğu olmadığı için nesli kaybolmuş, ‘Go Zhi’nin torunları da şartlara direnemeyip taoist olmuş. Büyük bölümü bugün Tayvan’da yaşayan Go ailesi, belki de atalarının dinine saygı göstermek için cuma günü domuz eti yemiyor. Çin’de aileler soyisimlerine göre biliniyor. Taoist olup atalarına taptıkları için şecerelerini iyi takip ediyorlar. Bu yüzden Go ailesi mensupları da tapınaklarının baş köşelerinde saklıyor Go Zhi’nin resmini.Köylülerden ordu kurarak savaş kazandıMüslüman General Go Zhi, 697 ila 781 yılları arasında yaşamış dahiyane fikirleri olan bir asker. Çin tarihindeki Tan devrinin bir vatandaşı. Sanchi’de doğmuş. Memur bir aileden geliyor. 749 yılında kendisi de sınava girip memurluğa hak kazanmış. Savaş dehası, çalışkanlığı ve azmi sayesinde kısa sürede yükselmiş. Çin tarihinin kırılma noktalarından biri olan ‘an she shen ran’ adlı iç savaşta imparatorun ordularını yönetmiş 755 yılında. Amaçları imparatoru devirmek olan ‘al Lusan’ eyaleti iç şavaşı başlatmış. İşte Go Zhi’nin bu savaşla birlikte ünü yayılmış. Tarihçiler “Eğer bu savaş kaybedilseydi Çin tarihindeki imparatorun şeceresi de değişirdi.” diyor. Bu savaştan sonra askerlerin Go Zhi’ye olan sadakati arttığı gibi Go Zhi’nin ordu içindeki nüfuzu da yükselmiş. Bir süre sonra imparator, Go Zhi hakkında çıkan olumsuz söylentileri de dikkate alarak ordusunu elinden almış. Bu arada ‘Tufan’ bölgesinden gelen ani bir saldırı ve saray içindeki ‘Chen’ adlı hizmetlinin durumu imparatora iletmemesi yüzünden imparatorluk saldırıya karşı savunmasız kalmış. İşte Go Zhi’nin tarihe geçecek dehası da burada ortaya çıkıyor. Bir avuç köylüyü toplayarak onlarla bir ordu kurup on binlerle ifade edilen askerlerin karşısına çıkmış ve bu köylülerle ‘Tufan’ın devasa ordusunu yenmiş. Her daim savaşa hazır yaşayan Go Zhi’nin en son 80 yaşında savaşa katıldığı biliniyor. Zaten 5 yıl sonra da hayata gözlerini yummuş.Bu iki savaştaki başarısından dolayı Çin tarihinde efsaneleşen Go Zhi’den yaklaşık 600 sene sonra bu sefer sahneye Çin tarihinin dünyada en fazla tanınan amirali; Zheng He çıkıyor. Zheng He, 1371 ile 1435 yılları arasında yaşamış bir denizci. Ma Sanbou olarak da biliniyor. Ma soyadı genellikle Müslümanlar için kullanılıyor. Sanbou denmesinin sebebinin, isminin Abdül Sabbur olmasından kaynaklandığı tahmin ediliyor. İmparatorluk sarayına hizmetli olarak girebilmesi için küçük yaşta ‘hadım’ edilmiş. Sarayda imparator ailesine yakınlığı ve zekasıyla kısa sürede yükselerek denizlere açılmış. Yedi kez sefere çıkmış. Aynı yıllar Çin’in deniz gücünün yüksek olduğu bir dönem. Öyle ki Çin’in aynı tarihlerde 3 bin 500 gemilik bir filosu varken bugün bile ABD’nin deniz gücünde sadece 324 gemi bulunuyor. Zheng He, sefere 200 parçalık bir filo ile çıkıyor. Kendi gemisiyle birlikte, gelecek 500 yılın da en büyük filosu bu aynı zamanda. Gemisinin uzunluğu 400 feet. Bu, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfettiği geminin Zheng He’nin yelkenlesinin yanında minyatür gibi kaldığını gösteriyor. Filosunda atları ve diğer hayvanları taşıyan gemiler, askerleri taşıyan yelkenliler, devriye sandalları ve 20 adet su tanker gemisi bulunuyordu. 28 bin kişilik filoda, başta Arapça olmak üzere diğer dillere çeviri yapan tercümanlar, hava tahmini için astrologlar, yön tayini için astronomlar, tedavi için doktorlar, eczacılar, gemi ustaları, iki protokol memuru hatta imam ve Budist rahipler bile vardı. Bütün gemiler yolculuk sonuna yetecek kadar yiyecek ile doluydu. Yabancıların yiyeceklerine muhtaç olmamak için gemilerin bazı bölümlerinde meyve ve sebze yetiştiriliyordu. Chang Üniversitesi’nden Prof. Zhao’ya göre Zheng He, Kristof Kolomb’dan daha önce ‘Yeni Dünya’yı keşfetmiş bir amiral. Zhao, 1498’de Vasco de Gama üç gemi ile Afrika’ya gittiğinde oradaki insanların ince ve sık dokumalı kumaşlar giydiğini gözlemlediğini ileri sürüyor.Arada 80 yıl fark varChang Üniversitesi’nden Prof. Zhao, Zheng He’nin Kristof Kolomb’dan daha önce ‘Yeni Dünya’yı keşfettiğini söylüyor. Delili ise Meksika’da, Çin’in eski para birimlerine rastlaması. Kolomb’un Amerika’ya ilk çıktığında yerlilerin eski Çince kelimeler kullandığını fark ettiğini söylüyor. Yine Zhao, Kolomb ve Vasco de Gama’nın Çinlilerin haritalarını kopyalayarak yön tayini yaptıklarını iddia ediyor.Yedi kez sefere çıkan Zheng He’nin her seferi yaklaşık iki yıl sürmüş. Bu seferlerinde sırasıyla Hindistan, Tanzanya, Amerika ve Somali’ye gitmiş. 1434 yılında Hindistan’da 65 yaşında iken ölen Zheng He’nin mezarı da Kalküta’da bulunuyor. Yolculuğu sırasında hac farizasını da yerine getirip ‘hacı’ olan Zheng He’nin doğum yerine yaşadığı Ninjing’de de anısına bir park ve anıt yapılmış. Hakkında çok sayıda makale ve roman yazılan Zheng He’nin adına Endonezya ve Java’da birçok tapınak inşa edilmiş. Örneğin, Endonezya’nın Semarang şehrinde Zheng He adına yapılmış bir taoist tapınağı var. Endonezyalılar ona iyi şans getirmesi için dua ediyor. 2002 yılında Endonezya’da, adına, burada Çinli Müslümanlar bir cami yapmak için kolları sıvamışlar. İşin ilginç tarafı, bu camiye para verenlerin yüzde 80’i Müslüman.Cami, tapınak olduÇin’e Müslümanlık güneyden, Fukyan’daki Chun Cow şehrinden gelmiş. Çinliler İslamiyet ile Türklerden önce tanışmış. Bu şehirde bin küsur yıllık cami var. Güneyde yaşayan Go ailesi de daha ilk yıllarda İslamiyet ile tanışmış. Bu geniş ailenin bir kısmı da 250 yıl önce Tayvan’ın Lugan şehrine göçmüş. Lugan, Tayvan’ın Çin’e en yakın bölgesi. Go ailesi, Lugan’a gelir gelmez cami yaptırıyor. Fakat çevre tamamen taoist olduğu için din yeni kuşaklara gerektiği gibi aktarılamamış. 1890’da Tayvan’ı işgal eden Japonya, burada 50 yıl kalınca Go ailesinin Çin ile diyaloğu iyice zayıflamış. Dolayısayla bu ülkeden düzenlik olarak gelen imamlar artık gelmediği gibi dini bilen yaşlıların da ölmesiyle genç nesil dinden iyice kopmuş. Japonlar çekildikten sonra bu sefer Çin’de iç savaş çıkmış. Komünizm iktidara gelince Çin ile irtibat yine kesilmiş. Go ailesi de bu süre zarfında tamamen asimile olmuş. İslamiyet’ten geriye ailenin yaşadığı yerde bir tapınak haline getirilen cami kalıyor. İçinde dedelerine ait eşyaların yer aldığı 15 tane heykel var. Aile şimdi tütsü yakıp bunlara tapıyor. Taptıkları heykellerden birisi de ‘Go Zhi’ye ait. İşin ilginç yanı ailenin hepsi dedelerinin Müslüman olduğunu kabul ediyor. Belki bu yüzden ailede cuma günleri domuz eti yemek yasak. Bugün Tayvan’da Go ailesine mensup 600 kişi yaşıyor.

3 Mayıs 2009 Pazar

Dünyada İslam Ahlakı'nın Hızlı Yükselişi Sürüyor

Belçikalı Kadınlar İslam'ı Seçiyor
Son zamanlarda İslamiyet'in hızla yayıldığı ülkelerin başında gelen Belçika'da Müslüman olanların sayısında büyük artış olduğu bildirildi. Konuyla ilgili bilgi veren Brüksel'deki İslam Merkezi sözcüsü Abdel Kadet, ''İnsanlar bizim, medyanın yansıttığı tablodan farklı olduğumuzu keşfediyor. İslam'ın şiddet ve terör dini olarak lanse edilmek istendiğini, ancak bunun tamamen asılsız olduğunu günden güne fark ediyorlar" diyor. Belçika'da 2003 yılında 300 kişi Müslüman olurken, bu sayı 2004'te 400'e ulaştı. Özellikle Belçikalı kadınlar İslam'a yoğun ilgi duyuyor.
Amerika'da Müslümanların Sayısı Artıyor
Washington Post gazetesinin haberine göre, Amerikalı Müslümanlar toplumun her kademesinde ordu dahil kendini göstermeye başladı. Yeni kurulan "Müslüman Askeri Birliğin" Başkanı Hava Subay Talip Şerif; "1,4 milyon personelli ABD ordusunda, Müslümanlığını açıklayan 18 bin civarında asker var" diyor. Amerika Deniz Kuvvetleri'ndeki askerler arasında İslam dinine girenlerin çoğalması ve bu sayının 7 bine ulaşması üzerine Amerikan Bahriyesi, bahriyecilik sembollerinde bir değişiklik yaparak, daha önce var olan Hıristiyanlık sembolü haç ile Yahudiliğin sembolü yıldızın yanına İslam'ın sembolü olan hilali de koydu. CNN'in haberine göre, son 12 senede Amerika'da 1200 cami, 400 okul, 351 tane İslam merkezi inşa edilmiş. Chicago'da İslami Merkez Sevinci Chicago'daki en büyük İslami Merkez, birçok siyasetçi, din adamı ve çocukların katıldığı gösterişli bir törenle yeniden açıldı. Cami ve İslami okulun yanı sıra rekreasyon bölümü de bulunan merkezin iki yıl aradan sonra tekrar hizmete açılması özellikle eyalette yaşayan genç Müslümanlar tarafından büyük bir sevinçle karşılandı.
Güney Amerika'da Müslüman Nüfus Artmaya Devam Ediyor
Güney Amerika'nın farklı şehirlerinde yaşayan Müslümanların sayısının 4.000.000 civarı olduğu bildirilidi. Güney İslami Organizasyon Başkanı Muhammad Yusuf Hajir burada yaşayan Müslümanların ekonomik durumlarının bulundukları bölgeler arasında farklılık gösterdiğini ancak hepsinin ortak bir özelikleri bulunduğunu, hepsinin aile değerlerine çok bağlı olduklarını ve birbirlerine karşı çok toleranslı davrandıklarını belirtti. Hajir, Güney Amerika'da Müslümanların varlığının kıtanın 1492'deki keşfinden önceye dayandığını ve bunu doğrulayan birtakım İslami el yazmaları bulunduğunu söyledi.
Filipinler'de İslam Dersleri
Mindanao'daki Kral Faysal İslami Çalışmalar Okulu'na kayıtların Amerika'daki 11 Eylül saldırıları sonrasında fark edilir derecede arttığı belirtiliyor. Merkez, İslam tarihi, uluslararası ilişkiler ve Arapça eğitimi konularında 4 yıllık üniversite eğitimi sunuyor. Mindanao Yerel Üniversitesi Arap ve Asya Eğitimleri Kral Faysal İslami Merkezi dekanı Dr. Hamid Barra, bu dönemde toplam 318 öğrenciyle, geçen dönemden 58 öğrenci daha fazla kayıt ettiklerini belirtti. Üniversite dekanlarından Dr. Talib Benito üniversitede "İslam ve Terörizm" adlı teröre karşı İslam öğretilerinin anlatılacağı bir dersin de konulacağını ekledi
. Almanya'da Müslümanlık Artıyor
Yapılan bir araştırma Almanya'da yaşayan Müslümanların dinlerini yaşama oranının gittikçe artmakta olduğunu ortaya koydu. Anket çalışması düzenleyen TAM şirketinin Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen tarafından yapılan açıklamada, "Günümüzde, Avrupa Birliği'ne üye 25 ülkede yaşayan Müslümanların toplam sayısı 15 milyonu geçmektedir. Bu ülkelerin başında 5 milyonluk Müslüman nüfusuyla Fransa gelirken, onu sırasıyla Almanya (3,4 milyon), İngiltere (1,6 milyon), Hollanda (700.000), İtalya (700.000), İspanya (400.000), Belçika (380.000) ve Avusturya (370.000) takip etmektedir” denildi. Araştırmada çıkan bir başka sonuçta ise kendisini dindar ve çok dindar olarak tanımlayanların toplam oranının geçtiğimiz 5 yıl içerisinde % 57'den % 72'ye yükseldiği açıklandı.
İslam Avrupa'yı Kuşatıyor
Camiye Gidenler Arttı İslamiyet, Londra saldırılarına rağmen İngilizler arasında hızla yayılıyor. İngiltere'de son birkaç yılda 15 bin kişi Müslüman oldu. İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre, ülkedeki Müslüman toplum bu hızla artmaya devam ederse, 2013 yılında düzenli olarak camiye giden Müslümanların sayısı Pazar günleri ayin için kiliseye giden Hristiyan sayısını geçecek. Eğitimciler Çoğunlukta Daily Telegraph gazetesi, 2040 yılında İngiltere'deki Müslüman sayısının Hristiyan sayısını geçebileceğini yazdı. İslamiyet'i seçen İngilizlerin büyük çoğunluğunun iyi eğitimli, orta sınıf mensubu, orta yaşlı ve daha çok kadınlardan oluşmasına dikkat çekiliyor. Müslüman kuruluşların liderlerinden Batul El Tuna, İslamiyet'i seçen İngilizlerin 30 ila 50 yaş arasında olduklarını söyledi. Gelişmeler Etkili El Tuna'ya göre, suç olaylarının artması, dağılan aileler, uyuşturucu ve alkol bağımlılığının artması İslamiyet'e ilgiyi artırdı. Daily Telegraph gazetesi ise, İslam'ı seçen ünlülerin, İngilizler arasında Müslümanlığın popülaritesini artırdığını yazdı. İngiltere'de halen 1 milyon 600 bin Müslüman yaşıyor. Yüzyılın Yükselen Değeri İslamiyet Dünyaca ünlü Amerikan CBS kanalının internet sitesi CBSNews.com'da yayınlanan araştırma sonuçlarına göre İslam dini son yüzyılda dünya genelinde bütün kıtalarda yükselen değer oldu. Buna göre 1900 yılında dünyadaki Müslüman nüfus rakamları ile 2000 yılındaki Müslüman nüfus arasında kıtalar bazında büyük artış göze çarpıyor. Araştırmaya göre en büyük yükseliş Afrika kıtasında yaşandı. CBS'te yayınlanan rakamlara göre 1900 yılında Afrika kıtasında yaşayan Müslümanların bütün kıtaya oranı yüzde 32 iken, 2000 yılında bu oran yüzde 40,5'e yükseldi. Asya kıtasında ise Müslüman nüfus yüzde 16,3'ten yüzde 22,5'e yükseldi. Avrupa'da da durum yükseliş yönünde. Buna göre 1900 yılında Avrupa'daki Müslüman oranı yüzde 2,3 iken aradan 100 yıl geçtikten sonra bu oran iki puan artarak yüzde 4,3'e yükseldi. 1900'lü yıllarda Müslüman nüfusun çok azınlıkta olduğu Amerika kıtasında da İslamiyet hızla yayılıyor. Bilhassa son günlerde İslam'ın aşırı ilgi görmeye başladığı haberleri gelen Latin Amerika'da Müslüman nüfus oranı yüzde 0,1'den yüzde 0,3'e yükselmiş durumda ve bu oran gittikçe artıyor. Kuzey Amerika'da ise 1900'lü yıllarda kıtadaki Müslüman oranı yüzde sıfır olarak belirlenmiş iken 2000 yılında yapılan araştırmada kıtanın yüzde 1,4'ünün Müslüman olduğu tespit edilmiş. CBS'in yayınladığı sonuçlara göre Okyanusya'da da yüz yıl önce Müslüman oranı yüzde 0,2 iken şimdi ise yüzde 1'in üstünde seyrediyor. İslam Avusturya'yı Fethediyor İslam Dini Kurulu Başkanı, aynı zamanda da Avusturyalı Müslümanların temsilcisi konumundaki Enes Şakfeh, İslamiyet'in ders olarak, Avusturya okullarına ilk girdiği senenin 1982-1983 eğitim-öğretim dönemi olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: "O zamanlar, 200-220 öğrenci için, sadece 5 öğretmen bulunuyordu. Bugünse Müslüman öğretmenlerin sayısı 300'e, İslam dininin okutulduğu okul sayısı ise, Avusturya'nın genelinde, 1800'e ulaştı. İslam dininin ders olarak verildiği okullara, 3000 farklı okuldan öğrenci, İslam dinini öğrenmek için geliyor. Ayrıca İslam Kurulu'na ait 12 okul ve bu okullarda ders veren toplam 60 öğretmen var. Birçok Avusturyalı Hristiyan Müslüman oldu. Artık İslam Avusturya'yı fethediyor." İslami Meclis Başkanı Doktor Abdulfettah Baherah da, Avusturya İslami Enstitüsü'nün kurulmasının Müslümanlar için çok önemli bir aşama olduğunu, özellikle ılımlı yaklaşımlarıyla Avrupa'da İslam'ın yayılmasına büyük katkılarının olacağını ifade etti. Bu arada 8 milyon nüfusu bulunan Avusturya'da, 350-400 bin civarında Müslüman yaşıyor.Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 15. sayı (Eylül 2005) 2. sayfada yayınlanmıştır.

Uyuşturucu batağından İslam'ın kucağına

Uyuşturucu batağından İslam'ın kucağına
Genç Müslüman Partisi’nin listesinden mahalli seçimlere girerek binlerce kişinin oyunu alan Jan François Bastan, Belçika'da İslam dininin yükselişini anlattı.
Onu Belçika'da tanımayan yok. İslam'a bağlılığı kırk yıldan fazladır devam ediyor. Jan François Bastan Müslümanların Belçika'da diğer insanlarla aynı seviyede hak ve özgürlüklere sahip olmasını savunuyor. Bastan uzun, gür, kınalı sakalıyla Belçikalı Genç Müslüman Partisi'nin listesinden mahalli seçimlere girerek beş bin kişinin oyunu almayı ve Belçika'da İslam'ın sembolü haline gelmeyi başarmış. Müslüman olarak yaşadığı uzun yıllar onu Belçika'nın bir fenomeni haline getirmiş durumda. Bastan, Belçika'da Müslümanların diğer etnik ve dini gruplarla eşit ve aynı haklara sahip olması gerektiği yönündeki tezleriyle Belçika'da sağ kesimden zaman zaman tepki toplamakta. Tüm tepkilere rağmen İslam'la adaptasyona çağırırken aynı zamanda, hiçbir kompleks ve korku duymadan Belçikalıların içlerinde emperyalist dönemden kalma göçmenlere karşı olumsuz duygularla hesaplaşma çağrısında bulunuyor. Bastan, Brüksel'de, gelişmekte olan partisinin karargahı haline getirdiği evinde kendisiyle ilgili soruları cevaplandırdı. - Janne François Bastan kimdir? - Bu, benim İslam'la tanışmadan önce aldığım bir isim. Şu anki adım Abdullah. İnsanlar İslam'la tanışmadan önceki ismimi sorduğunda onlara “hatırlamıyorum” diyorum. Belçika'da seçimlere girmeyi düşündüğümde seçim bildirge ve pankartlarına orijinal adımı yazıyor ve insanlara “Ben Janne François Bastan'ım. Şimdi Abdullah oldum.” diyorum. Benim Abdullah olarak isimlendirilmemin hikayesi İslam'la müşerref olmadan öncesine dayanır. Bir gün Fas'ta iken bir çocuk geldi ve bana “Sen Abdullah'sın..Sen Abdullah'sın..”dedi. Bu nedenle İslam'la müşerref olduktan sonra da Abdullah ismini tercih ettim.” Sadece adımı değiştirmedim, aynı zamanda hayatımı ve düşünce biçimimi de değiştirdim. Belçika'daki ebeveynime söz verdim ve onlara “Bugün ben Abdullah oldum.Namazlarımı kılıyorum. Sizin yediğiniz yemekleri yemiyorum. Bu, İslam'dan önceki hayatımı inkar edeceğim anlamına gelmez.” Durum aslında şu an ki “Ben”den başka bir “Ben”le ilgiliydi. Şu anda daha çok onları İslam'a davet edebilmek için gençlerle hemhal oluyorum. Onlara 'Ben İslam'a geçebildiysem siz de bunu başarabilirsiniz' diyorum. Onlara şöyle sesleniyorum: “Ben karanlıkta kalmış, uyuşturucu kullanan ve içki içen bir genç olarak hayatımı değiştirebildiysem size d emesa<ım şudur ki Siz de aynı şeyleri yapabilirsiniz.” -Sizi İslam'a götüren şey neydi? - 60'lı yıllarda Hippi modasının olduğu dönemlerde Fas'ın Marakeş şehrine haşhaş ve uyuşturucu aramak için giderdik. O dönemde ben daha 26 yaşındaydım. Aslında uyuşturucu için gitmemiştim. Aslında ruhani/mistik bir arayış içerisindeydim. İslam'la karşılaşacağımı ya da tanışacağımı bilmiyordum. Ama burjuva ailemin yaşamakta olduğu konformist hayatla olan bütün bağlarımı kesmem durumunda bana uygun bir şeyi bulacağımdan emindim. Babam üniversitede öğretim üyesiydi ve benim iş bulmak ya da para kazanmak gibi bir derdim yoktu. Gerçeği aramaya çalıştım, bu çerçevede resim yapmaya başladım. Hakikati uyuşturucularda ve marjinal olan şeylerde aradım. Allah'ın varlığına inanmaktaydım, ancak Katolikliğe inanmıyordum. Fas'tan döndüğümde İslam'ı kabul etmeyi düşünüyordum. Ancak dönüşte Brüksel'in banliyölerinden birinde bulunan bir Ortodoks manastırına gittim. Kendi kendime, arayışım konusunda Hıristiyanlığa son bir şans vereceğimi söylüyordum, ve kendi kendime Hırstiyanlığı terk ederek belki de hata yapmış olacağımı soruyordum. Manastırın ortasında bunu tecrübe edeceğime söz verdim ve tam bir sene ruhbanlık yaptım. Fakat senin sonunda manastırdan kaçtım çünkü bu ruhbanlara karşı bütün güvenimi yitirmiş ruhbanlığa hiçbir inancım kalmamıştı. Daha sonra hemen Fas'a döndüm. Sonunda Hıristiyanlığın bana hakikatı veremeyeceğini anladığımda Batı'nın sorularıma cevap vermesinin imkansız olduğunu da anlamıştım Batı, o dönemde yani 40 yıl önce benim açımdan başka bir dünyaydı, yani Avrupa'dan Doğu'ya geçişi temsil ediyordu. Tanca'ya gittiğimde dehşete düştüm. Çünkü manastırda terk ettiğim, başı örten, cilbabla bornoz giyen sakallı ruhbanlar burada karşıma çıkmışlardı. Tancalılar tıpkı ruhbanlar gibi giyiniyorlardı ama kendilerini bir manastıra kapatmamışlardı. Her gün namazlarını kılıyor, aynı zamanda çalışıyor, evleniyor ve hayatlarını yaşıyorlardı. Gerçekte Tanca'da hayata açık kocaman bir manastır bulmuştum. Bu, benim Hıristiyanlıkla sorunumun özüydü. Küçüklüğümde iki hayalim vardı; Birincisi “doktor” olmak ikincisi de “rahip” olmak. Bu nedenle insanlar benle alay ederlerdi, ki bunların başında annem geliyordu. Tanca'da fakirler ve gariban insanlarla birlikte yaşadım. Müslümanların dayanışması çok hoşuma gitmişti. Dini bir derse katılarak ve Kuran okuyarak değil Müslümanlarla Marakeş'teki 'Fena' camiinde birlikte olmamın ardından Müslüman olmaya karar vermiştim. Fakirler aracılığıyla İslam'a yaklaşmıştım Bir gece hatırlıyorum Marakeş'te bir kahvede otururken ayakları çıplak, üzerinde eski püskü elbiseleri olan fakir biri yanıma yaklaştı ve bana Fas lehçesiyle “Her şey mevcuttur” diye seslendi. Materyalist dünyanın merkezi olan Avrupa'dan gelen ve neredeyse her şeye malik olan bir ailenin çocuğu olarak onun bu sözüyle şoka girmiştim. Maddi olarak her şeyin bulunduğu ama içi boş bir dünyada bir dünyada olduğumuza inanıyordum. Ancak bu tür örnekler beni İslam'a yaklaştırdı. - Peki, sizin İslam'ı kabul etme konusunda kesin karar vermenizi sağlayan şey ne zaman gerçekleşti? - Bir gün Fena meydanında dolaşırken tanınmış Pakistanlı alim Ebu Ala el-Mevdudi'nin yazdığı “İslam Nedir?” adlı Fransızca bir kitap buldum. Kitapta 'İslam bütün insanların dinidir.” ibaresi geçiyordu. Bu cümle benimle çevremdeki Faslılar arasındaki engeli kaldırmıştı. İslam'ın herkesin dini olduğu gerçeğini kabullenmiştim, bu din sadece Faslılara ya da Araplara ait bir din değildi. O zaman İslam'a girmeyi kabul ettim. - Şu anda, İslam'ı kabul ettikten 40 yıl sonra Belçika'daki durumları nasıl görüyorsun? - Benim ülkem İslam. Ben Müslüman'ım ve benim ülkem bütün İslam ülkeleri. Tıpkı Muhammed Abduh'un bütün ülkeleri dolaştığı gibi ben de dolaşmaktayım. Sorunuza dönecek olursak Fas'a gitmeye ve orada İslam'a girmeyi kafama koyduğumda benim için Batı ve Belçika bitmişti. Bu dönemde aileme benim iyi olduğumu bildiren mektuplar gönderiyordum. Beni Belçika'ya bağlayan tek şey buydu. İkamet iznim Fas'ta sona erdiği için beni ülkeden sınır dışı ettiler. Belçika'ya dönerek Fransızca dersler vermeye başladım. Sonra yine Fas'a döndüm ve yine ikametimin sona ermesiyle beni yeniden sınır dışı ettiler. Ancak bu sefer İslam'a girmiştim ve tek amacım bana İslami kimliğimi kazandıran Fas'a yeniden dönmekti. Ancak Allah (c.c.) istemedi ve sonra Madrid'e sınır dışı edildim. Orada Faslı fakir mültecilerle birlikte kaldım, onlara kendimi bir Müslüman olarak takdim ettim, ve ilk kez kelime-i şehadet getirdim. Sonra Belçika'ya döndüm, evlendim ve kendi ülkemde İslam'ı yaşamam gerektiğine karar verdim. Evime döndüğümde uyuşturucu almaya son verdiğimi öğrenen ve yaşadığım değişikliklere tanık olan ailem beni sevinçle kucakladı. Annem bana “İslam'ın iyi bir din olduğu çok açık.” dedi. - Fakat sen sıradan bir Müslüman olmayı tercih etmedin, yaşadığın ülkede önemli bir siyasi ve toplumsal bir işlev görüyorsun? - Müslüman olduktan sonra geçirdiğim 30 yıl boyunca İslam'ı daha fazla tanıma fırsatı buldum. Fas'tan sınır dışı edildikten sonra önce Pakistan'a sonra Türk bir kadınla evlendiğim Türkiye'ye gittim. Orada maişetimi kazanmak için taksi şoförlüğü yaptım. O dönemde Refah Partisi ve Necmettin Erbakan'la birlikte siyasi çalışmalar yürüttüm. Türkler beni uzaktan gelen örnek bir Müslüman olarak takdim ediyorlardı. Sonra bir çok Rap ve İslam ülkesine gittim. Müslümanlarla tanıştım, İslam'la Müslümanlar arasındaki farkı görme imkanına sahip oldum. Bu da beni Belçika'ya dönerek oburada bir şeyler yapmaya sevk etti. Dönmemin ardından Müslümanların neredeyse bir Getto'da yaşamakta olduklarını ve Belçika toplumuna açılım yapma gibi bir dertlerinin olmadığını fark ettim. Müslümanlıklarını camilerde ve kendi özel derneklerinde yaşıyorlardı. Onlara topluma açılmamız ve insanlarla birlikte yaşamamız gerektiğini söyledim. Topluma nasıl açınılacağı hakkında arkadaşım Erbakan'dan çok şey öğrendim. Onun anlattıkları beni daha da azimlendirdi. Belçikalılara, ülkede yaşadıkları halde içlerine kapalı bir hayat yaşayan Müslüman göçmenler gibi olmayan bir Müslüman olduğunu anlattım. Baçzıları Belçika pasaportu taşımasına rağmen bir çoğu göçmen olması hasebiyle alt sınıf mantığıyla ve kompleksli bir şekilde hareket ediyorlardı. Ben de onlara “Siz Belçikalısınız ve Müslümansınız..Başlarınızı kaldırın..” diyorum. 2002 yılında Belçikalı Genç Müslümanlar Partisi'ni kurdum, mahalli seçimlere parti başkanı olarak girdim, amacım Müslümanlığından utanmayan, kendi sorunlarını kendileri çözen Belçikalı Müslümanlar meydana getirmekti. Bir çok kişiyle iyi ilişkilere sahip olmama rağmen, benim ortaya attığım fikirlir bir çok gencin ve Müslüman derneklerin benden uzaklaşmasına neden oldu. Bazı medya ve basın yayın organları bu korkuyu kullanarak benim ülkede Şeriat tatbik etmek istediğimi iddia ettiler. Güye ben iktidara gelirsem başları kesecekmişim. Bu kesinlikle doğru değildi, amaçları benim imajımı çarpıtarak yıpratmaktı. - Peki öyleyse Belçika'da yapmak istediğiniz şey nedir? - Müslümanlar ve Gayr-ı Müslimler arasında her konuda tam bir eşitlik..Şeyat Hıristiyanların kiliselerinde çan çalma hakları varsa bizim de vatandaşlar olarak ezan okuma hakkımız olmalı. Ancak beni bu dediklerimden ötürü şeytanlaştırdılar, beni Üsame bin Ladin'in ve Radikal İslam'ın temsilcisi yaptılar. Radikalizm dinime ve haklarıma sahip çıkmaksa ben radikalim. Ancak başkalarının hakkını gaspetmem, kendi inançlarımı başkalarına dayatmam. Ben örneğin normal ve meşru cinsel ilişki dışındaki bütün ilişkilere karşıyım ama sadece öğütle yetinirim. Ben domuz eti yemem mesela. - Belçika'da nasıl bir İslam istiyorsunuz? - Ben anayasal olarak dini istediğim gibi yaşama hakkımın garanti altına alınmasını istiyorum. Ayrıca Müslümanlığımı Türkiye'de, Cezayir'de ya da Mısır'daki Müslümanların yaşadığı gibi yaşamak istemiyorum. İslam, Belçika'da henüz misafir, bizler daha yeniyiz. Hedefimiz İslam'ı insanlara tanıtmak. Ben İslam'ı başkalarına dayatmak gibi bir çaba içerisinde değilim. İnşallah, bir gün kardeşlerimizin İslam dünyasında yaşadıkları gibi İslam'ı Belçika'da yaşayacağız. - İslam'ın Belçika'da yeni olduğunu söylediğinizde istemeden emperyalistlerin aşağılayıcı yaklaşımının tuzağına düşmüş olmuyor musunuz? - Hayır, kesinlikle. Bizim bu ülkede Müslümanlar olarak karar alma mekanizmalarından uzak olduğumuzu anlamamız lazım. Benim tek istediğim, dinimizi ve Müslümanlığımızı özgürce yaşama hakkının bize verilmesi. Bu hak şu anda bize tanınmıyor. Bizim susmamızı istiyor ancak bizler susmayacağız.
http://www.haberaktuel.com/

Bulgar ve Belçikalı 2 turist Müslüman oldu


Antalya'nın Serik ilçesinde yaşayan iki yabancı İslam dinini seçti.
1,5 yıl önce Belçika'da emekli olduktan sonra Belek'e yerleşen Anton Lucien Schonkven ile 3 yıldan bu yana tatil maksatlı Antalya'ya gelen Bulgar Definka Petrova Georgeva, Serik Müftülüğü'nde düzenlenen törenle Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldu. Definka, Define adını alırken, Belçikalı Anton'a ise Ali ismi verildi. Duygularını dile getiren Anton Lucien Schonkven, "Çok sevinçliyim. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum." dedi. Bulgaristan'da yaşayan ve 3 yıldır tatil amaçlı Türkiye'ye gelen Definka Petrova Georgeva, hiçbir baskı altında kalmadan İslam'ı seçtiğini ve son derece mutlu odluğunu söyledi. Serik Müftüsü Mustafa Altun, Müslümanlığı en güzel şekilde yaşamak için İslam'ın en güzel şekilde öğrenmek gerektiğini belirterek, Defne ve Ali'ye belge vererek Kuran- ı Kerim hediye etti.
Zaman31 Ocak 2008,

Belçikalı gelin müslüman oldu


Antalya'da bir benzin istasyonunda çalışırken tatile gelen Finlandiya asıllı Belçikalı bir turistle tanışan Şanlıurfalı genç, Türk gelenek ve göreneklerine göre evlendi.
Balıklıgöl'e gelen çift balıklara yem atıp Hazreti İbrahim Peygamberin ateşe atıldığı mağara da su içip dua etti.
Belçikalı gelin nikah salonunda ise tüm davetlilerin huzurunda başını örterek kelimeyi şahadet getirdi. Daira olan adını ise Derya olarak değiştirdiğini duyurdu.
Geçtiğimiz aylarda Antalya'nın Alanya ilçesine gelen Darai Patni (40) sahilde gezdiği sırada benzin istasyonunda pompacı olarak çalışan Şanlıurfalı Mehmet Cüneyt Karabulut'la (38) tanıştı. 2 genç arasındaki arkadaşlık kısa sürede aşka dönüştü. Tatili biten Darai ülkesine döndükten sonra görüşmelerini telefon ve internet üzerinden sürdürdü. Bunun üzerine aşıklar, evlenmeye karar verdi. Alanya'da tanıştığı Türk genciyle evlenmek için Türkiye'ye gelen Belçikalı Darai Patni, Müslüman olarak 'Derya' adını aldı. Türk örf ve adetlerine göre evlenen Belçikalı gelinle damat daha sonra Balıklıgöl'e gitti. Beyaz gelinlikler içerisinde Balıklıgölü gezen mutlu çift burada balıklara yem atıp türbede dua etti.
Hazreti İbrahum'in ateşe atıldığı mağaraya giden Belçikalı gelin ve damat burada şifalı sudan içip başörtüsüyle dua etti. Eşi Mehmet'le tanıştıktan sonra İslamiyet konusunda araştırmalarda bulunduğunu ve merak ettiği tüm soruların cevaplarını hem eşi hem de yaşadığı Belçika'da bulunan Müslüman Türklerden öğrendiğini anlatan Darai Patni, Müslüman olmayı tercih ettiğini ve ailesinin de bu karar saygı duyduğunu söyledi.
Balıklıgöl'de ilk kez el elle tutuşmuş gelin ve damat gören yerli ve yabancı turistler bu anı cep telefonlarıyla kaydetti.
Eşinden çok etkilendiğini dile getiren Mehmet Cüneyt Karabulut, "Eşimle 10 aydır bir ilişkim vardı. Sahilde yürürken birbirimizden etkilendik. Bir süre internet üzerinden devam eden arkadaşlığımızın ardından evlenme kararını aldık. Önce imam nikahını kıydık sonrada resmi nikahımızı yaptık. Çok mutluyuz Allah herkese böyle bir evlilik nasip etsin." dedi. Nikah salonuna giden çift burada Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektirdi.
Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba tarafından nikahları kıyılan çifte İngilizce sorulan sorulara yine İngilizce karşılık verdi.
Çiftin nikahları kıyıldıktan sonra Belediye Başkanı Fakıbaba, evlilik cüzdanını Belçikalı geline verdi. Daha sonra davetliler, huzurunda Belçikalı gelin Darai, eşinin söylediklerini tekrarlayıp kelime-i şahadet getirerek Müslüman oldu.
Zaman
24 Temmuz 2008,

3 Alman kadın Müslüman oldu

ASCHAFFENBURG- Almanya’nın Bavyera eyaletinin Aschaffenburg şehrinde, ikisi dinsiz (ateist), biri de Hristiyan (Katolik) olan 3 Alman kadın, Kelime-i Şahâdet getirerek Müslüman oldular. Nicole Sylvia Christine, Jennifer Hahmann ve Marleyn Müller adlarındaki 3 bayan, Aschaffenburg Kocatepe Camii’ne giderek Camii Hocası Sıtkı Elyıldırım ve cemaat huzurunda Kelime-i Şahâdet getirip İslam dini ile şereflendiler.
Türkiye Gazetesi

28 Eylül 2007 Cuma

Alman pedagog müslüman oldu


Antalya'nın Kumluca İlçesine bağlı Yazır köyünde yaşayan Alman Margıt Strothmaun, ezan sesinden etkilenerek müslüman olmak için müftülüğe başvurdu. Almanya'da pedagog eğitimci olan Margıt Strothmaun, Kumluca'nın Yazır köyüne yerleşti. Burada köy ortamında Almanya'dan getirdiği öğrencileri tedavi eden Strothmaun, ezan sesinden çok etkilenerek İslamiyeti araştırmaya başladı. Türkiye'ye ilk geldiği yıllarda müslüman olmaya karar verdiğini söyleyen Alman kadın, "Müslüman olmam için emekli olmam gerekiyordu. Bu yıl emekli oldum ve zaman geçirmeden müslüman olmak için müftülüğe başvurdum. Adımı değiştirmek istemiyorum. İslamiyet'i hoşgörü, mantık ve huzurdini olarak gördüm. Müslüman olduğum için Allah'a şükürler olsun" dedi. Kumluca Müftüsü Yusuf Demiryürek de müslüman olan Margıt Strothmaun'a Kur'an-ı Kerim ve İslamiyet'i anlatan kitaplar hediye etti.Margıt Strothmaun kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.

Pazar, 03 Mayıs 2009

Amerikalı Marıa Müslüman Oldu


Cezayir'de tanıştığı Türk işçi Zeynel Abidin Tanrıkulu ile evlilik kararı alan Amerikalı Amy Maria Demrane, Adana Müftülüğü'nde düzenlenen törenle Müslüman oldu. Çalışmak için bir şirket aracılığıyla Cezayir'e giden 37 yaşındaki Zeynel Abidin Tanrıkulu, burada tanıştığı 40 yaşındaki Amerikalı Amy Maria Demrane'ye gönlünü kaptırdı. Bir şirkette işçi olarak çalışan Zeynel Abidin Tanrıkulu ile Amy Maria Demrane, evlilik kararı aldı. Birlikte Adana'ya gelen çift, evlilik hazırlıklarına başladı. Bu arada Amerikalı gelin, müstakbel eşine, Türk aile yapısından çok etkilendiğini, Müslüman olmaya karar verdiğini söyledi. Amy Maria Demrane, evlilik hazırlıkları yaptığı Zeynel Abidin Tanrıkulu ile birlikte geldiği Adana Müftülüğü'nde, İl Müftü Yardımcısı Mustafa Turan nezaretinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Turan, "Emine" ismini alan Demrane'ye, Kur'an-ı Kerim hediye ederek, ihtida belgesi verdi. Turan, İslam'ın, diğer semavi dinlerin güzelliklerini de içinde barındırdığını belirterek, "Artık geçmişini unut. Senin için temiz bir sayfa açıldı. İslam'a girerek Allah'ın birliğini ve O'nun Peygamberi Hz.Muhammed'i (SAV) kabul ederek, gönderdiği her şeyi benimsemiş oluyorsun" dedi. İslamiyeti seçen Amy Maria Demrane ise, Türk aile yapısından çok etkilendiğini belirterek, "İslamı öğrenmek için çok okudum. Dünyada ve ahirette mutlu olabilmek için Müslüman olmaya karar verdim. Şu anda çok mutluyum. Bana hediye edilen Kur'an-ı Kerim'i en kısa sürede okuyacağım. İslam'ın şartlarını en iyi şekilde yerine getireceğim. Müslümanlığı en iyi şekilde yaşamak istiyorum" diye konuşt
lpghaber.com
25.12.2008

ANTALYA: KUR'AN-I KERİM'DEN ETKİLENEN ALMAN MÜSLÜMAN OLDU


Almanya'da daha önceden aynı fabrikada çalıştığı Kayserili arkadaşı Osman Mermer'in hediye ettiği Almanca Kur'an-ı Kerim'den etkilenen Ingo Manfred Backhaus, Manavgat Müftülüğü'nde şahadet getirip müslümanlığı kabul etti ve Hamza adını aldı.
4 yıldır Antalya'nın Side ve Kemer tatil bölgelerinde yaşayan Alman Ingo Manfred Backhaus, 2 yıl önce gittiği memleketi Almanya'da daha önceden aynı fabrikada çalıştığı Osman Mermer'in hediye ettiği Kur'an-ı Kerim'i okuyarak etkilendi. Müslüman olmaya karar veren Backhaus, cuma günü beraberinde arkadaşı ve iş ortağı Ali Korkmaz ile birlikte Manavgat Müftülüğü'ne müracaat etti. Manavgat Müftülüğü'nde düzenlenen törenle Kelime-i Şahadet getirerek müslüman olan Backhaus, İhtida Belgesi'ni Manavgat Müftüsü Halil Taş'ın elinden aldı. Hamza ismini alan Backhaus'un artık müslüman olduğunu, bugüne kadar işlediği tüm günahların silinerek yeni bir hayata başladığını belirten Müftü Taş, kendisinden İslam dininin isteklerini yerine getirmesini istedi.

47 yaşında olan Backhaus, "Hiç kimsenin baskısı altında kalmadım. Müslümanlığı araştırdım ve özgür irademle bu dini kabul ettim. İslam dinini seçmemdeki en önemli etken Almanya'da Mercedes firmasından mesai arkadaşım olan Kayserili Osman Mermer'in hediye ettiği Almanca Kur'an-ı Kerim'i okurken bana verdiği huzur ve kendimde hissettiğim güçtür. İslam dinini seçerek Müslüman olmaktan son derece mutluyum" dedi. Manavgat Müftüsü Halil Taş 2006 yılında 3 kişinin, son 16 yıl içerisinde ise 73 kişinin Manavgat Müftülüğüne gelerek İslam dinini seçtiğini söyledi.

www.haberler.com

01 Temmuz 2006 Cumartesi

Alman genç, Müslüman oldu

Almanya`daki kapı komşuları ile birlikte Burdur`a tatile gelen Alman asıllı Kevin Kern(16), Müslümanların yaşantısından etkilenerek İslam dinini seçti. Almanya`nın Edenkoben şehrinde yaşayan Kevin Kern, okul derslerinden birine konu olan İslamiyeti çok merak ederek araştırma yaptığını bildirdi. Kern, o günden sonra kapı komşuları olan Ali İlteş ve ailesi ile daha sık görüşmeye başladı. Almanya`da işçi olarak çalışan İlteş ve ailesi Kern`e yaşantılarıyla İslamiyeti benimsetti. İslamiyetin diğer dinlerden farklı olduğunu bildiren Kern, `İlteş ailesinin yaşamları beni çok etkiledi. Çok iyi bir aile ilişkileri vardı. Yaptıkları ibadetlerin amaçlarını anlattılar. Bu güne kadar eski dinim olan Hıristiyanlıkta görmediğim güzel ahlak ve davranışlara şahit oldum` dedi. Yıllık izini kullanmak amacı ile Burdur`a gelen İlteş ailesinin misafiri olan Kern, dinini ve ismini resmen değiştirmeye karar verdi. Bunun için ailesinden izin alan Kern`ün, Burdur Müftülüğü`nde düzenlenen ihtida töreninde isminin İbrahim olmasına karar verildi. Bu ismi kabul ettiğini açıklayan Kern, `Daha önce de içki, sigara gibi hiçbir kötü alışkanlığım yoktu. Bundan sonra da olmamasını istiyorum. İslamiyeti daha iyi öğrenip gerekliliklerini yerine getireceğim` diye konuştu. /
2005-08-21 Yeni Asya
BURDUR 21.08.2005

Müslüman oldu, son nefesi imanlı verdi

Vefat etmeden 10 gün önce Müslüman olan Alman asıllı Hans Hubertus Pieper, yıllarca beraber yaşadığı Müslüman dostları ve arkadaşları tarafından Eskihisar Köyü Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra toprağa verildi. Vefat etmeden 10 gün önce Müslüman olan Alman asıllı Hans Hubertus Pieper (72), yıllarca beraber yaşadığı Müslüman dostları ve arkadaşları tarafından Eskihisar Köyü Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra toprağa verildi. 1960 yılında Wolsvagen firması tarafından Türkiye’ye gönderilen Pieper, daha sonra Mercedes ve Arçelik firmalarında görev yaptı. Eşinin Türkiye’ye geldiğinde hidrolik ve pnömatik kelimelerinin bilinmediğini belirten eşi Elisabeth Pieper, “Eşim bir Türk dostuydu. Yaklaşık 47 senedir Türkiye’de bir Türk, Müslüman gibi yaşıyordu. Türkiye’yi, Türk insanını, adet ve ananelerini çok seviyordu. Ölmeden önce de Müslüman olarak defin edilmesini vasiyet etti” dedi. Ava ve avcılığa çok meraklı olan Pieper’in Darıca Beldesi, Fevzi Çakmak mahallesi, Dr. Zeki Acar caddesi’nde bulunan evinin girişi ve salonu adeta bunu yansıtır nitelikte. Martina, Yasemin ve Özgür isminde 3 çocuk babası olan Pieper, ölümünden 10 gün önce Müslüman olarak ölmek istediğini açıkladı. Bu isteğini yerine getirmek için hastanede şahitlerin ve eşinin huzurunda kelime-i şahadet getiren Pieper’in, İslam dini ile çok ilgili olduğu, Kur’an-ı Kerim meali ve dini kitaplar okuduğunu belirten yakın dostu, Dr. Vahab Turfanda, “Pieper bizden biriydi. O bir Türk dostuydu. Adet ve ananelerimizi bilirdi. Ölmeden önce şahadet getirerek Müslüman oldu ve Eskihisar’daki Müslüman mezarlığında, İslam dinine göre defin edilmesini istedi. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabır diliyoruz” diye konuştu.
2008-01-16 Haber5

Alman gelin İslam`ı seçti

Kayserili Türk genci Mücahit Karadavut, Antalya`da tanıştığı 25 yaşındaki Alman Susanna Smettonf ile memleketi Kayseri`de Türk örf ve adetlerine göre evlendi. Önce kına gecesi, ardından düğün yapan Susanna Smettonf, Müslüman olduktan sonra Türk örf ve adetlerine göre düğün yapmak istediğini bildirdi. Eşi Mücahit`le tanıştıktan sonra İslamiyet konusunda araştırmalarda bulunduğunu ve merak ettiği tüm soruların cevaplarını hem eşi hem de müftülerden öğrendiğini anlatan Susanna Smettonf, edindiği bilgiler ışığında Müslüman olmayı tercih ettiğini ve ailesinin de bu karara saygı duyduğunu söyledi.
Antalya Belek de tercümanlık yapan Mücahit Karadavut, tanıştığı Alman Susanna`ya aşık oldu. 2 yıl süren arkadaşlıkları sürecince İslam Dini`ni araştıran Susanna, sözlüsü Mücahit Karadavut`tan da İslamiyet konusunda merak ettiklerini sorarak öğrendi. Daha sonra evlenme teklifinde bulunan Karadavut`a evet diyen Susanna önce Müslüman oldu. Türk örf ve adetlerine göre düğün yapılmasını isteyen Alman gelin, eşi Mücahit Karadavut`un memleketi Kayseri`de düğün yaptı. Antalya`da Müslüman olduktan sonra düğünde tekrar Kelime-i Şahadet getiren Susanna davetliler huzurunda da iman tazeledi.
Önce kına gecesi düzenlenerek, geline dualarla cumhuriyet altını üzerine kına yakıldı. Duadan sonra kadınlar ayrı bir mekanda gönüllerince oynadılar. Daha sonra gerçekleştirilen düğünde, konvoy eşliğinde gelin alınmaya gidildi. Davul zurnalar eşliğinde gelin arabasına binen damat Mücahit Karadavut ve gelin Susanna Smettonf, şehir turu yaptı. Düğünden çok etkilendiğini dile getiren Alman gelin Susanna, `Eşimle 2 yıl önce Antalya Belek de bizim turist kafilesine rehberlik ederken tanıştım. Birbirimizden etkilendik. Bir süre devam eden arkadaşlığımızın ardından bana evlenme teklif etti. Ben de kabul ettim. Tabi 2 yıl süren arkadaşlığımız süresince ben İslamiyet`e ilgi duymaya başladım. Hem eşime hem de İslam bilginlerine merak ettiğim konularda sorular sordum. Kafamdaki soru işaretleri kalkınca Müslüman olmaya karar verdim. Ailem ilk etapta biraz şaşırdı. Ancak her yaz Türkiye`de tatil yaptığımız için zaten Türklere ve İslam dinine yabancı değildik. Ailem de Müslümanları çok seviyor. Hatta İslamiyet`e karşı ılımlılar. Belki birkaç yıl sonra onlar da Müslüman olabilirler. Müslüman olduktan sonra da düğünümün Türk örf ve adetlerine göre olmasını istedim. Eşim Mücahit de kabul etti. Düğünümde yapılan etkinliklerden çok etkilendim` şeklinde konuştu. Eşi Susanna`nın Almanya`da özel bir şirkette muhasebe müdürlüğü yaptığını belirten Mücahit Karadavut, İslam Dini`ni kendi isteği ile seçtiğini ve bu durumun kendisini de çok sevindirdiğini ifade etti. Anne Chriftel Smettonnf ise, Müslümanların çok sıcak kanlı olduğunu belirterek, `Kızım kendisinin bir Türk`le evlenip Müslüman olacağını söyleyince ilk başta şaşırdım. Daha sonra yıllardan beri tatil için geldiğimizde Türklerin çok iyi olduğunu bildiğim için kızımın kararına saygı duydum. Ben de İslamiyet`e karşı ilgi duyuyorum. Kafamdaki soru işaretleri eğer son bulursa ben de Müslüman olabilirim` dedi.
2005-09-21 Milli Gazete

Almanya'daki esir Türk kızlarının hazin hikâyesi


Tarih sadece ‘olmuş ile bitmiş’in bilimi değil elbette. Aynı zamanda geleceğin yeniden inşası için başvurulan önemli bir kaynak. Bu sebeple tarih deşildikçe içinden yeni hazineler çıkar. Öyle olmasaydı dünü bugün ile nasıl birleştirebilirdik? Latif Çelik, bu düşünceyle hareket eden bir araştırmacı-yazar. Türk tarihinin Almanya’ya uzanan izlerinin peşinden nerdeyse bir ömür gitmiş. Topladığı bilgileri, fotoğrafları, derlediği kayıt dokümanlarını yıllar sonra bir kitapta toplamayı başarmış. Bilinmeyen, ancak Türk-Alman ilişkilerini derinden etkileyecek bulguları gün ışığına çıkarmış. Neticede çarpıcı bir iddia ortaya atıyor: “Almanya aristokrasisinin önemli bir kısmının atası Türkler.” Latif Çelik, bunun için Almanya aristokrasisi içinde önemli bir yeri olan Soldan ailesini örnek veriyor. Soldan Holding’in patronu Felix Soldan (ölmeden önce) ile görüşen Çelik, ailenin soyunun Selçuklulara dayandığı bilgisine ulaşmış. Soldan ailesi kendi soyunu 1279 yılına kadar araştırmış. Buna göre, Soldanların atası tıp yüzbaşısı Mehmet Sadık Selim, Halep yakınlarında Haçlılar ile Selçuklular arasında yaşanan savaşta esir düşer. 40 arkadaşıyla birlikte Beyrut, Kıbrıs, Cenova’dan sonra Almanya’ya getirilir. Selim, burada esaretin bedelini Alman ordusuna hizmet vererek öder. Zamanla din değiştirir ve ‘Selim’ ismi ‘Soldan’ olur. Ailenin Almanya’da büyüyen kolları bu ülkede giderek etkin bir güç hâline gelmeye başlar. Hatta din reformcusu Martin Luther’i destekleyenlerin başında bu ailenin bir kolu gelmektedir. Ailenin diğer bağı ise ünlü şair-yazar Goethe’ye kadar uzanır. Latif Çelik’e göre Goethe’nin annesinin kökeni Selim’in soyundan geliyor.Logophon Verlag isimli yayınevi tarafından Türkçe ve Almanca olarak basılan “Almanya’da Türk İzleri” isimli kitap tarihin bazı gizli noktalarını da aydınlatıyor. Örneğin, çarpıcı konulardan biri olan ‘esir Türk kızları’nın hikâyelerine geniş yer veriliyor. Özellikle İkinci Viyana kuşatması sonrasında esir alınan Müslüman Türk kızlarının Almanya içlerine dağıtıldığını kitaptan öğreniyoruz. Çelik, esir kızların izini sürürken kiliselerden elde eteği bilgilerle ancak 100 kişinin hikâyesine ulaşabilmiş. Alman Tarihçiler Birliği Başkanı Prof. Dr. Harmut Heller ise esir kızların 700’üne ait kayıtları elde etmiş. Ancak hem Çelik hem de Heller kızların sayısının binlerle ifade edilebileceğini belirtiyor. Çelik bu konunun tarih açısından büyük ses getireceğini söylüyor: “Özellikle II. Viyana Kuşatması’na Osmanlı yönetici sınıfının aileleriyle birlikte geldiklerini, yenilgiye giden yolda ani geri çekilme kararı ve ardından yaşanan kaos ortamında bu kadınlı çocuklu gruplardan yüzlerce bireyin Almanya-Avusturya ordularının eline geçtiğini tespit ettik. İsmi Merve, Ayşe, Kader olan kızlar vaftiz edilip dini değiştiriliyor ve daha sonra birer Hıristiyan olarak aristokratlar arasına karışıyorlar.”Bunun dışında, Osmanlı’nın 1683 sonrasında kaybettiği Macaristan’da nüfusun yaklaşık yüzde 6’sı Türk’tü. Bunlar Türk entelektüel, aristokrat, asker, soylu, zengin ve paşalardan oluşuyordu. Fidye alma gayesi ile buradaki Türkler tez elden toplanıp esir ediliyor. Bu esirler Avusturya ve Almanya’nın içlerine kadar getiriliyor. Latif Çelik bu konuya dair ciddi kaynaklara sahip olduğunu anlatıyor: “Kullandığım kaynakların önemli bir bölümü de genelde Alman entelektüellerin çalışmalarıdır. Buradan esir edilen Türklerin sayısının 40 bin olduğu bile söyleniyor.”
FATMA, MERVE VE KADER AYNI KADERİ YAŞADI
Avrupa ordularına esir düşen yüzlerce Türk kızından bazıları kiliselerde Hıristiyan yapılıp Almanlarla evlendirilir. 1683 Viyana bozgunu başta olmak üzere, Budin, Mohaç, Belgrad, Salankamen ve Zenta savaşları sonunda gerek şehirlerdeki soylu Türk ailelerinin kızları gerekse Osmanlı aristokrat ve askerlerinin aile fertlerinden çok sayıda Türk kadını esir alınarak Almanya’ya getirilir. 1683 sonrası, Türklerin Avrupa’daki geleceği için kırılma noktasıdır. Verilen kayıplar şehit ve yaralı şeklinde kayıt altına alınırken esirler pek dikkate alınmaz. Binlerce kadın esir Bavyera ve Baden Württemberg’deki kiliseler tarafından vaftiz edilir. İsimleri de değiştirilen bu insanlar bilinmeyen yerlerde kaybolur gider. Viyana Kuşatması sırasında değişik konularda verilen rakamlar içinde esirler yoktur. Özellikle esir kadınların esamisi bile okunmaz. 1683’te Viyana, 1685’te Neuhausel, 1686’da Ofen, 1687’de Mohaç, 1688’de Belgrad, 1691’de Salankamen ve 1697’deki Zenta savaşlarında çok sayıdaki Türk kadını esir alınarak Almanya’ya getirilir. Bunların içinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın haremindeki kadın ve çocukların bir bölümü Nemçe askerleri tarafından esir alınır. Türk esirlerin izleri sadece Hıristiyan edilene kadar takip edilebiliyor. İsim değişikliğinden sonraki durumlarını tespit edip ortaya çıkarmak çok zor. 1680’lerde esir alma işi daha çok yüksek rütbeliler tarafından uygulanır, cesaret ve zafer alameti olarak algılanırdı. Bu yüzden esir edilen kızlar genellikle üst düzeydeki kişilerin tasarrufuna verilir. Din değiştirenlere hemen vatandaş olma hakkı tanınıyordu. Kilise kayıtlarında, genealog yazı edebiyatı ve Heimat kroniklerinde zor şartlar altında yapılan araştırmalarda çok sayıda Türk esirin getirildiği tespit edilir. Sadece Kuzey Bavyera’da 80 biyografik parça ortaya çıkarılmış durumda. Bunlardan yüzde 60’ı erkek yüzde 40’ı kadın. Çok sayıdaki Türk çocuğu ile ilgili bilgiler de bu tarihî dokümanlarda yer alır. Esir edilen kadınlara dair kısa özet bilgilere kayıtlarda rastlamak mümkün. Bunlardan birisi Fatma. Nürnberg arşivleri Fatma’nın hayat hikâyesini detaylı olarak açıklıyor. Fatma’nın doğum yeri Modon şehri olarak görünüyor. 12 yaşındayken Venedik askerleri 1686 başında Modon kalesini ele geçirince burada bulunan Fatma alınarak İsviçre’ye getirilir. Welsch dilini öğrenen Fatma, Pommer isimli bir aristokratın yanında kalır. Daha sonra Nürnberg Altdorf Üniversitesi’nde ilahiyat profesörü olan Dr. Johann Fabricius’a teslim edilir. 14 yaşındaki Fatma’ya Almanca ve İtalyanca öğretilir burada. Arşiv kayıtlarında, “Fatma kendi isteğiyle Hıristiyanlığı seçmiştir.” deniliyor. Fatma’nın yeni adı ise Katharina Aemylia’dır. Ancak Fatma yeni hayatına başladıktan birkaç gün sonra ölür. Aynı arşiv kayıtlarında Fatma-2 olarak birinin daha adı geçmektedir. Bu kişinin bir paşanın kızı olduğu sanılıyor. Hatta Sultan’ın torunu olma ihtimali yüksek. Fatma, 22 yaşında 1686 yılında Ofen şehrinin alınmasıyla General Markgraf Hermann Von Baden’nın esiri olur. Hemen Hıristiyanlaştırılan Fatma’ya Maria Anna Augusta Colestina adı verilir. Ancak tarihçi Latif Çelik, Fatma’nın ölene kadar kendi adını kullandığını tespit ediyor: “ Önemli evrakları imzalarken hep Fatma imzasını kullanır.”Bavyera’daki kilise kayıtlarından yola çıkılarak bazı esir Türk kadınlarının bilgilerine de ulaşılmış. Bunlardan biri Merve. 1693 yılında Nürnberg Sebaldus Kilisesi’nde vaftiz edilen Merve, Türk subayı Halil’in kızıdır. Baron Von Blumberg tarafından esir alınır. Diğer bir isim olan Habba’nın hikâyesi de Merve’ninki gibi özetlenmiş. Bir Türk kaptanının karısı olan Habba, Macaristan’da Grobvardein de Hauptmann Seider tarafından esir alınarak Kulmbach’ta bulunan Von Schönbock adında bir kadının yanına verilir. Erlangen yakınındaki Protestan Untenreuth kasabasındaki kilise kitabında şöyle bir bilgi yer alır: “3-4 yaşlarında olan Kader babası Belgrad’da şehit düşünce yanından alınarak getirilmiş. Daha sonraki geçmişi bilinmiyor. Kader’in Hıristiyan olarak yetiştirildiği belirtiliyor.”Çelik söz konusu esirlerin bir kısmının 1699’da geri alındığının da altını çiziyor. Almanların bu esirler için ‘Beute Türken-Ganimet Türkler’ dediklerini de kitabında uzun uzadıya işlemiş Çelik.
YENİÇERİ CARL OSMAN
Latif Çelik, araştırmasını sürdürürken aynı zamanda yer ve mekân isimlerini de izlemiş. Takip ettiği yol onu yine Almanya’da Türk izlerine çıkarmış. Bugün Almanya’da birçok şehirde bulunan Türk izlerinin başında, Türk adı geçen mahalle, cadde, bina veya semtler bulunuyor. Bununla birlikte birçok Alman’ın soy isminde, heykellerde, kilise tavanlarındaki kabartma ve resimlerde bile Türk izlerine rastlanıyor. Örneğin Carl Osman’ın hikâyesi oldukça ilginç. Orta Frankonya’daki Ansbach şehrinin Rügland köyündeki Carl Osman’ın mezarı yıllar süren aramalar sonucunda ortaya çıkarılmış. Mezar taşındaki yazıyı Latif Çelik kitabına şöyle yansıtmış: “1655’te İstanbul’da doğdu, 1688’de Belgrad’da esir düştü, 1727’de vaftiz edildi ve 1735 senesinde 80 yaşındayken öldü.” Bir Osmanlı sipahisi olan Carl Osman’ın ölümüne kadar dinini terk etmediğini, cenazesine gelen herkese para verilmesini vasiyet etmesiyle oldukça kalabalık bir törenle gömüldüğünü, tespit etmiş Latif Çelik. Kilise kaynaklarından elde edilen diğer bir bilgi de, Carl Aly (Ali) adlı Türk asıllı bir papazın sağlığında gizlice yaptırdığı hilal seklindeki mezar taşı. Kitapta anlatılan diğer bir şahıs ise Küçük Mustafa. O dönemde Osmanlı’nın Avrupa’yla yaptığı sayısız savaşlardan birinde esir edilen veya onların çocuklarından biri Mustafa. Yine özellikle kilise kayıtlarından ortaya çıkarılan bulgular doğrultusunda esir olarak getirilen ve Hıristiyanlaştırılan Türk askerlerinin hikâyeleri kitapta geniş yer buluyor.Frankfurt Kitap Fuarı’nda tanıtılacak olan Çelik’in kitabı daha şimdiden Alman tarihçilerin dikkatini çekmiş. Alman Tarihçiler Birliği Başkanı Prof. Dr. Harmut Heller Almanya’daki Türklerin varlığının 500 yıl öncesine dayandığını ve Çelik’in çalışmasının bu manada yeni bir tartışma başlatacağının altını çiziyor: “Müzikte, kültürde yaşamın her evresinde Batı, Türklerden etkilenmiştir. Bunları kendi iç bünyesinde tüketmiş. Aslında Almanlar ve Türkler birbirlerini yüzlerce yıldır tanıyorlar, birbirilerine yabancı değiller. Haydn, Mozart, Beethoven gibi ünlü müzisyenlerin beslendiği kaynak Türk musikisidir.”‘Ganimet Türkler’ kavramını ilk kullanan tarihçi olan Heller Alman nüfusunun bu açıdan yeniden incelenmesinde yarar olduğunu söylüyor: “Almanlar ve Türkler oturup bu konuyu kendi aralarında konuşmalı. Esir alınan Türk kızları büyük babaannelerimiz olabilir. Bu vesile ile iki toplum arasındaki kırgınlıklar giderilmiş olur. Aile soylarında Türk kanı taşıyanlar bir yana, bugün Türklerin bu ülkeye gelişlerinin 40’ıncı yılını kutlayan politikacıların bile bilmediği gerçeklerle Alman kamuoyu bu kitapla ilk kez bu kadar derinden bilgilendirilecek.”Tarihçi Latif Çelik, “Almanya’da Türk İzleri” kitabının ikinci versiyonuyla ilgili hazırlıklara da başlamış. Yeni eserin adı “Türkiye’deki Alman İzleri” olacak. Latif Çelik sadece Almanya’daki Türk izlerini araştırmakla yetinmemiş, aynı zamanda bunu bir platformla bütünleştirmek istiyor. Türk-Alman Kültür Tarihi ve Integrasyon Araştırmaları Enstitüsü’nü kasım ayında açıyor. Alman tarihçilerle birlikte bu enstitüde yeni araştırmalara imza atılacak.
Aksiyon Sayı: 719 - 15.09.2008

Alman turizmci Müslüman oldu



İSLÂMİYETİ araştıran Alman turizmci Jeannette Brussing, Türk nişanlısını görmek için geldiği Manavgat’ta Müslüman oldu.
Almanya’nın Rogen şehrinde yaşayan 30 yaşındaki turizmci Jeannette Brussing, Türk nişanlısı Barış Kuru ve 6 yaşındaki kızı Angelina ile Manavgat Müftülüğü’ne geldi. Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olan Brussing,’e Müftü Halil Taş tarafından ihtida belgesi verildi. Daha sonra Müftü Taş, Brussing’e, Almanca Kur’ân-ı Kerim ve İslâm ilmihali hediye etti. İsmini ‘’Aslı’’ olarak değiştiren Brussing, İslâmiyet’i uzun süre araştırdığını ve Müslüman olmaya karar verdiğini söyledi. Brussing, ‘’Nişanlımla 1,5 yıl önce Side’de tanıştık. Onunla tanıştıktan sonra İslâmiyet’i araştırdım. İslâmiyet dünya görüşüm ve hayat ilkelerime uygun olduğu için Müslüman oldum’’ dedi.
Yeni Asya
11.02.2009

Türk arkadaşlarından etkilenip Müslüman oldu.

2 yıl önce Müslüman olan Steven Schevnemanh, bir Türk arkadaşının evinde tesadüfen resmini görerek etkilendiği Leyla Türkeli ile evlenmek için Iğdır`a geldi. Birbirleriyle anlaşan gençler evlendiler...
Almanya`nın Berlin kentinde yaşayan bilgisayar programcısı Steven Schevnemanh, Türk arkadaşlarından etkilenip 2 yıl önce Müslüman oldu. Bir gün misafirliğe gittiği Türk arkadaşının evinde genç bir kızın fotoğrafını gördü. Ondan çok etkilendi. Arkadaşı İbrahim`e, kızın adını sordu. `Leyla Türkeli` olduğunu öğrendi.
Arkadaşının da yardımıyla Leyla`yla tanışmak için geçen yılın Mayıs ayında Iğdır`a geldi. Genç kızla tanıştı. Kısa sürede birbirlerini sevdiler. Evlenmeye karar verdiler. Geçen hafta nikahları kıyıldı. Iğdırlı Leyla Türkeli, Steven`in fotoğrafından etkilenip aşık olmasının ve Iğdır`a gelmesinin kendisini çok etkilediğini belirterek şöyle konuştu: `Steven`in yaklaşımı beni mutlu etti. Almanya`dan benim için Iğdır`a gelmesi çok güzel. Evlenmeye karar verdik.
Umarım mutlu bir hayat süreriz.` Türkeli`nin ailesi de tek isteklerinin kızlarının mutluluğu olduğunu, Steven`in Müslüman olmasını, Leyla için Türkiye`ye gelmesini sevinçle karşıladıklarını ifade ettiler. Almanya`da yaşayacak genç çiftin büyükelçiliğe vize başvurusunda bulunacağı, Steven`in ise Muhammet ismini alacağı öğrenildi.
2007-01-15
Bugün

Evangelist Melanie Müslüman oldu

06 Temmuz 2006
Almanya´da yaşayan gurbetçi Cafer Açıkgöz ile evlenen Alman asıllı Melanie Sinesi, Sinop´un Ayancık İlçesi Müftülüğü´ne verdiği dilekçe ile Müslüman olmak istediğini bildirdi. Sinesi için İlçe Müftülük tarafından ihtida töreni düzenlendi. Melanie Sinesi, İlçe Müftüsü Hüseyin Demirtaş ve şahitler huzurunda Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Bu sırada, oldukça duygulu anlar yaşandı. İslamiyet´i seçen Sinesi, Müftü Demirtaş´ın hediye ettiği Kur´an-ı Kerim´i öperek teslim aldı. İhtida töreninde konuşan Ayancık Müftüsü Hüseyin Demirtaş, Melanie Siensi´yi İslamiyet´i seçtiği için tebrik etti. Melanie Sinesi ise, ismini Meryem olarak değiştirmek istediğini belirterek, yakında doğacak olan çocuğuna da ´Yasin Yahya´ ismini koyacağını açıkladı. Sinesi, ´Daha önce Evangelist´tim. İslamiyet´in evrensel ve hak din olduğunu gördüm ve Müslümanlığı seçtim. Çok ama çok mutluyum´ diye konuştu.
haber7.com

Komşusunun hayatından etkilendi, Müslüman oldu



Müslüman olan komşusunun yaşantısından etkilenen Alman vatandaşı 2 çocuk annesi Monika Szulc, Zonguldak’ın Alaplı ilçesinde, Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
Almanya’nın Dresten şehrinde yaşayan Monika Szulc (50), komşuları Gülsoy ailesinin yaşantısından etkilenerek Müslümanlığı seçti. Alaplı İlçe Müftüsü Aşır Durgun’un huzurunda Kelime-i Şehadet getire-rek Müslüman olan Monika Szulc, hemen başörtüsünü taktı. Szulc, İlçe Müftüsü Aşır Durgun’dan İslâmiyet hakkında bilgilerde aldı.
Protestan dinine mensup olan Monika Szulc, 1974 yılında Dresten şehrine yerleşen Gülsoy ailesiyle güzel bir komşululuk ilişkisi yaşadıklarını belirterek, “Gülsoy ailesi 1985 yılında Türkiye’ye döndü. Ancak ben bağlarımı koparmadım ve sürekli aradım.” dedi. Szulc, Gülsoy ailesinin İslâmiyet yaşantısından çok etkilendiğini ve Müslümanlığı seçtiğini kaydetti.
Müslümanlığı seçtiğinden dolayı çok mutlu olduğunu ve huzur duyduğunu belirten Monika Szulc, duygularını şöyle dile getirdi: “Almanya’da çok değerli Müslüman komşularımla birlikte oldum. Onların sayesinde İslâm dinini seçerek Müslüman oldum. Bu dini seçtiğim için kendimi çok mutlu ve huzurlu hissediyorum. İsmimi de değiştireceğim. Ancak bu konuda henüz bir karar veremedim.”
Monika Szulc’nin Müslümanlığı seçmesinde büyük rol oynayan Emine Gülsoy ise, yaşanan tablo karşısında çok etkilendiğini ve gözyaşlarına hakim olamadığını ifade etti.
/ ZONGULDAK
14.11.2006

Yeni Asya

Alman Schmıdt Deniz oldu


Antalya'ya tatile gelen Almanya'nın Leipzig şehrine bağlı Beddürgenberg'de yaşayan Anneline İnes Schmıdt (47) Antalya'da tanıştığı ve kaldığı otelde çalışan Hüseyin Yıldız ile arkadaş olduktan sonra Müslümanlığ'ı seçti ve ismini de Deniz olarak değiştirdi. Arkadaşı Hüseyin Yıldız ile Seydişehir' e gelen Schmıdt burada Seydişehir Müftülüğü'ne başvurarak İslam Dini'ni seçtiğini söyledi. Schmıdt, Müftü Ahmet Özkan'ın nezaretinde Vaiz Bayram Özdemir ile Şef Durmuş Uğurlu'nun şahitliğinde şehadet getirerek Müslüman oldu. Schmıdt Müslüman olduktan sonra ise Antalya'da en çok hoşuna giden şeyi yeni ismi olarak belirledi ve bundan sonra kendisine Deniz denilmesinden mutlu olacağını söyledi. Deniz'e daha sonra Seydişehir Müftüsü Ahmet Özkan tarafından Kuran-ı Kerim ve İhtida belgesi verildi.
Yeni Şafak

02.07.2007

Alman gelin Müslüman oldu

Bir Türkle evlendikten sonra İslam`a ilgi duyan Alman Carine Höhnel, Konya Müftülüğü`nde düzenlenen bir törenle Müslüman oldu. Şehadet getiren Carine Höhnel, Müftü Mehmet Yavuz`dan ihtida belgesini alarak Müslümanlığı seçti. Höhnel, Ayşe Meltem ismini aldı.

Bir Türkle evlendikten sonra İslama ilgi duyan Alman Carine Höhnel, Konya Müftülüğü`nde düzenlenen bir törenle müslüman oldu. Şehadet getiren Carine Höhnel, Müftü Mehmet Yavuz`dan ihtida belgesini alarak Müslümanlığı seçti. Höhnel, Ayşe Meltem ismini aldı.
Yakınlarını ziyaret etmek amacıyla Almanya`ya giden Mehmet Fatih Özdemir, bir süre sonra sağlık memuru olan Carine Höhnel ile tanıştı. İki ailenin rıza göstermesi ile evlilik hazırlıkları yapan Höhnel ve Özdemir yapılan bir düğünle dünya evine girdi. Evlendikten sonra eşinin aile ortamından çok etkilendiğini belirten Özdemir, `Evlendikten sonra eşim her gün biraz daha İslam`a ilgi duymaya başladı. Çeşitli sorularla İslam dini hakkında bilgi alamaya çalıştı. İslam hakkında yaptığı araştırmadan sonra Müslüman olmaya karar verdi. Şimdi o da bende çok mutluyuz.` diye konuştu.
Eşi ile Konya`ya gelen Höhnel, Konya Müftülüğü`nde düzenlenen törenle Müslüman oldu. Program ilk olarak okunan Kur`anı Kerim ile başladı. Kur`an`ı Kerim okunurken Höhnel`in duygulandığı gözlendi. Kur`an`ı Kerim`in okunmasının ardından Müftü Yavuz, Höhnel`e İslamiyetin şartları hakkında bilgi verdi. `İslamın tüm şartlarını kabul ettim` diyen Höhnel, Müftü Yavuz eşliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
2005-10-06 Milli Gazete http://www.milligazete.com.tr