12 Ekim 2008 Pazar

Guantanamo Üssü'nde 5 yıldır tutsak olan Avustralyalı


Guantanamo'daki askeri mahkemede yargı önüne çıkan Avustralya vatandaşı David Hicks, 5 yıldır süren esaret hayatına son vermek için kendisine yöneltilen bütün suçlamaları kabul ettiğini söyledi. Hicks'in avukatı, müvekkilinin, hakkındaki terörizme destek verme suçunu kabul ederken avukatının açıklamasını somurtarak izlediğini kaydetti. 31 yaşındaki Hicks, duruşmanın başında, davaya bakan yargıç albay Ralph Kohlmann'a, savunma ekibinden memnun olduğunu, ancak iddia makamıyla eşit olmak için daha fazla avukat istediğini söylemişti.
ÜLKESİNE DÖNECEK
İddia ve savunma makamının suçlamaları kabul etmesi nedeniyle David Hicks'e nasıl bir ceza verileceği henüz netleşmedi. Ancak ömür boyu hapis cezasıyla karşı karşıya olan Hicks'e, gönderileceği Avustralya'da hükümetin baskısıyla daha kısa süreli bir hapis cezası verilebileceği belirtiliyor. Hicks hakkındaki cinayete teşebbüs suçlamasıysa düştü. Askeri mahkemede ifade veren Hicks, Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin öngördüğü yeni kurallar çerçevesinde yargılanan ilk sanıktı. Yüksek mahkeme, önceki sistemin anayasaya uygun olmadığına karar vermişti.
TALİBAN SAFLARINDA ABD'YE KARŞI SAVAŞTI
ABD Yüksek Mahkemesi'nin, Pentagon'un geçen yıl Guantanamo'daki tutsakları yargılama sistemini anayasaya aykırı bulmasından sonra yeniden düzenlenen askeri mahkemelerde yargılanan ilk terör zanlısı Hicks oldu. Hicks, Afganistan'daki El Kaide eğitim kamplarına katılarak ve kısa süre Taliban'ın yanında savaşarak terörizme destek vermekle suçlanıyordu. Guantanamo'ya 2002 yılı Ocak ayında getirilen ilk tutsaklar arasında bulunan Hicks, bu tarihten beri yargılanmayı bekliyordu.
Çiftlik işçisiydi Müslüman oldu
31 yaşında ve daha sonradan Müslümanlığı seçmiş eski bir çiftlik işçisi olan Hicks, 2002 yılının başlarında Afganistan'da yakalandıktan kısa süre sonra Guantanamo'ya götürülmüştü. Hicks, 2004 yılında yargılanmaya başlamış, ancak daha sonra ABD Yüksek Mahkemesi bu süreçte izlenen sistemin anayasal olmadığına karar vermişti.
28.03.2007

Ezanı dinleyince huzur buluyorum


Müslüman olmadan önce geçirdiği bir ameliyata 'Besmele' çekerek giren Alman sosyolog doktor, İslam dini ile tanıştıktan sonra Ramazan ayı rahmet, bereket ve çoşkusunu benliğinde hissetmek için arkadaşlarıyla birlikte Kur'an-ı Kerim'i Almanca mealinden okuyarak mukabele ediyor. Almanya'da ezan sesine hasret kalan Alman Sosyolog Dr. Andrea Kronenthaler (45), ezan sesini beş vakit duyabilmek için Antalya'nın Manavgat ilçesi Side beldesine yerleşti.
Beş yıl önce Almanya'nın Stutgart şehrinde İslam dini ve Şark kültürü üzerine akedemik çalışma yaparken müslüman olan Sosyolog Dr. Andrea Kronenthaler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (S. A. V) ilk eşi Hz. Hatice'nin örnek hayatına hayran kaldığı için 'Hatice' ismini aldığını ifade etti. Kronenthaler, üniversitede okurken Almanya'da televizyon kanallarından sık sık duyduğu ve gazetelerden okuduğu 1980 yılında başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı üniversitede bitirme tezinin İslam dini ile tanışmasına vesile olduğunu kaydetti. Kronenthaler, “Müslüman olduktan sonra hayata ve insanlara bakışım değişti. Side Fatih Camii'nde her ezan okunuşunda içimi tarifi imkansız bir huzur kaplıyor. Ramazan'ın ilk gününden bu yana arkadaşlarımla Kur'an-ı Kerim'i Almanca mealinden okuyarak mukabele ediyoruz“ diye konuştu.

Yeni Şafak
06.10.2007

Sen misin Müslüman olan


Yine Şafak muhabiri sayesinde öğrendik. Bulgar Kilisesi'nin eski yönetim kurulu üyesi Bojidar Cipof'un eşi Juliana ben idrakine kavuşarak kendine dönmüş. Yani, Allah'a kayıtsız şartsız teslim olduğunu beyan ederek 'Müslüman' adını almayı hak etmiş.
Önce İslam'ını gizlemiş. Namazlarını gizli gizli kılmış. Durumdan şüphelenen kocası, arama sırasında Fatıma hanımın müftülükten aldığı ihtida belgesini buluyor. Hakaretler ve yıldırma operasyonu başlıyor. Yetmiyor, gece yarısı kapı önüne konuluyor.
İlk gece bir otelde kalıyor Fatıma Cipof. Bu tepkinin geçici olduğunu düşünerek evine dönüyor. Fakat tepki artıyor. Hakaret artıyor. 'Kara Fatma' ilan ediliyor. Namaz kılarken itilip kakılıyor. Tesettürüyle dalga geçiliyor. İş akıl hastası ilan etmeye kadar vardırılıyor. Fatıma kardeşimiz 9 aydır sığındığı Müslüman bir ailenin yanında yaşıyor. Kocasına boşanma davası açmış, neticesini bekliyor.
İhtidalar oldum olası beni heyecanlandırır. Bir Müslüman olarak beni ilgilendiren yanı, büyük ailemize bir kardeşin daha katılmış olmasıdır. 'Bir adem bir alem' demişiz bir kez. Ve bir alemimiz daha olmuştur.
Mühtedi açısından olay azimdir. Zira bir mühtedi için ihtida, hayatının en büyük devrimidir. Bunun ne büyük bir iman hamlesi olduğunu, imanı ata mirası sananlar nasıl anlasın? Mühtedi, 'dönüş' kararı verdiğinde hayatını sıfırlamayı da kabul etmiştir. Hz. Ömer'in 'kesip atmak' dediği türden büyük bir karar. Ona İslam'ın kapısını tıklattıran şey yüreğine düşen hakikat ışığıysa, evinden, eşinden, işinden, aşından, arkadaşından, çevresinden ve daha birçok şeyden kopacak olmasına aldırmaz. O ışığın cazibesi benliğini öylesine sarar ki, 'ayrılmanın' acısı 'bulmanın' sevincini bastıramaz.
'Müslümanlar, kardeşinize sahip çıkın!' demiyorum. Biliyorum, ona sığındığı Allah sahip çıkar. Ama o imanıyla imtihan olurken, onu tanıyanlar da onunla imtihan olurlar. Umarım büyük ailemizin yeni üyesiyle imtihan olanlar sınavlarını yüz aklığıyla verirler.
İslam'ın yayılış tarihine dair çaplı bir esere imza atan İngiliz oryantalist Thomas W. Arnold'un şu ilginç tesbiti bir kez daha doğrulanıyor: 'İslam'ın insan kazanımı, siyasal olarak en dibe vurduğu dönemlerde en yüksek seyrini korumuştur.' Bunu, Müslüman olmanın ölmek demeye geldiği bir dönem olan 16. yüzyıl İspanya'sında yerli halktan hâlâ Müslüman olmak için sıraya girenlerin bulunduğunu naklederken yapıyor.
İşte bu, İslam'ın gücüdür. O güç bizden değil, Allah'tan kaynaklanıyor. Egemen güçlerin İslam'ı şeytanlaştırma çabaları da işe yaramıyor. Adam olacak çocuk, ne edip edip adam oluyor. İnsan Müslümanların haline bakında dine girmez, aksine dinden çıkar değil mi? Eğer iş böyle değilse, bunun nedeni 'Mukallibu'l-Kulub' olandır.
Fakat, bu hazımsızlığa ne demeli. Bojidar efendiye ve çevresine düşen bu özgür seçime saygı duymak, eğer istemiyorsa eski eşinin hukukunu gözeterek boşamaktı. Asıl kaygıyı şu cümle ele veriyor: 'cemaat içinde bizi rezil ettin'. İşte size cemaat baskısı.
Bakın bu baskıyı Müslümanlar çok iyi biliyor. Yıllar yılı malum azgın azınlık dindarlara ipe sapa gelmez yasaklar uygularken hep aynı güdüyle davrandılar. Müslümanlar malum azınlığın fiyakasını bozuyordu. Onlar yabancılaşmıştı. Bir yere ait değillerdi. Ama kendilerini yerli gibi yutturmak ve kendilerini tatmin etmek istiyorlardı. İslam'ı ve Müslümanı her görüşte, yabancılıklarını ve yersizliklerini hatırladılar. Bu da onları hırçın ve saldırgan yaptı. Tesettür, Kur'an, İmam-Hatip, Cami, Namaz, Oruç düşmanlıklarının sebebi de bu.
Fatıma Cipof olayı tek değil. 2004 yılının son aylarında Mısır'da benzer bir olay yaşandı. Bir Kıpti papazın karısı olan Vefa Konstantin Müslüman oldu. Yer yerinden oynadı. Kıpti Patrik Şenuda, kendini kaybetti. Kıptileri kışkırtan demeçleri üzerine Kıpti gençler ayaklanıp terör estirdi. Ve sonuç yüz kızartıcıydı: Müslüman olan Vefa hanım, Mısır diktatörünün marifetiyle Kıpti kilisesinin insafına teslim edildi. Önce 'akıl hastası' ilan edildi, sonrasını tahmin edebilirsiniz.
Kiliselerin derdi belli: Cemaatlerini İslam'ın cazibesine kaptırmamak. İslam'ın kilisesi yok, şükürler olsun. Buna ihtiyacı da yok. Cazibesi içinden, gücü kendinden. Bu yüzden zorbalık yapıyorlar.
Hayret, Vefa Konstantin olayında o çok özgürlükçü dünyadan çıt çıkmadı. Bakalım Fatıma Cipof olayında ne yana yatacaklar?
Vefa Konstantin veya Fatıma Cipof. Zorbalar bu menkıbenin önüne geçemeyecek. Çünkü bu menkıbenin tarihi insanlıkla yaşıt. Hatırlayın Firavun'un karısı Asiye'yi. Kur'an onu tüm mümin kadınlara örnek gösterir. Firavun olan kocasının, 'İnancını terk et seni sarayın tek kraliçesi ilan edeyim' teklifini reddedince işkence başladı. Onun işkence altında yaptığı duayı Kur'an ölümsüzleştirdi 'Rabbim! Artık bana kendi katında, cennette bir saray inşa et! Beni Firavun'dan ve onun iktidarından kurtar!' (Tahrim, 66/11)
05.10.2007
Kaynak:http://yenisafak.com.tr
SamiHocaoglu

Kanoute


F.Bahçe'nin, Şampiyonlar Ligi'ndeki rakibi Sevilla'nın golcüsü Frederic Kanoute, hayırseverliğiyle kalpleri fethediyor. Bir süre önce Sevilla'da müslümanların ibadet ettiği camiyi satın alarak yıkılmaktan kurtaran Kanoute, bu konuda hiç ön plana çıkmayarak, temiz kalpliliğinin yanında mütevazılığını da göstermişti.
Fransa'da doğan Mali asıllı yıldız, köklerinin olduğu bölgede açlık ve yoksulluk çeken insanlara yaptığı büyük yardımlarla da herkesin takdirini kazandı.
İspanya İslam Toplumu Kanoute'yi sadece bu yönleriyle değil, takım formasındaki bahis reklamına tepkisiyle de tanıyor. Yıldız futbolcu, üstünde 888 bahis sitesi reklamı bulunan formayı giymeyi reddetmişti. Şirketin bir hayır kurumuna bağış yapması ve din bilginlerinin onayı üzerine formasını yeniden sırtına geçirmişti.
İspanya İslam Toplumu'ndan bir yetkili, onun 700 bin dolar ödeyerek ibadete açık tutulmasını sağladığı cami konusunda, “Eğer Kanoute, Ponce De Leon Camii'ni satın almasaydı, Sevilla'daki müslümanların cuma namazları için gidebileceği bir yer olmazdı” dedi.
800 YILLIK İSLAM EGEMENLİĞİ
711 yılında İber yarımadasına çıkan müslümanlar, İspanya'nın önemli bölümünü ele geçirdi. 756'ya kadar Şam'dan gönderilen valiler tarafından yönetilen Endülüs bölgesinde 1492'ye kadar hüküm süren Endülüs Emevileri Devleti kuruldu. Özellikle Cordoba (Kurtuba) ve Granada (Gırnata), camiler başta olmak üzere İslam eserleri açısından çok zengin.
Müslüman oldu bu formayı reddetti
30 yaşındaki Frederic Kanoute, 10 yıl önce düzenlediği bir basın toplantısıyla müslüman olduğunu açıkladı. Sevilla'nın formasına bahis şirketinin reklamını almasına ise hemen tavır koydu. Ancak araya girenlerin, şirketin hayır kurumuna bağış yapmasını ve İslam bilginlerinin olumlu görüş vermesini sağlama-sıyla formayı giymeyi kabul etti.

Yeni Şafak
25.12.2007

Ruslar'ı İslam'a çağıran kadın

Moskova'ya eğitim için gelen Suriye uyruklu eşiyle tanışıp daha sonra İslam'ı seçen Valeria İman Porokhova, Müslüman alimlerden de yardım alarak, Kur'an mealini Rusça'ya tercüme etmiş. İlk kez bir Müslüman tarafından Rusça'ya çevrilen Kur'an'ı okuyan Ruslar arasında İslam'ı seçenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Aslen Rus olan ve öğretmenlik yaparken Moskova'ya eğitim için gelen Suriyeli eşiyle tanışıp daha sonra İslam'ı seçen Valeria Porokhova, Müslüman alimlerden de yardım alarak Kur'an'ı Rusça'ya tercüme etmiş. İlk kez bir Müslüman tarafından Rusça'ya çevrilen Kur'an, adete Ruslar'ın gönlünü fethetmiş. 12 yıl boyunca uğraşıp hazırladığı Kur'an mealinin Rusya'da bu derece ilgi görmesinden son derece memnun olan Porokhova, "Hadislerden ve Kur'an'daki dua surelerinden yola çıkarak hazırladığım kitabımı basan yayıncım bile İslam'ı seçti. Hazırladığım Kur'an mealinde Ruslar, Allah'ı hissettiklerini ve İslam'ın ruhunu bulduklarını söyleyip gözyaşları arasında İslam'ı seçiyorlar. Rus halkının İslam'a yönelmesine, Allah beni vesile ettiği için ben de çok memnunum" dedi.
'İslam'daki aile bağı beni çok etkiledi'
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye'ye misafir olarak gelen Valeria Porokhova ile nasıl Müslüman olduğunu ve Müslümanlığı seçtikten sonra hazırladığı Rusça Kur'an meali üzerine sohbet ettik. 25 yaşındayken İslam'ı seçen Porokhova, "Müslümanlığı tercihimde en büyük etken Müslüman eşlerin, birbirine bağlılıkları ve sevgileri oldu" dedi.
Moskova'da tanıştığı Suriyeli eşiyle evlendikten sonra bir süre Şam'da yaşayan Porokhova, burada ilk kez Müslümanlar'la tanıştığını söyleyerek, "Müslümanlar'ın aile ilişkileri beni çok etkiledi. Eşler birbirine çok bağlıydı, boşanmak yoktu. Bunun dışında içki yok, fuhuş yok. Görüştüğümüz bütün aileler sevgi ve muhabbet üzerine ailelerini kurmuştu. Bütün bu gördüklerim benim Müslümanlığı seçmemde etken oldu" dedi.
Şam'da yaşadıkları 80'li yıllarda Kur'an'ı Rusça'ya çevirmeye başladığını söyleyen Porokhova, 12 yıl boyunca gece gündüz yaptığı çalışmalar sonucunda tercümeyi bitirdiğini belirtti. Tercüme sırasında Şam'daki çok sayıda ilim adamının da kendisine destek olduğunu ifade eden Porokhova, tercüme bittikten sonra Kur'an çalışmasını Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi'ne gönderdiğini ve burada oluşturulan bir heyetin 6 yıllık bir çalışması sonucunda tasdiklendiğini belirtti.
"Rusya'da 80 bin adet basıldı"
Eşiyle birlikte bugün Moskova'da yaşayan Porokhova, 1997 yılında hazırladığı Kur'an tercümesininin Rusya'da basılıp satılmaya başladığını belirterek, "Üç yıl içinde 80 bin adet basıldı. 20 bin adeti bir Müslüman Arap tarafından satın alınarak halka ücretsiz dağıtıldı. Kur'an, Rusya'da büyük yankı uyandırdı. Hem akademik çevrelerde hem de halk arasında büyük ilgi gören Kur'an meali yüzlerce Rus'un gözyaşları arasında İslam'a yönelmelerine vesile oldu" dedi. Porokhova, yakın arkadaşlarının dahi Kur'an mealini okuduktan sonra Müslüman olduklarını söylüyor.
'Kur'an'ın bilime bakışı, Ruslar'ı etkiliyor'
İslam'ın hızla Rusya'da yayılmasından Ortodoks cemaatlerin rahatsızlık duyduğunu söyleyen Porokhova, ''Hatta benim mealimi okuyan insanların Müslüman olduğunu görenler benim aleyhime televizyonlarda propaganda yapıyorlar. İslam'ın bu kadar hızlı Rusya'da yayılmaya başlaması diğer insanları tedirgin ediyor. Çünkü çok sıkı Ortodoks inancına bağlı insanların bile din değiştirmesine sebep oldum" dedi. Rus halkının eğitim ve kültür seviyesinin çok yüksek olduğuna da dikkat çeken Porokhova, "Rus halkının büyük bölümü üniversite mezunu olduğu için bilimin gücüne inanan bir topluluk. Bu yüzden İslam'ı Rusya'da anlatırken ilimle ilgili ayetleri öne çıkarmak gerekir. O zaman Rus halkı üzerinde, çok daha etkili olunuyor" diye konuştu.
Yeni Şafak
ÇARŞAMBA 13 ARALIK 2000

Malcom

Eldridge Cleaver adlı zencinin anılarını anlattığı 'Soul on the Ice' adlı kitabından, Malcom X
En yüksek onur ve şerefle karşılandığı Mekke Hacc ziyareti ve başarılı bir Afrika ve Yakın Doğu seyahatinden sonra Malcolm, Amerika'ya geri döndüğünde Afro-Amerikalılar Birliği örgütünü kurmaya başladı. Bu arada Elijah'ca kovulan Müslümanlar'ı kabul eden Müslüman Camii Derneği ortaya çıktı. Müslüman Camii Derneği, kutsal şehir Mekkeli şeyh Ahmet Hasan'ın idaresi altında 'Ortodoks-İslam öğretisi'ne sahipti. Dünya Müslümanları Birliği Genel Sekreteri büyük-şeyh Muhammed Sarur El Sabban, Los Angeles Herald Dispatsch'e göre, Malcolm X'i mücadelesinde desteklemek, birbirine hasetli gruplarca bu ülkede meydana getirilmiş olan dağınık manzarayı düzeltmek üzere şeyh Ahmet Hasan'ı görevlendirmişti.
Malcolm X'i savunmaya başlamıştım. Folsom'da Müslümanlar arasında gizli bir toplantıda artık Elija'nın taraftarı olmadığımı, Malcolm'u desteklediğimi açıkladım. Konuyu düşünmelerini ve karar vermelerini ısrarla tavsiye ettim; çünkü, aynı anda iki ip üzerinde oynamak, uzun süreli olmayabilirdi.
Cemaatten dışlanmaya doğru
Hücremin duvarında Elijah'ın çerçeveli büyük bir resmi yıllardır asılı duruyordu. O resmi indirip parçaladım. Yerine aynı büyüklükte, "Saturday Evening Post"tan aldığım ve Malcolm X'i Kahire Muhammed Ali Camii'nde diz çökmüş halde gösteren muhteşem bir fotoğrafını astım. Başlangıçta Folsom'daki diğer Müslümanlar beni gammazladılar; yıllardır iyi tanıştığım bazıları artık benimle konuşmuyor, bir kez olsun yüzüme bakmıyorlardı. Karşılaştığımızda yüzlerini çeviriyorlardı.
Onların yargısı basitti: Elija Muhammed, Allah'ın bizim için seçtiği habercisi, Allah'ın iradesinin aracı idi. Ona karşı gelenler, Allah'ın düşmanları beyaz şeytanları desteklemiş oluyordu. Tanrı'nın mı yanındasın yoksa şeytanın mı?
Elijah taraftarlarının gözünde Malcolm X, tanrı-tanımaz kadar suçlu idi. O, kanaatini değiştirmiş, kendi ırksal yatağını terk etmiş ve beyazlarla siyahların kardeş olabileceği garantisi veriyordu. Kutsal bölgeden (Mekke) Amerika'ya gönderdiği bir mektupta Malcolm X diyordu ki: "Sözlerime kızabilirsin, ama ben sürekli olayları, gözüyle görmeye ve hayatın gerçeklerini yeni keşfedilmiş tecrübeler ve bilgiler olarak kabul etmeye teşebbüs eden biri oldum. Hacc ziyaretinde yaşadıklarım bana çok şey öğretti; kutsal topraklardaki her anım gözlerimi daha da açtı... Gözleri en saf mavi, saçları sarıdan daha açık, tenleri beyazdan daha beyaz insanlarla aynı tabakta yemek yedim. Bu "beyaz" Müslümanlar'ın söz ve eylemlerinde Sudan, Nijerya ve Gana'daki Afrikalı Müslümanlar'da sezdiğim aynı samimiyeti sezdim."
'Beyaz şeytan' masalının sonu
Hepimizin üzerinde güçlü etkisi olan ve biz siyah Müslümanlar'ın birçoğunun ihtida etmesinde sebep olan Malcolm'un bu sözlerine çoğumuz kızıyorduk ve dehşet içindeydik. Buna karşın sevinenler ise, kin ve ırk üstünlüğü doktrininden kurtulmuş olanlarımızdı. Beyaz adamın uhdesinde olan, ırk üstünlüğü ve nefretten kaynaklanan sorumluluğu taşımak, oldukça zordur. Beyazları kendisinin Afro-Amerikalılar Birliği'ne kabul edip edemeyeceği sorusuna Malcolm'un cevabı, yaşıyor olsaydı John Brown'ı bile kabul edebileceği şeklindeydi. Bunun anlamı, kapıyı ne kadar geniş açtığıdır.
Malcolm X'e katıldığımda, yeni bir muhtedi olarak aktif rolüm ve Müslüman tutuklulara dini özgürlük kampanyam dolayısıyla California Hapishanesi'ndeki arkadaşlar arasında biraz prestij sahibi olmuştum. Mahkemelere, hükümete ve hatta Birleşmiş Milletler'e bir yığın mektup ve dilekçe gönderdik.
Benim eski hücre arkadaşım ve San Quentin'deki Müslüman tutukluların temsilcisi olan kardeş Booker T. X'in San Quentin Hapishanesi muhafızlarından biri tarafından vurulmasından sonra, Elijah Muhammed'in Batı Yakası temsilcilerince ve Los Angeles Muhammed Camii temsilcisi John Shabazz'ca resmen San Quentin'deki Müslümanlar'ın idaresine vazifelendirilmiştim. Bu, San Quentin'in fevri ortamına binaen olmuştu.
Müslüman liderler, kardeş Booker'ın ölümünün etkileri altında belirgin bir ihtimal oluşturan, herbir Müslüman'dan sadır olacak şiddeti engellemek istiyorlardı.
Yeni cemaat, yeni yapılanma
Hapishane yönetiminin bertaraf etme yönündeki fütursuz çabalarına rağmen varlığını sürdüren San Quentin Camii'nce bana, sert bir disiplin uygulama görevi verilmişti. Bu arada eskiden hapishanede bulunan Müslümanlar'ın çoğunluğu tahliye oldu. Geriye kalan az sayıdakilerden biri de bendim. Böylece her halde diğer Müslümanlar beni, Elijah Muhammed'in öğretisinin yayılması mücadelesinde çok fedakarlıkta bulunan ve kullanılan biri olarak görüyorlardı. Benim Malcolm X safına geçişim, Müslümanlar arasında büyük bir şaşkınlık doğurdu. Fakat yavaş yavaş Malcolm'un devranı dönmeye başladı ve Malcolm'un etkisinin artmaya başlaması noktasında şüphem kalmadı. Elijah Muhammed'in otoritesi altında bulunan ve Malcolm'a itirazları olan siyahi tutuklular artık Malcolm için vardılar ve kesinlikle onun liderlik hakkını kabul ediyorlardı. Yıllarca beyhude olarak Elijah'ın cemaatine kazandırmak istediğimiz zenciler, şimdi heyecanla Malcolm'un arkasındaydılar.
Malcolm X'in siyahi tutuklular için özel bir önemi vardı. Kendisi eski bir tutuklu olan Malcolm, en aşağılardan en yukarıya çıkmıştı. Umudun sembolu olmuş; bu sebepten hapishane–bedel ödeme–hapishane şeytan üçgeninde sıkışmış gözüken binlerce siyahi tutuklu için bir örnekti.
En aşağılardan en yukarılara
Malcolm için Folsom'da mükemmel bir kampanya düzenledim. Siyah mahkumlar arasında dağıtılmakta olan konuşmaların çoğaltılmasıyla ben ilgileniyordum. Onun hakkında konuşmak, ondan alıntı yapmak da hiçbir fırsatı kaçırmıyordum; yapmaya çalıştıklarını açıklamada, onu haklı göstermede... Kısa sürede Müslümanlar sözümü dinler oldular; kısa sürede Folsom'da Malcolm'un ateşli savunucuları oluştu. Çok kısa sürede Malcolm, zenci tutukluların büyük çoğunun kahramanı oldu. Elijah, çabucak önemini yitirdi.
Malcolm X'in siyahi tutuklular için özel bir önemi vardı. Kendisi eski bir tutuklu olan Malcolm, en aşağılardan en yukarıya çıkmıştı. Umudun sembolu olmuş; bu sebepten hapishane–bedel ödeme–hapishane şeytan üçgeninde sıkışmış gözüken binlerce siyahi tutuklu için bir örnekti. Gerçi hiçbir zaman hakimler, polisler ve hapishane yönetimi bunu anlamadılar: Siyahların genel olarak kendilerinin suçlu ve cani olarak görülmediklerini, aksine çoğunlukla savaş esiri olarak telakki edildiklerini hesaba katmıyorlardı. Kendi gaddarlığı içinde kendine özgü suçları ihtiva eden "Köpek köpeği yer" sefil bir sosyal sistemin kurbanı olarak: Balta girmemiş ormanda ne hak ne de haksızlık vardır.
Dahası zenci mahkumlar, toplumsal buyruklar ve vecibeler açısından kötüye kullanıldıklarını; mahkumiyetlerinin, bütün hayatları boyunca öğrendikleri baskının bir başka formu olduğunu hissediyorlardı. Zenci mahkumlar, mahrum edilenler olduklarını, toplumca görevlendirilenler ve topluma borçlu olanlar olarak kendilerini hissediyorlardı.
Amerikan ceza infazı, bunu senet ittihaz etmiyordu. Fakat Malcolm X bunu yaptı; ve siyahi mahkumlar, eğer Malcolm X ya da benzer bir düşün adamının yeterince güçlü olduğu takdirde ceza hukukunda inkılap yaptıracağını biliyorlar. Mahkumiyeti sırasında acımasızca hakim Malcolm'a ceza hukukunu itham ediyordu.
Asıl mükemmel olan...
Şimdi, Elijah kamçıyı Malcolm'un kafasında şaklattırdığı için, siyah-Müslümanlar hareketi parçalandı; çünkü, şimdi samimi müminlerde karşı konulmaz bir çekim gücü icra eden, hareket değildi. Karşı konulmaz olan, 20 milyon zencinin kendine güven uyanışıydı. Malcolm X onların taleplerini zamanımızın diğer bütün adamlarından daha iyi bir şekilde telaffuz ediyordu. Elijah'ın sancağı altında konuştuğunda karşı konulmazdı; kendi sancağı altında daha karşı konulmazdı. Eğer o Katolik, Adventist veya Sammy Davis üslubunda Yahudi olmuş olsaydı ve sesini siyah adamın ruhundaki sessiz özlemine kadar verebilseydi, bu takdirde mesajı daha başarılı olurdu; çünkü, mükemmel olan Malcolm X değil, aksine ifade ettiği hakikatti.
Malcolm'un dile getirdiği hakikat, beyaz güç yapısının merhametini dilenmek için hakikatle oynayan ve ona zarar veren zenci lider ve sözcüler yığınını alt etmişti. Daha sonra o, böyle bir adama karşı yegane bir araçla bertaraf edildi; Kongo halkının düşmanlarının da, Lumumba'yı bertaraf etmek için uyguladığı bir yöntemle; sömürgecilerin, tiranların, parazit zorbaların insanların özgürlük, eşitlik, adalete ilişkin gayretlerini sürekli bastırdıkları bir metodla: cinayet, suikast, kuduzca katliamlarla.
Suikastçileri, cinayet için ne kışkırtıyordu? Onları, Malcolm'un mücadelemizi BM nezdinde müdafaa etmek isteğiyle uluslararası alana taşıma kampanyası mı rahatsız ediyordu? İyi ama Malcolm'un öldürülmesiyle sadece 'seyri' inkar etmiş oluyorlardı; çünkü biz menfaatlerimizi ilgi duyan dünyanın gözleri önüne sereceğiz ve hiçbir şey bizi durduramayacak. Katiller, Malcolm'un Elijah Muhammed'in şeytan öğretisinin ırkçı deli gömleğini yargıladığı için mi rahatsız olmuşlardı? İyi ama tabii biz de onları yargılayacağız, hem de fasılasız bir şekilde. Katilleri, kendimizi savunmak için Malcolm'un bize hocalık yapması mı rahatsız etmişti? Bizler, katillerin, çetelerin, bombacıların mukavemetsiz kurbanları olmayacağız.. Malcolm, hakikati söylediği sürece, hakikat muzaffer olacak ve onun adı yaşayacak. Onu yenmeye çalışanlar, yalan söyledikleri sürece adları adalet gereği lanetlenecektir. Çünkü, ayak altına alınan hakikat tekrar ayağa kalkacaktır.
"Onu tanısaydın, bilirdin, bizim neden ona saygı duymamız gerektiğini: Malcolm, bizim insani yönümüzdü, yaşayan siyahi insani yönümüz! Onun halkı için önemi budur. Biz ona saygı duymakla, kendi içimizdeki en iyiye saygı duymuş oluyoruz...
'Eğer onu tanısaydınız...'
Malcolm artık yaşamıyor. Beyaz iktidar yapısının yağcıları, Tom amcaları, yaltakçıları, yamakları Malcolm'u bitirmek, onu halkının kalbinden söküp atmak, ona ilişkin hafızaları kafaları karıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat onların milyonlarca palavrasına kulaklar kapalı idi. Ossi Davis'in Malcolm'a yazdığı ölümsüz ağıtında ifade ettikleri, dokunaklıdır:
"Onu tanısaydın, bilirdin, bizim neden ona saygı duymamız gerektiğini: Malcolm, bizim insani yönümüzdü, yaşayan siyahi insani yönümüz! Onun halkı için önemi budur. Biz ona saygı duymakla, kendi içimizdeki en iyiye saygı duymuş oluyoruz... Çok sayıda konuda onunla mutabık olmasak da ya da aramızda onun hakkında, insan olarak önemi konusunda tartışsak da, onun aramızdan ayrılışı, sadece bizim daha da kenetlenmemize hizmet eder. Yeryüzünün, bizim bütün annelerimizin bu ölümcül kalıntılarını unuturuz. Hakikatte toprağa gömdüğümüz, uzun süre insan olarak kalmayacak, aksine hoşnutsuzluk kışından sonra yeniden bizimle buluşmak için yeryüzeyine tekrar fışkıracak bir tohum tanesidir. Ve biz onu geçmişte ve şu anda olduğu gibi tanıyacağız: bir prens; kendine özgü, siyahi, aydınlatıcı bir prens! Bizi çok seven ve bu nedenle ölmekten kaçınmayan..."

Japonya'da İslam ve

Japonya'da Müslümanların sayısı kesin bir bilgi olmamakla birlikte 50 bini Japon asıllı olmak üzere yaklaşık 300- 350 bin civarında. Japonya'nın her tarafına dağılan Müslümanlara ait 100 İslami kurum ve kuruluşun yanısıra 180 kadar da cami var. Son zamanlarda Japonların İslam'a olan yoğun ilgisinin arttığı ve binlerce Japon'un İslam'a girdiği Tokyo İslam Merkezi Müdürü tarafından ifade edilmektedir.
Osmanlı-Japon ilişkileri çerçevesinde, 1890 yılında Osman Paşa emrinde 600 kişilik Osmanlı asker ve subayı Ertuğrul gemisiyle Japonya'ya giderken Japon Denizi'nde fırtınaya yakalanır ve batar (16.9.1890). 550 kişi şehit düşer ve Japonya'da gömülür.
1891 Ostaro Noda adında bir Japon gazeteci, Japon halkından toplanan yardımları, şehit ailelerine vermek üzere İstanbul'a gelir. Sultan II. Abdulhamid'le görüşür. İngiliz asıllı bir Müslüman vasıtasıyla Müslüman olur; Abdulhalim adını alır. Olay, gazetelerde yayınlanır. Üçüncü Japon Müslüman ise, 1909'da Kur'an'ı ilk defa Japonca'ya tercüme eden Ahmet Erca'dır.
Son yüzyılda İslam'a yoğun ilgi var
Osmanlılarla temas neticesinde İslam'la tanışan Japonların son yüz yıl içinde, İslam'a ilgileri giderek artmaya başlar. İkinci Dünya Savaşı esnasında Çin, Endonezya, Malezya ve Filipinler'e giden Japonların bir kısmı, savaş sonrası Müslüman olarak Japonya'ya döndüler. Bu Japon Müslümanlar 1953'de ilk İslami cemiyetlerini kurarlar. Japonya'da inşa edilen ilk cami Kobi Camii'dir. Tarihi 1935. Bundan üç yıl sonra da Tokyo Camii yapılır. Zamanla tahrip olan Tokyo Camii birkaç sene önce Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yeniden inşa edilir. 1975 yılında da Tokyo'da Japonya İslam Merkezi inşa edilir. Japonlara İslam dinini doğru bir şekilde anlatmaya ve tanıtmaya başlayan İslam Merkezi vasıtasıyla binlerce Japon İslam dinine girmiş oldu. Merkez halihazırda, İslami bir okul inşaatını sürdürmektedir. Japon hükümeti tarafında resmen tanınan ve bağımsız dini bir müessese olan İslam Merkezi, Japonca İslami kitapların dağıtımı, Japonlar için İslam ve Arapça dersleri vermek, konferans ve sempozyum düzenlemek, Japonca'ya dini kitaplar tercüme etmek ve Müslümanlara evlenme ve İslam kimliği belgelerini vermek gibi işler yapmaktadır.
Japonlar fıtri olarak İslam'a çok yakın
İslam Haber Ajansı'na bir açıklama yapan İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih Samurai, Japon halkı ve Japonya'da İslam'ın geleceği hakkında şunları söylemektedir: "Her gün Merkez'de 4-10 Japon kelime-i şehadet getirerek Müslüman oluyor. Eğer İslam doğru bir şekilde Japonlara anlatılırsa, Japonlar kitleler halinde İslam'a girecekler. Daha önce İslam hakkındaki bilgiler, tahrif edilmiş bir şekilde yalan yanlış olarak Avrupa ve Amerika kanalıyla geliyordu ve Japonların ilgisini çekmiyordu. Halbuki Japonların örf adet ve gelenekleri, fıtratları İslam'a oldukça yakındır. Mesela Japon halkı, sabah akşam el ve ayaklarını yıkar, temizliğe önem verir, sade hayat yaşar, içki ve kadına düşkünlükleri yok, anne-babaya saygı gösterirler. Fazla yemek yemezler. Şiddeti sevmezler, kötü arkadaşlardan uzak dururlar. Bütün bu güzel sıfatlar zaten İslam'da var. Onun için Japonların İslam'a girmeleri kolay oluyor."
Japonya'da Müslümanların sayısı
İslam Haber Ajansı dergisinin, Japon Müslümanları Birliği Başkanı Dr. Halid Galluş'a dayanarak verdiği bilgiye göre, Budizm ile Şintoizm gibi iki temel inancın hakim olduğu Japonya'da Müslümanların sayısı kesin bir bilgi olmamakla birlikte 50 bini Japon asıllı olmak üzere yaklaşık 300- 350 bin civarında. Japonya'nın her tarafına dağılan Müslümanlara ait 100 İslami kurum ve kuruluş yanısıra 180 kadar da cami var. Son zamanlarda Japonların İslama olan yoğun ilgisinin artığı ve binlerce Japon'un İslam'a girdiği Tokyo İslam Merkezi Müdürü tarafından ifade edilmektedir.
İslam Merkezi Başkanı Samurai'nın ifadesine göre, Budist bir profesörün yazmış olduğu bir kitapta İslam hakkında şu görüşlere yer veriliyor: "Eğer İslam Japonya'da biraz istikrar bulursa, Malezya ve Endonezya'da olduğu gibi kıssa zamanda her tarafa yayılacak." Mukayeseli Hukuk Enstitüsü Başkanı ve Şou Üniversitesi Dekanı Prof. Sanada ise, yazdığı kitapta İslam hukukunun, beşeri hukuklardan üstün olduğunu belirterek, Japonların İslam gibi bir dine ihtiyaç duydukları ve Müslümanların, Japon halkına ve bütün dünyaya İslamiyet'i anlatma ve tanıtma sorumluluğunu taşıdığını söylüyor.
İslama olan ilgi her geçen gün daha da artıyor
Japonya'da İslam için aktif çalışanların ekserisi Japon asıllı Müslümanlar olup çoğu üniversite mensubu kişilerden oluşuyor. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz. Prof. Kosoji, Kiyoto Üniversitesi (Televiziyonlara çıkar ve konferanslar verir). Prof. NHK Şiro Tanaka, Kiyoto Üniversitesi (Hafız). Prof. Hişam Koroda, Uluslararası Niyaga Ünversitesi, (birçok yayınlanmış eseri var). Prof. Eşref Yasoi (Japon Enstitülerinde Arapça Profesörü). Bunların dışında Avrupa, Asya ve Amerika'da yaşayan Müslüman bilim adamları olduğu gibi Müslümanlıklarını açıklamayan Japonlar da var. Irak savaşından sonra binlerce Japon Müslüman oldu.
Bahreyn Tribün gazetesinin haberine göre, Tokyo Üniversitesi profesörlerinden Tsujitaka Sato, Tokyo'da düzenlenen "Ortadoğu ve İslami Araştırmaların Önemi" konulu konferansında, Irak savaşı ve sonrasında, Japon gençlerinin başta Arapça ve Kur'an tefsiri olmak üzere her alanda İslam'ı araştırmaya koyulduklarını ve bunun neticesinde, kültür düzeyi yüksek ve üst tabakadan binlerce erkek ve kadın Japon'un İslam'a girdiğini ve bugün dünyanın da global İslam'la karşı karşıya olduğunu söyledi. Öyle görünüyor ki yakın gelecekte Japonya'da büyük gelişmeler ve fütuhatlar olacak. Çünkü Japonya resmen İslam'a kucak açmış bulunmaktadır.
Japon Dışişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan İslami Araştırmalar Komisyonu ve Yusuf Kardavi'nin başkanı olduğu 'İslamonline.net' sitesi işbirliğiyle kurulan bir İslami site ile İslam tanıtılıyor. Söz konusu komisyon, bütün Japon okullarına İslam dersleri koyma yönünde tavsiyede bulundu. Her yıl yurt dışına çıkan 17 milyon Japon turistten bir bölümünün Müslüman olarak geri dönmesi, Japonya'da okuyan Müslüman öğrencilerin varlığı ve bugün 15'ten fazla elektronik gazetede İslam dininin tanıtılma gayretleri, Japonya'da yayılan İslam dininin hızına hız katmaktadır.
İlgi duyanlar için Japon İslam Merkezi adresi: Islamic Center Japan 1-16-11, Ohara, Se tagaya-ku Tokyo-JAPAN Tel-(03)34606169, Fax-4606105.
AHMET ALTUN / ARAŞTIRMACI - YAZAR
Yeni Şafak 8 Kasım 2004 Pazartesi

Juliana, Fatma olunca Bulgar Kilisesi karıştı


Patrik Bartholomeos hakkında suç duyurusunda bulunan Bulgar Ortodoks Kilisesi'nin eski Yönetim Kurulu üyesi Bojidar Cipof, İslam dinine geçerek Fatma adını alan eşi Juliana Cipof'la boşanmanın eşiğine geldi. İddialara göre, Müslüman olduğu için ailesinin baskılarına maruz kalan Fatma, eşi tarafından evden atıldı.
Bulgar Ortodoks Kilisesi'nin saygın isimlerinden olan Cipof Ailesi'nden 48 yaşındaki Juliana Cipof, 21 Haziran 2006'da Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Kocasından ve Hıristiyan çevresinden çekindiği için Müslüman olduğunu bir süre saklayan Fatma Cipof, ibadetlerine gizli devam etti.
SEN MİSİN MÜSLÜMAN OLAN!
Fatma Cipof, 54 yaşındaki kocası Bojidar Cipof ve iki kızından Müslüman olduğunu iki ay gizleyebildi. İddialara göre sırrını öğrenen kocası kendisine hakaretler yağdırdı ve bir gece yarısı kendisini evden attı. Tek suçu Müslümanlığı seçmek olan Fatma, dostlarının sayesinde geceyi bir otelde geçirdi. Kocasının ve kızlarının tepkisinin geçici olduğunu düşünen Fatma, ertesi gün evine döndü. Ancak Fatma Cipof, evine döndükten sonra bu düşüncesinde yanıldığını kısa sürede anladı. Ailesi tarafından 'Kara Fatma' diye çağrıldı, namaz kılarken itilip kakıldı, oruç tutarken horlandı, başörtüsüyle dalga geçildi.
SİLAHLA TEHDİT İDDİASI
Fatma'nın kafasına silah dayanarak, "Hıristiyan olacaksın, bizi cemaat içinde rezil ettin" şeklinde tehdit edildiği de ileri sürüldü. Çevresinde akıl hastası olduğu yönünde de dedikodu çıkartılarak akrabalarından soğutulmaya çalışıldı. Baskılara dayanamayan Fatma Cipof, sonunda evini terk etmek zorunda kaldı.
BOŞANMA DAVASI AÇTI
Baskılardan yılan Fatma Cipof, Müslüman bir ailenin yanına sığındı, 'evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı' gerekçesi ile boşanma davası açtı. Kocasının maddi durumunun iyi olduğunu belirten Fatma Cipof, aylık bin 500 YTL nafaka ile 25 bin YTL tazminat istedi.
Kara Fatma diye dalga geçtiler
Eşi ve kızlarının kendisini dövdüğünü söyleyen Fatma Cipof, “Kara Fatma diye alay ettiler, gece sokağa attılar. Yakın dostlarım sayesinde geceyi otelde geçirdim. 9 aydır bir ailenin yanındayım. İnandığım gibi yaşıyorum, çok huzurluyum. Asla geri adım atmayacağım" dedi.
Evden atıldığı iddiası yanlış, İslam'a geçiş sertifikasını buldum
Bojidar Cipof, eşi Juliana'nın iddialarının asılsız olduğunu savunarak, "27 yıllık karıma Müslüman olduğu için baskı yapmam söz konusu olamaz. Müslüman olduğunu öğrendiğimizde de ona evimizi açtık. Çocuklarım da karşı çıkmadı. Müslüman olduktan sonra da 4.5 ay yine beraber yaşadık. Kimse ibadetlerine karışmadı. Sonuçta hepimiz aynı Allah'a inanıyoruz" dedi Cipof, eşinin Müslüman olmasında ve kendisine yöneltilen iddialarda, bazı güç odaklarının parmağı olduğunu ileri sürdü. Cipof, boşanma davası için verdiği savunmada ise eşinin panik atak hastası olduğunu ve uzunca bir süre tedavi gördüğünü öne sürdü. Hıristiyanların 1 Mayıs 2006'daki 'Paskalya Bayramı'ndan bir ay sonra İslam dinine geçen eşinin bu durumu ailesinden gizlediğini anlatan Cipof, şüpheler üzerine evde arama yaptıklarını ve 21 Haziran 2006'da müftülük tarafından verilen 'İslamiyete Geçiş Sertifikası'nı bulduklarını belirtti.
04.10.2007

Hollandalı Fabyana, müslüman oldu

Gönlünü bir Türk gencine kaptıran Hollandalı Fabyana, Toprakkale İlçe Müftülüğü'nde düzenlenen ihtida merasiminde şahadet getirerek Müslüman oldu. İlçe Müftüsü Burhan Çakır'ın yaptırdığı ihtida merasimi öncesinde Kuran'ı Kerim okundu. Müslümanlığa adım atan genç kıza kendi isteğiyle "Sevgi" adı verildi.
Yaşadığı ülkede Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir mahallede kalan ve İslamiyet'e sempatisi o günlerde başlayan Fabyana Muğla'nın Marmaris ilçesinde otelde çalışan Osmaniyeli Orhan Alakaş'a (24) gönlünü kaptırdı. Daha sonra İslam'ı daha yakından tanımaya başlayan Fabyana bir ay kadar önce Müslüman olmaya karar verdi. Müslümanlığı kabul etmesinin ardından genç bayanın ilk yaptığı iş başörtüsü takmak oldu.
Bir hafta sonra nişanlanacaklarını ve Türkiye'de yaşayacaklarını aktaran Orhan Alakaş, Fabyana'ya yeni adıyla Sevgi'ye din değiştirmesi konusunda zorlama yapmadığını kendi isteğiyle Müslümanlığı seçtiğini söyledi. Müslüman olduktan sonra başörtüsünü çıkarmadığını bir aydır taktığını aktaran Alakaş, "Fabyana ülkesinde Türk mahallesinde kalıyor. Burada oradaki arkadaşlarından İslam'ı öğrenmiş. Tanıştıktan sonrada Müslüman olmaya karar verdi. Bu isteğini benimle paylaştı. Bende müftülüğe gelerek ihtida işlemlerini başlattım." dedi.
Müslüman olduktan sonra Sevgi adını alan Hollandalı genç bayan camilere hayranlık duyuyor. Bu arada İlçe Müftüsü Burhan Çakır, genç bayanın Müslümanlığı seçmesinden dolayı memnun olduklarını belirterek, "Umarım bundan sonra dinini daha yakından tanır öğrenir. Bir kişi Müslüman olursa geçmişteki tüm günahları silinir. Bu merasimi müftülüğümüzde gerçekleştirilmesinden dolayı çok mutluyum" diye konuştu. İhtida merasiminin sonrasından Müslüman olan Fabyana'ya Kuran'ı Kerim ve İslam dinini anlatan çeşitli kitaplar hediye edildi.
Yeni Şafak 01.03.2008

800 Zimbabveli Müslüman oldu


Zimbabve bağımsızlığının 25. yılına tarihi bir olayı yaşayarak girdi. Kurban Bayramı organizasyonu kapsamında bölgeye yardım götüren İHH, yüzlerce kişinin Müslüman olmasına vesile oldu
19. yy'da İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika ülkelerinden Zimbabve unutulmayacak bir Kurban Bayramı yaşadı. Kurban yardımları için Zimbabve'ye giden İHH, burada yoğun bir ilgiyle karşılandı. Türkiye'den gelen karşılıksız yardımlar karşısında büyük şaşkınlık yaşayan Zimbabveliler İslam dinini yakından tanıma fırsatı buldu. Yaklaşık 800 Zimbabveli bu sayede İslam'la şereflendi.
İSLAM'LA İLK BULUŞMA
Zimbabve'de yaklaşık 10 bölgede 531 kurban hissesini dağıtan İnsani Yardım Vakfı'nda gönüllü çalışan Mustafa Efe organizasyonu şu şekilde anlatıyor: "İHH olarak 531 hisselik kurbanı 10'a yakın bölgesinde kestik. İnsanlar şaşırıp kalıyordu. Çünkü bu insanlar şimdiye kadar birilerinin kendilerine bir şeyler verdiğini görmemişlerdi. İki beyaz adam geliyor, onlardan ineklerini satın alıyor, parasını ödüyor, kestikten sonra da onlara dağıtıyordu. Bu onlar için inanılmaz bir durumdu. Bizden program hakkında bilgi istediler. Türk olduğumuzu söyledim. İslam dininden, insanlara yaklaşımından bahsettim. İslam'a davet ettim. Kendi aralarında düşündüler ve İslamiyet'i seçtiler. Toplu halde şahadet getirdik."
Efe'nin davetini kabul eden Zimbabveliler halka İslam dinini anlatmak için söz verdi ve yaklaşık 800 kişi Müslüman oldu. Zimbabveliler kendilerine yardım eli uzatarak İslamiyet'i tanıma fırsatı veren Türk kardeşlerine teşekkür ediyor.
Dünyanın unuttuğu Güney Afrika ülkesi
1923'te Güney Rodezya (bugünkü Zimbabve) sömürge olarak İngiltere tarafından ilhak edildi. 1980 yılında bağımsızlığını kazandı. Resmi dili İngilizce olan ülkenin nüfusu yaklaşık olarak 12, 5 milyon. Zimbabve'de yüz binin üzerinde Müslüman var ve ülke nüfusunun % 2'sini oluşturuyorlar. Nüfusun çoğunluğunu siyah Afrikalıların oluşturduğu Zimbabve'de 'Şonolar ve Bandebeler'den oluşan başlıca iki büyük etnik grup vardır. Ülkede ayrıca Asyalılar ve Renkliler olarak adlandırılan melezler yaşamaktadır

Yeni Şafak 9 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE

İki Fransız genç müslüman oldu

Ülkelerinde Türk arkadaşlarından etkilenen 2 Fransız genç, İslamiyet'i tercih etti. Fransız Vincent Rovx (19) ve Davit Ravire (19), ülkelerinde tanıştıkları Yasin Gezer ile birlikte tatil için geldikleri Kayseri'de, dinlerini değiştirmek için başvurdukları İl Müftüsü Necmettin Nursaçan öncülüğünde "Kelimeyi Şahadet" ve "Kelimeyi Tevhid"i söyleyerek Müslüman oldular. Nursaçan, "Selim" adını alan Vincent Rovx'e ve "Davut" adını alan Davit Ravire'ye, İslamiyet'in 5 temel şartıyla ilgili bilgi vererek, Diyanet İşleri Başkanlığı'nca hazırlanan İslamiyet'i tercih ettiklerini gösteren belgelerle Fransızca tercümeli Kuranı Kerim ve dini bilgileri içeren broşür sundu. Vincent Rovx, "İslamiyet, düşünce yapıma tam uyuyordu. Allah da bizi bu dine çağırıyordu. İslam'da yaşam tarzı, diğer dinlerdekinden çok farklı. Bu yüzden İslamiyet'i tercih ettim" dedi.
Yeni Şafak 27 Ağustos 2005 Cumartesi

Fransız seyis Müslüman oldu


Balıkesir'in Gönen İlçesi'nde özel bir çiftlikte 7 yıldır at bakıcılığı yapan Fransız Georges Corpenitero, Müslüman olarak Kemal adını aldı. 2000 yılında Fransa'dan Türkiye'ye gelerek Gönen Meral Sultan Harası'nda at yetiştiriciliği yapan Georges Corpenıtero Roland, Türkiye'ye yerleştiği süre zarfında yakında inceleme fırsatı bulduğu İslamiyet'ten çok etkilendiğini söyledi. Roland, “Gerçek huzuru burada buldum. Beni en çok etkileyen olayların başında insanlar arasındaki yardımlaşma oldu” dedi. Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olması sonrası, Gönen Müftülüğü'nde düzenlenen törenle belgesini Gönen Müftüsü Hüsamettin Durceylan'ın elinden alan Kemal Roland, “Bu mutluluğumu tarif edecek kelimeleri bulamıyorum” diye konuştu.
04.12.2006 Yeni şafak

İsviçre'de 30 bin kadın İslâm'ı seçti

Müslüman Kadınlar'a ait bir kuruluş tarafından açıklanan rapora göre, son yıllarda İsviçre'de 30 bin kadın İslâm'ı seçti. Swissinfo adlı internet sitesinin Monica Nur Sammour-Wüst adlı Müslüman kadınla yaptığı röportaj, İsviçreli kadınların neden İslam'ı seçtiklerini ortaya koyuyor. 30 bin İsviçreli kadının İslâm'ı seçtiği ifade edilen haberde, Monica Nur'un neden İslâm'ı seçtiği ve Müslümanca yaşam tarzını üzerinde duruluyor. Bir protestan olarak yetişen ve 13 yıl önce İslâm'ı seçen 35 yaşındaki Monica Nur Sammour-Wüst, hayatındaki mucizevi değişimin yaşandığı Sunday School'daki o anı şöyle anlattı:
"Öğretmenimiz bize Allah'ın her şeyi gördüğünü ve duyduğunu anlattı. Ancak Hazreti İsa'nın dünyaya bir aracı olarak gönderildiğini söyledi. Eve gittim, anneme 'eğer Tanrı her şeyi görüyor ve duyuyorsa neden aracıya ihtiyaç olsun ki' diye sordum. Şimdi, bir Müslüman olarak dua edeceğim zaman doğrudan Allah'a dua ediyorum.. Allah ile bağlantılı olmak zaten İslam'ın temeli.." 1992 yılında İslâm'ı seçtiğini belirten Nur, "Bir anda farkına vardım ki Ben Allah'a, peygamberlerine, meleklere, kadere, ve yeniden dirilmeye inanıyordum ve zaten bir Müslümandım" dedi.
"İslâm'da ayrıcalık yok"
Hayatın içinde yer alan bir kadın olarak Nur Sammour-Wüst, genel bir önyargı olan Müslüman kadının evinde oturması ve topluma çıkmaması anlayışını yalanlıyor ve kendisinin İsviçreli olmasının da herhangi bir ayrıcalık doğurmadığını söylüyor. "1400 yıl önce Peygamber zamanında kadınlar siyasi ve entelektüel alanda son derece aktiflerdi. Kadının eve hapsedilmesi İslâmi değil daha çok ataerkil bir yaklaşım" diyen Nur Sammour-Wüst'e göre İsviçre'de yaşayan Müslüman kadınlar sonradan İslâm'ı seçmiş İsviçreli Müslüman kadınlardan daha fazla sorunla karşı karşıya. Nur, Avrupa'daki göçmen Müslümanların en büyük sorununun dil yetersizliği olduğunu vurguladı.
Yeni Şafak 16 Mart 2005 Çarşamba

İyi ki babam rahip olmamış


Berlin ve Zürih'teki üniversitelerde antropoloji, coğrafya ve psikoloji eğitimi alan Katolik Stefan Welinfky, Mevlana'nın 734'üncü anma törenlerine katılmak için geldiği Konya'da, 17 Aralık gecesi Müslüman olarak Salim adını aldı. Almanya'da Friedrichshafen'de 1981'de Fransızca ve İspanyolca öğretmeni anne ve babanın çocuğu olarak doğan Stefan, babasının bir süre rahip olmak için kiliseye devam ettiğini, daha sonra kiliseden ayrıldığını ve ateist olduğunu söyledi. Salim, "Babam iyi ki kilisede rahip olmadı. Eğer rahip olsaydı, evlenemeyeceği için ben de doğmayacaktım ve bu güzellikleri yaşayamayacaktım" dedi.
Salim, yaşadıklarını şöyle anlattı: "Konya'da Müslüman olduktan sonra, arkadaşlarım elime kına yaktılar. Görenler bana sebebini soruyorlar. Ben de, 'Hz. Mevlana'nın Şeb-i Arus: Düğün Gecesi'nde İslam ve Hz. Peygamber ile buluştum ve düğün-bayram ettim' şeklinde cevap veriyorum."
Bir kaza Mevlana'ya kavuşma vesilesi oldu
48 yaşındaki İngiliz Lee Cartre, Fransa doğumlu bir İngiliz. Kaza geçiren arkadaşlarının, kendisini İstanbul'da karşılayamaması üzerine, bir Türk'ün tavsiyesiyle Konya'ya gidip Mevlana ile tanışmış ve Müslüman olarak 'Saadet' adını almış: "Huzurun kaynağının İslam olduğunu anladım."
29.12.2007

Hayat değiştiren hediye


İslam'la tanışıp Müslüman olarak Ayşe adını alan Ukraynalı 23 yaşındaki Christina Marfina, Türk nişanlısıyla birlikte ilk olarak Kanuni'nin eşi olan Ukraynalı Hürrem Sultan'ın türbesini ziyaret etti. Ukrayna'nın Odesa kentinde doğan Christina Marfina, ekonomi bölümünden mezun olduktan sonra bankada çalışmaya başladı. Ortodoks olan Marfina, ablasının bir arkadaşının kendisine hediye ettiği Kur'an sayesinde, 17 yaşında ilk kez İslam'la tanıştı. Görevli olarak Odesa'ya giden İbrahim Topaloğlu'yla yaşamını birleştirme kararı alan Marfina, 15 gün önce Türkiye'ye gelerek Müslüman oldu ve Ayşe adını aldı. Bugünlerde evlilik hazırlıkları yapan Ayşe, Türkçe öğrenmek için de büyük bir çaba harcıyor.
TESETTÜR NORMAL
Müslüman olduktan sonra çok büyük huzur bulduğunu anlatan Ayşe, tesettürü de hemen benimsemiş. Yeni giyim tarzının kendisine garip gelmediğini belirten Ayşe, "Ukrayna'da zaten açık giyinmez, içki içmez, gece hayatını sevmezdim. İncil ile Kur'an çok farklı. İncil bir insan tarafından yazılmış gibi. Ama Kur'an'da yazanlar çok daha farklı. Beni özellikle tek Allah inancı çok etkiledi. İslam'ı seçmemdeki en önemli neden bu" dedi. Nişanlısı İbrahim için, "Hep bir Müslümanla evlenmek istemiştim. İbrahim çok zeki, bilgili, sadık. Ukrayna'da erkekler sadık değil ve aile bağlarına önem verilmiyor" diye konuştu. Ayşe'nin Türk nişanlısı İbrahim Topaloğlu da onun çok uyumlu ve iyi huylu olduğunu belirtti.
Bir döneme damgasını vuran kadın
Aslen Ukraynalı olan Hürrem Sultan'ın asıl adı Roxelanne'di. Kırım Hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Hürrem Sultan, Kanuni'nin güvenini kazandıktan sonra entrikalarıyla tarihe geçti. Veliaht Mustafa ve annesi Gülbahar Hatun'u boğdurtan Hürrem Sultan, devlet yönetiminde oldukça büyük pay sahibi oldu; ancak en büyük arzusu olan oğullarından birinin tahta çıkışını göremeden 52 yaşında öldü.

Hawai'ye Mevlihane yapılacak

Mevlana'nın 22. kuşaktan torunu olan Uluslararası Mevlana Vakfı 2. Başkanı Esin Çelebi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Mevlana'nın Mevlevilik anlayışının dünyada her yıl daha fazla insana ulaştığını belirtti.
Mevlana'ya sadece Doğu ülkelerinde değil, Batı'da, hatta yoğun olarak ABD'de ilgi gösterildiğini anlatan Çelebi, bu ülkelerde Mevlana ile ilgili kitapların en fazla satanlar listesinde olduğunu, Mevlevilik kültürünün de merakla okunduğunu söyledi.
Çelebi, Mevlana'yı tanıyan yabancıların, 11 Eylül saldırısı gibi daha şiddetle birlikte duydukları İslam dinini hoşgörü ve barış olarak görmeye başladıklarını, zaman zaman dünyanın öteki ucunda Mevlana düşünce sistemini benimseyip sahip çıktıklarını vurguladı.
'MEVLEVİLİK, HAWAİ ADALARINA KADAR UZANDI'
Bu örneklerden birinin de Hawai'de ortaya çıktığını anlatan Çelebi, şunları kaydetti:
'Hawai'den Türkiye'ye Mevlana'yı Anma Törenleri'ne katılmak için bir grup Amerikalı gelmişti. Her yıl düzenli olarak gelmeye devam ettiler. Mevlana'yı orada yayınlanan kitaplardan, Mesnevi ya da Divan-ı Kebir gibi eserlerinden öğrenmişler, etkilenip araştırmaya karar vermişler. Çoğu, Hawai adalarından olan Maui Adası'nda yaşayan bu kişiler, Türkiye'de sema yapmayı da öğrendiler.
Ardından da İslamiyet'i tanıyarak Müslüman oldular. Kaç kişi olduklarını tam olarak bilemiyorum, ancak 3. 5 yıl önce önce bizi oraya konferans için davet etmişlerdi. Konferansa çok sayıda dinleyici katıldı. Yoğun ilgi nedeniyle pek çok kişi programı ayakta izledi, sıra aralarında bile oturacak yer kalmamıştı. '
Bu grubun, Mevlana sevgisini ve Mevleviliği bir adım daha ileriye taşıyarak Hawai'de Mevlevihane inşa etmeye karar verdiğini ifade eden Çelebi, 'Binanın temeli 28 Şubat'ta atılacak. Bize söylediklerine göre, İstanbul'daki tarihi Galata Mevlevihanesi'nin benzerini, Maui Adası'nda inşa edecekler' dedi.
İnşaata bu yıl başlanmasının nedenin ise 2007'nin UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmesi olduğuna dikkati çeken Çelebi, 'Mevlana hoşgörüsünün kıtaları aşarak kabul görmesi ve yabancıların ona Mevlevihane yapacak kadar sahip çıkması, herkes için gurur verici bir durum' diye konuştu.
27.02.2007 /Yeni şafak

5 Ekim 2008 Pazar

Ukraynalı hacı adayları kutsal topraklara uğurlandı


Ukraynalı hacı adayları, Ukrayna Müslümanlar Dini İdaresi (UMDİ) organizasyonuyla Başkent Kiev Boryspil Havalimanı'ndan uğurlandı. Hacı adaylarının yolculuk öncesinde oldukça heyecanlı oldukları görüldü.
Havalimanına gelen hacı adayları akşam namazı vaktinin girmesiyle birlikte havalimanında cemaatle akşam namazı kılmak için hazırlık yaptı. Ukrayna’da Müslüman nüfusunun çok düşük olması sebebiyle havaalanlarında mescit bulunmuyor. Bu nedenle namazlarını giden yolcu hattında namaz kılmak zorunda kalan Ukraynalı Müslümanlar pusula ile kıble tayini yaptı ve üzerlerine giydikleri kıyafetleriyse seccade niyetine yere serdi.
Akşam namazına ilişkin bilgi veren, Ukrayna Müftüsü Şeyh Ahmet Tamim daha sonra hacı adaylarına akşam namazını kıldırdı. Havalimanında müftünün kıldırdığı akşam namazından sonra hacı adayları mukaddes yolculuk öncesinde hep bir ağızdan dua etti.
Havaalanında içki içen bir Ukraynalıyla aynı anda akşam namazı kılan bir Ukraynalı Müslüman’ın aynı kare içinde yer alması değişik bir görüntü oluşturdu.
Boryspil Havalimanı’nda farklı milletlerden Ukrayna vatandaşı Müslümanlar hac görevini yerine getirmek üzere yola düşen 46 kişilik kafile az sayıda kişi tarafından buruk bir şekilde uğurlanırken Müftü Tamim hacı adaylarını son ana kadar yalnız bırakmadı.
Cihan’a Ukrayna’da hac organizasyonuyla ilgili değerlendirmede bulunan Müftü Tamim, idarelerinin hac öncesinde, bütün hazırlıkların tamamlandığını adaylara hac ibadeti için gerekli bilgilerin verildiğini anlattı. Bu yıl Ukrayna’dan toplam 75 aday gönderdiklerini bildiren Müftü adaylardan 46’sının bugün Amman’a uçtuğunu oradan otobüsle Medine’ye gideceklerini belirtti. Ukraynalı Müslümanların hacın ritüellerini gerçekleştirebilmesi için müftülük olarak gereken organizasyonu yaptıklarını kaydetti. Bu yıl gidenler içinde birçok milletten temsilciler olduğunu vurgulayan Tamim kafile içinde Kırım Tatarı, Ukraynalı, Rus, Tacik, Dağıstanlı ve Çeçen gibi farklı milletlerin aynı düşünceyi paylaştığını söyledi.
Ukrayna’dan hacca gidip gelen Aköylü Goşlıyev: “Geçen yıl hacca gittim. Mekke’yi kıbleyi gördük. Hz. Muhammed (SAV) huzurunda Ukrayna Müslümanları ve bütün Müslümanlar için dua ettik. Bu yıl da Müslümanları mukaddes topraklara uğurluyoruz. Hacı adaylarımızın bizim için dua etmelerini istedik. Geldiklerinde evlerimize davet eder yine dualarını alırız inşallah. Bütün Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde olsun.” şeklinde konuştu.

11/12/2007
www.ukraynahaber.com

ALMANYA’DA İSLAM - Bir Tutam Hikaye -

Geschrieben von Dr. Murad Wilfried Hofman

Türkçesi:Hüseyin Şanlı

25.03.2008’de, Almanya Duizburg Essen Üniv.’de yapılan “Alternatif Olarak İslam” konulu sempozyumda sunulan bu belgesel metin, Almanya’da İslâm varlığının tarihi serüvenini ve şu an Almanya’da yaşayan Müslümanların sorunlarını ilk elden öğrenmek isteyenler için oldukça önemli bilgiler sunuyor.

25.03.2008’de, Almanya Duizburg Essen Üniv.’de yapılan “Alternatif Olarak İslam” konulu sempozyumda sunulan bu belgesel metin, Almanya’da İslâm varlığının tarihi serüvenini ve şu an Almanya’da yaşayan Müslümanların sorunlarını ilk elden öğrenmek isteyenler için oldukça önemli bilgiler sunuyor. Metni Umran okuyucuları için Türkçeye aktaran Uluslararası İlişkiler Uzmanı Hüseyin Şanlı kardeşimize teşekkür ediyoruz.


Her ne kadar Büyük Karl ile Bağdat’taki meşhur Abbasi Halifesi Harun Reşit arasında hediyeleşmelerle başlamış ilişkiler bilinse de, Almanya ve İslam Dünyası arasındaki gerçek ikili ilişkiler en erken 1731 ile başlar. Bu tarihte Prusya Kralı 1. Frederik Wilhelm kendi hassa kıtası için 20 Türk askeri talep etmişti. Bu askerler için 1732 yılında Postam’daki Alman bölgesinde ilk cami inşa edilmiş, ardından onun takipçisi Büyük Frederik, Prusya ordusundaki Müslüman askerlerin sayısını aralarında Tatar, Boşnak ve Arnavut olmak üzere yaklaşık 1000’e çıkararak bu askerler için bir de imam tayin etmişti. Bu tarihle ilintili olarak 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan Almanya’daki en eski Müslüman mezarlığı Berlin’de saptanmıştır. (Bu konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Graz’da bulunan “Almanya’daki İslam’ın Hikayesi” ve “Prusya Kartalı Altında Yarımay”(Altenberge 1984) adlı kitaplara bakabilirler.)

19. yüzyılda Almanya ile İslam arasındaki ilişkiler güç kazanmıştır. Sonraki generallerden Helmuth von Moltke 1835-1839 tarihleri arasında Osmanlı Sultanına fevkalade iyi hizmetlerde bulunmuştur. Bir başka örnek ise, İslam’ı kabul eden Dr. Eduard Schnitzer’in hatırı sayılır bir kariyer nişanesi olarak bir Osmanlı memuruna sivil danışmanlık yapmasıdır. Öyle ki, Mehmet Emin Paşa olarak Ekvator Afrika’sında valilik yapmıştı.


Gezgin İmparator

Kaiser 2. Wilhelm davası için attığı her kurşunda İslam Dünyası’nı emperyalist İngiliz, Fransız ve Rus güçlerine karşı koruyan bir hami gibi parıldıyordu. 1895 yılında İstanbul’a, 1898’de Şam’a ve 1905’de Tanca’ya yaptığı şaşalı geziler oralarda kalıcı etkiler bıraktı.

Jöntürkler’in sürgündeki üyesi Enver Paşa’nın Berlin’deki askeri tedrisat geçmişi, Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nda Almanya safında yer almasının bir tesadüf olmadığının göstergesidir. Bu savaş sırasında Rusya, Kuzey Afrika ve Senegal asıllı yaklaşık 15.000 Müslüman tutsak için Berlin civarında yeni bir cami inşa etmek durumunda kalmışlardı. Bu cami için 1915 yılında Türkiye Büyükelçisi’nin de katılımıyla bir açılış töreni yapıldı.

Ancak Alman siluetindeki ilk Müslüman cemaatinden bahsetmek ancak 1922 itibariyle mümkün olacaktır. Bu cemaat 1925 yılında Berlin-Wilmersdorf’taki kubbeli cami olan Mevlana Sadruddin camiinde toplanıyordu.


Nazizmin İslam ile Flörtü

İkinci Dünya Savaşı’ndaki Müslüman savaş esirlerinin idaresi büyük bir sorun teşkil ediyordu; bu kez 60.000 civarındaki Sovyet ve Yugoslav Müslümanla ilgilenmek gerekiyordu. Bu insanlarla ilgili ibadethane, eğitim, barınma sorunları ve dini anlamda birçok sorun yaşanırken, diğer taraftan da sovyet ateizmine karşı savaş veriliyordu. (Bu trajik olayı Klaus Gensicke “Kudüs Müftüsü Amin el Hüseyni ve Milliyetçiler” adlı kitabında geniş bir şekilde belgelemiştir.)

Nazi Partisi, silahlı kuvvetler ve SS milisleri o zamanlar Berlin’de yalnızca bir Merkez İslam Enstitüsü’ne sıcak bakıyorlar, yanı sıra Tatar, Türkmen, Kırgız, Boşnak ve Arnavutları da amaçları doğrultusunda kullanmak için fırsat oluşturuyorlardı. Hatta sırf bu yüzden Silahlı kuvvetler 1944 yılında ordu içinde kendi imamlarını yetiştirilmeleri üzere bir okul açmıştı.

Alman Müslüman birlikleri Filistin bayrağı renginde, üzerinde Almanca ve Arapça “Özgür Arabistan” yazan omuz armalı askeri üniforma giyiyorlardı.

Almanya sürdürdüğü İslam Dünyası’nın hamilik görevini tazelemek için çok uğraşlar verdi. Yalnız bu macera 1945 yılında apansız bir şekilde ortadan kaybolmuş ve birçok ordu mensubu Müslüman trajik bir son ile karşılaşmıştır.


Alman Oryantalistleri

18. ve özellikle 19. yüz yıldan itibaren Alman Oryantalizmi mükemmel bir şöhret sahibi olmuş ve bunu günümüzde de sürdürmüştür. Yalnız, Alman araştırmacıların oryantalizm anlayışı Arabistanlı Lawrence gibi kolonyal güçlerin ajanı olarak davranması gibi değildi. Bilakis, yaşadıkları yüzyılın tipik özelliği olan “pozitivist akıl” ile hareket ederek, kendi bireysel arzuları doğrultusunda İslam üzerine çalışmalar yapıyorlardı.

1860 tarihli Theodor Nöldeke’nin kaleminden çıkan ödüllü “Kurân’ın Hikayesi” kitabı, Batıyı bir hayli meşgul etmiş, Kur’ân’daki her bir ayetin nüzul sırası üzerine etraflı bir uğraşa sevketmişti. Tübinger Oryantalistlerinden biri olup tüm hayatını Kur’ân’a adamış olan Rudolf Paret, Nöldeke’nin 20. yüzyıldaki en sağlam takipçilerindendi.

Kitabın Almancaya ilk tercümesi Salomon Schweiger tarafından 1616 yılında Nürnberg’te yapıldı: “Türklerin Kur’ân’ı, Din ve Batıl İnanç” (Alcoranus Mahumeticus; Der Türcken Alcoran, Religion und Aberglauben).

Bu tercümede, Arapça bir kaynağın tersine Latinceye istinat eden İtalyanca bir metinden alıntı yapıldığı düşünülebilir. Bu aksaklık ancak 1772 yılında en azından metodolojik olarak David Friedrich Megerlins tarafından “Türk İncili” adı altında Arapçadan tercüme edilerek giderildi. İşte bu çalışmadır ki, Johann Wolfgang von Goethe’nin İslam’a yakınlaşmasının ve hatta yaygın bir kanı olarak gizlice Müslüman olmasının nedenidir.

Gerçekte Deismus’a biat etmiş olan şair prens, Doğu-Batı Divanı’ndaki şifreli notlarında şöyle yazmaktaydı: “Şair, bir Müslüman olduğu şüphesine asla itiraz etmez”. Goethe, “Hikmet Kitabı” adlı çalışmasında her fırsatta itiraf ediyordu ki: “Eğer İslam Allah’a sadakat ve ona düşkünlük ise, hepimiz İslam üzerine yaşıyor ve ölüyoruz”.

Ku’ân’ı Almanca aruzuna aktarmak için, oryantalist yazarlardan biri olan Friedrich Rückert’in, şimdiye kadar emsalsiz sayılan araştırmasını (Frankfurt 1888) ilk eline aldığında kim bilir ne kadar coşkun bir hal içindeydi! O zamandan beri aralarında 20.yüzyıla ait 6 Müslüman kalemin de yer aldığı 20’yi aşkın Almanca Kuran tercümesi yapıldı(Muhammad Rassoul, Fatima Grimm, Murad Hofmann, Ahmad von Deffner, Amir Zaidan, Nadeem Elyas / Frank Bubenheim).


Müslüman Göçü

20. yüzyılın ikinci yarısı, dönemsel olarak diğer Alman-İslam ilişkileri periyodlarını gölgede bırakacak şekilde kemiyet ve yoğunluk getirmişti. Günümüzde, Almanya’daki Müslümanların durumu Goethe örneğindeki gibi çok nadir bir olay değildir, tersine hızlı bir artış göstermektedir. Bugün Avrupa Birliği sınırlarında 14 milyon Müslüman yaşamakta ve bunların 3,4 milyonu Almanya’da ikamet etmektedir. 2005 itibariyle bunlardan 950.276’sının Alman pasaportu bulunmaktadır ve 14.352’si Almanya doğumludur. Yalnızca Paris, Londra, Roma, Viyana, Zagreb, Lizbon ve Kordoba’da değil, hemen her yerde; Hamburg, Münih, Mannheim, Darmstadt ve Pforzheim gibi bir çok şehirde de cami ve mescitler inşa edilmiş durumda. Tüm Avrupa ülkelerinde birçok Avrupalı hızla İslam’ı kabul ediyor, bu sayı Almanya’da yılda ortalama 1000 kişi ve bunların 60%’ını bayanlar teşkil ediyor.

Önceleri, Muhammed Esed (Leopold Weiss) gibi ya da mutasavvıf Frithjof Schuon gibi hadiseler son derece fevkalade bir durum olarak değerlendiriliyordu. 20.yüzyılın ikinci yarısında İslam, kişisel alandan kitlesel alana kaymış, toplumun farklı kesimlerini etkisi altına almaya başlamıştır. Eski pop-star Cat Stevens (Yusuf İslam) gibi, koreograf Maurice Bejart gibi, dünya şampiyonu boksör Cassius Clay ( Muhammed Ali) gibi, siyasetçi/siyaset bilimci Roger (Reca) Garaudy gibi, diplomat Dr. Murad Wilfried Hofmann gibi, avukat Norbert Müler gibi, iktisatçı Dr. Ayyub Köhler gibi, ziraat mühendisi Dr. Peter Khalil Kirmsse gibi, psikolog Mihriban Özelsel ve gazeteci Abdul Hadi Hoffmann gibi daha nice isim…


Leopold Weiss,

Allah’ın İslam Davasına Hediyesi

Alman bir Müslüman olan Leopold Weiss (Muhammed Esed), İslam’ın 20. yüzyılda dünya çapındaki en önemli kazanımı idi. Maceralarla geçen hayatını birkaç satırla ifade etmek güç olur. 2 Temmuz 1900’da, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na ait olan Lemberg’te Yahudi bir aileden dünyaya geldi. 14 yaşında iken 1. Dünya Savaşına katılmak için orduya girdi. 1918 yılında fizik ve felsefe eğitimi için Sigmund Freud ve Ludwig Wittgenstein’ın da şehri olan Viyana’ya gitti. Genç Leopold 1920 yılında, o zamanlar Avrupa’nın felsefe ve sanat merkezi olan Berlin’e geldi.

1922 yılında amcalarından birini ziyaret için Kudüs’e gitti. Orada Almanya’nın en prestijli gazetelerinden biri olan Frankfurter Zeitung’un yakın-doğu muhabirliğini yaptı. Filistin’deki agresif Siyonist yerleşimcilerine karşı muhalefetinden ve bilhassa Arapların düştükleri durum karşısındaki felsefi ve duygusal yapısından dolayı Anti-siyonist Yahudi olarak ilan edildi. Rainer Maria Rilke’den esinlenerek Gayriromantik Garp-Bir Seyahatin Günlüğünden (Frankfurt 1924) adlı ilk kitabını ağır bir edebiyat dilinde yazdı.

İlk eşi Malerin Elsa Schiemann ile Ortadoğu’yu dolaştı. 1926 yılında Berlin’de eşi ile birlikte İslam’ı kabul etti; bir sonraki yıl ilk hac yolculuklarında eşi vefat etti. Bu taze Müslüman adını Muhammed Esed olarak değiştirdi. Daha sonra Arabistan’da ülkenin ilk kralı olan Abdul Aziz ibni Suud’un en yakın danışmanlarından olan Harry St. John Phily’nin yanında altı yıl yaşadı. Arap bir bayan ile evlendi ve Arapçanın özünü oluşturan Bedevi Arapçasını öğrenme imkanı buldu.

1932 yılında meşhur şair Muhammed İkbal (Pakistan’ın fikri kurucusu) ile Hindistan’a gitti. Orada ?Yolların Kavşak Noktasında İslam? (Delhi-Lahor 1934) adlı kitabını neşretti. Fakat 1938 yılında hala Alman vatandaşı olduğu için II. Dünya Savaşı arafesinde tutuklandı.

1947 yılında Hindistan parçalanıp ikiye bölündüğünde, Azad Pakistan’a geçmişti. Fakat Buhari’den İngilizceye çevirdiği hadis yazmalarından biri olan el yazması eserinin bir cildini kaybetti(Sahih Buhari, Cebelitarık: Daru’l-Endülüs, 1981).

Pakistan’da İslam’ı yeniden canlandırma çalışmaları için düzenlenmiş bir departmanda radyo vaizi olarak görevlendirildi. Daha sonra Pakistan Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu ve Ortadoğu bölümü başkanlığına atandı. 1952 yılında bir Pakistan vatandaşı olarak New York’ta Pakistan elçiliği görevine geldi. Aynı yıl Pola Hamida adlı Polonya asıllı Amerikan vatandaşı bir bayan ile evlendi. Bu evlilik sonrası başarısından çok söz edilen ve dünyada en çok satanlar listesine giren “Mekke’ye Giden Yol”(1954) adlı kitabını yazmak için Pakistan Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa etti.

Artık finansal olarak bağımsız olan Esed, hayatının işi olan, Kur’ân’ın Shakespear İngilizcesinde tefsiri işine odaklanabilecekti. 16 yıllık bir çalışmadan sonra 1980’de “Kur’ân’ın Mesajı”(The Message of the Qur’an) adlı eseri ortaya çıktı. Esed’in adeta bir seyyah gibi sürdürdüğü hayatı, ABD, Almanya, Lübnan, Fas, Portekiz, İspanya ve 20 Ocak 1992 yılında vefat ettiği Malaga’ya kadar devam etti. Yolculuklarla geçen maceralı hayatına rağmen vefatından önce “Makaleler” (This Law of Ours and other Essays) ve “Hukukun Anahtarı” (The Principles of State and Government in Islam, 1961) adlı iki çalışmasını da yayımlamayı başarmıştı. Esed’in naşı Granada’daki Müslüman Mezarlığına defnedildi. Viyanalı bir antropolog ve etnolog olan Günther Windhager, Esed’in metotlarını ve İslam’ı kabul edişini kapsayan bir biyografi çalışması yaptı ve hali hazırda devam eden başka bir cilt çalışması daha var.(Leopold Weiss alias Muhammad Asad – Von Galizien nach Arabien 1900-1927; Böhlau-Verlag 2002)


Sorular Üzerine Sorular Sormak

Almanya’da İslam’ın gelişimi beraberinde birçok soruyu da getiriyor:

Hangi sınıfa mensup Almanlar İslam’ı kabul ediyor?

Gerekçeleri nelerdir?

Nasıl organize oluyorlar?

Uyruklarının farklı olması nasıl kabul ediliyor?

Yaşadıkları problemler nelerdir: okul, camii, başörtüsü, cenaze vs?

Neticede bir Müslüman Almanya’da yaşayabilir mi?

Tüm bu sorular için aşağıdaki verileri takip edeceğiz.

“İslam’a giden hangi Avrupa” sorusu üzerinde duran kayda değer bazı çalışmalar şöyledir; “D’une fois al’aute” (Lisbeth Rocher ve Fatıma Cherqaoui, Paris 1986) ve Muhammad Ahmad Rassoul’ün yazdığı “Allah’ın Refakatindeki Almanlar” (Köln,1982) adlı tek ciltlik eser. İslam’a giden tek ve tipik bir yol yoktur, tersine birçok farklı kişisel metot ve yol vardır.

İslam’ı kabul eden birçok insan boşluk içerisinde olmanın verdiği anlık hislerin ve iç saygınlık anlamında yaşadıkları anlamsızlığın etkisinde; yani anlam arayışı içindeler. Bu konuda öncü Scheich Rene Guenon (1886-1951) gibi.

Bununla birlikte çoğu Alman Müslüman kendini köken olarak dört farklı grupta tanımlar:

Misafir işçiler: Buradan Almanya’ya çalışmak için gelmiş Türk ya da Tunuslu işçiler anlaşılmamalı, aksine burada yurt dışında mühendis, mimar, gazeteci, asker ya da diplomat gibi görevlerde çalışan ve İslam ile yakın ilişkide bulunan Almanlar kastediliyor. Bunlardan bazıları İslam dünyasında yaşam kalitesi ve nicelik bakımından bir batılı olarak ayrıcalıklı bir izlenim bırakmışlardır. Her halükarda birçok batılı Müslüman’da, doğuya olan kültürel yakınlık bir rol oynamaktadır.

Aile birleşimi: Birçok Alman erkeği bir Türk kızına sevdalanıyor fakat daha sonra kızın ebeveyninden aldığı cevap şöyle oluyor: “Yalnızca Müslüman bir erkek kızımızla evlenebilir ve bize damat olabilir!” Bu bakımdan bazı Alman erkekler sevdalandıkları kızları alabilmek için İslam’a katlanmayı kabul ediyorlar. Kısa bir süre sonra sıcakkanlı davranışlar, dayanışma örneği, muttaki davranış modelleri gerçek bir Müslüman aile oluşturuyor ve evlilik yoluyla Müslüman olan bu Almanlar kısa sürede kendi inançları olarak İslam’ı yaşamaya başlıyorlar.

Yeşiller: Bu grup daha çok, raydan çıkmış modern endüstri toplumunun tüketim furyası ve turbo kapitalizm kıskacında ideolojik anlamda bir arayış içinde olan, sistemi protesto eden gençleri kapsıyor. Sosyal, adil ve evrensel bir anlayışla sıcak bir toplum arayışı içerisindeler, fakat hiyerarşiden uzak hoşgörünün olduğu bir toplum. Almanya’daki İslam, inandırıcı bir alternatif olarak yeşillere cazip geliyor. Onlar da böyle bir ortamı İslâm’da bulabileceklerini düşünüyorlar; bu yolculuk garip bir mecraya sürüklenebilir. Budizm gibi inanışlarla flört eden sosyalist topluluklar gibi. Er ya da geç ideolojiler arası transit yolcuların varacakları son istasyon İslam olacaktır.

İslam bilimcileri: Bu grup Almanya’daki 19 üniversitede bulunan oryantalizm bölümlerinde okuyan öğrencilerden oluşmaktadır. Bu eğitim zamanla İslam’a davet şeklini almaktadır.

Tüm gruplar için geçerli olan şey ise, yeni Müslümanların giderek arttığı ve artmaya devam ettiğidir. Önemli Fransız Müslüman Eva de Vitray-Meyerotvitch bu süreci şöyle tanımlar: “Kişi dininden çıkıp İslam’a geçmez, sadece diğer tüm dinleri kapsayan bir din bulur”.


Müslüman Olmak

Fakat Alman Kalmak

Çoğu Alman Müslüman bir Arap ülkesi ile, Türkiye ile, Pakistan ya da Endonezya gibi ülkelerle gerek içerde gerek dışarıda iletişim halinde olmaktan çok memnundur. Ve bu durum çok az rastlanan bir durum değildir. Çünkü birçok Alman Müslüman sınır tanımaz bir şark anlayışı geliştirmiş ve bu da, diğer grupların kendi dilini, kendi kültürünü, kıyafetini herkesin önünde açıkça sunmasına imkan vermiştir.

Peygamberi biraz da olsun takip edebilmek için, birçok müslüman Almanya’da dahi peygamber gibi giyinerek dolaşmaktadırlar. Tabii, bunun yanında “İnşallah”, “Maşallah”, “Allahu Ekber”, “Bereketullah” gibi Arapça asıllı fakat Müslümanlar arasında çokça kullanılan bu kelimeleri, konuştukları Almancaya adeta Almanca kelimeler gibi serpiştiriyorlar. İslam’ı yeni kabul etmiş bir müslümanın, çevresindeki kafir ya da inançsız dünyaya karşı hem içsel hem dışsal olarak kati bir şekilde değiştiğini göstermek istemesi anlaşılabilir bir şeydir. Yine de, 7. yüzyıl Hicaz-Arap bölgesinin kültürüne göre yemek, ona göre giyinmek, Orta Avrupa’da yaşayan bir Alman olarak biraz kuşku uyandırıcıdır. Çünkü insan kendi ülkesinde bir yabancılaşma sürecine giriyor ve İslam’ı dini bir folklör olarak görüp kendini alt kültür olarak kabul ediyor. Bu etki biraz zararlıdır, çünkü ayrımcılığa maruz kalmış ve arka mahalle gettolarında kalan birçok Müslüman için durum burada zaten tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdadır.


Euro-İslam

Şu soru, Almanlar için sonu gelmeyecek bir tartışma konusudur: “Alman Müslümanların anavatanı neresidir?” Acaba, peygamber gibi hicret etmeli midir; kafirlerin tahakkümünden Hakk’ın tahakkümüne? Eğer Almanya onun anavatanı ise (ve bu zaten böyle) o zaman bir Müslüman olarak bir Alman’a benzeyemez mi, onun gibi giyinemez, onun gibi yiyemez, onun gibi konuşamaz mı? Her ne olursa olsun Almanya’daki İslam, Türk kültürünün bir ilavesi gibi görülüp, yabancı dini olarak idrak edilmemelidir. Aksi takdirde Müslümanlara karşı önyargı oluşur; 300 yıl önce Kur’ân’ı “Türk İncili” adı altında tefsir eden Schweigger ve Megerlin’in yaşadığı önyargı gibi. Sonuç olarak İslam Fars kültüründen Türk kültürüne, Hint kültüründen Endonezya kültürüne kadar birçok değişik medeniyetlerle evlilik yapmıştır ve bir süreç, bir koşu içerisindedir. O halde neden “Alman sureti içinde bir İslam” olmasın?

Elbette bu durum Almanya doğumlu Müslümanları organize ederek bir araya getirip “Alman Müslümanları Ligi”ne dönüştürecek bir sürece öncülük etmemelidir. “Almanca konuşan Müslümanlar Enstitüsü” evet, kulağa hoş geliyor, ancak ne hiçbir açıdan İslam’dan, ne çok kültürlülük ne de evrensellik açısından böyle bir etnik yapılanmalı oluşuma müsaade çıkmaz. Ümmetin Almanya’daki genişleme süreci Almanya doğumlular ve göçmenler olarak bir ayrışım oluşturmakta ve bu maalesef entegrasyon süreci için nahoş bir durum teşkil etmektedir. Alman Müslümanlar, Almanya’da İslam’ın kabulü meselesini göçmen kardeşleriyle el ele vererek üstesinden gelecekler, başka bir yol yok.

Tabii ki, Bassam Tibi anlayışında bir Euro-İslam kesinlikle olmamalı. Hele hele tamamiyle asimile olmuş ve İslam adına kazanımlar elde etmeyen revizyonist bir İslam kültürü kesinlikle olmamalı. Amerikalı ve Avrupalı müslümanların dünya çapında İslam’a farklı bir soluk getirdikleri, farklı bir birlik anlayışı oluşturdukları bir gerçek, fakat onlar bilimsel konularda olduğu gibi birçok konuda hem daha çok imkana sahiptirler hem de şüpheci ve araştırmacı bir yaklaşım alışkanlıkları var. Onlar İslam birliğine yalnızca taze kan olmuyorlar, aynı zamanda yeni bir bakış açısı da kazandırıyorlar. Geleneksel olarak, otoriteye inanan, eğitimli bir yapıları olduğu için doğruluğuna inandıkları konuda içlerinde şüphe barındırmıyorlar. Aynı zamanda psikolojik olarak daha dirayetli oluşları, islami kaynakların daha modern bir açıdan yorumlanmasına imkan veriyor. Bu bağlamda Fransız müslümanlardan Johan Cartingy gibi “gerçek islam”ın sürgünde, yani batıda bulunabileceğini iddia etmek istemem, kesinlikle. Çünkü tüm dünyanın önünde Avrupalı müslümanlar tarafından temsil edilen bu elit görüş, olayı “gerçek müslüman olabilme” meselesi olarak görür. Buna göre, bir insanın müslüman bir toplumda doğup büyümesi yeterli değildir, İslam’a yeniden bir dönüş yapması gerekir yani yeniden keşfetmelidir İslam’ı.

19. yüzyılda Muhammed Abduh’un fikirleri ile çokça beklenen İslam’ın teolojik olarak yeniden canlandırılması olayı, 21. yüzyılda cesur ve açık görüşlü bir etkileşim içerisinde olan Arap, Türk, Malay, Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarının katkılarıyla gerçekleştirilmiştir. Son dönem örneklerinden Fazlur Rahman, Jabir al-Alwani ve Fathi Osman gibi batıya göç eden beyinler, düşünce konusunda, giyim-kuşam konusunda sansür olmadığı ve gerekli gördükleri çalışma imkanlarını yalnızca orada buldukları için göç ettiklerini söylüyorlar.


Farklılık, Refah ya da Felaket

Hz. Peygamberin tek bir sözü ümmetin farklılıklarını refaha dönüştürür. Tabii farklılıklar abartılabilir.

Almanya’daki müslümanların tahribatı yalnızca bir serzeniş, bir avuntu değildir. 30 yıl önce Almanya’daki misafir işçiler yabancı olamanın verdiği sıkıntıları aşabilmek için başlangıçta göçmen kimlikleriyle bir araya geliyorlar ve o şekilde değerlendiriliyorlardı.

Müslümanların ulusal kriterlere göre yapısı anavatanları tarafından desteklenmelidir. Böylelikle politik olarak göçmenlik haklarını ve durumlarını kontrol edebilirler.

Almanya’da birçok cami var; Faslıların, Cezayirlilerin, Boşnakların, Arnavutların ve İranlıların camileri. Ancak ne yazık ki, Almanya’daki müslümanlar aynı zamanda dini bir tahribata maruz kalmışlardır. Yalnızca Türk olarak değil, Sünni ya da Alevi, Kürt ya da Çerkez, Sufi ya da Ortadoks gibi farklılıklar ayrımcı tahribata neden oluyor.

Mesela şu soru mücadeleci Türk toplumunda çok belirleyici bir ayrıma yol açıyor: Atatürk’ü nasıl bilirsin? Kemalizme karşı kritik bir yapılanma içerisinde olan islami toplulukların başında Milli Görüş ve Türk-İslam Birliği geliyor; Süleymancılar ve Nurcular da aynı şekilde... Tabii onlar da İstanbul’daki merkezden yönetilen tabîler olarak görülüyor. Bir de Diyanet var; bunların arasında bir çatı örgüt olarak hareket etmeye çalışan, resmi olarak Ankara’ya bağlı olan.

Bu arka plandan, tüm bu çatlakların acısını İslam dünyasının çektiğini ve katıksız bir şekilde Almanya’ya aksettiğini söylemek güç olmaz. Sünniler ve Şiiler arasında, Ortodokslar ve Sufiler arasında, ılımlılar ve radikaller arasında hep bir ayrılık. Bu ayrılıkların her biri direkt olarak Almanya’ya da yansıyor. Bütün bunlar mevcut yapıların korunmasını engeller ve aşırı yüklenmeye neden olur.

Şii bir camii tanımak ister misiniz? O yüzden Necef’e ya da Kerbela’ya gitmeye gerek yok, Hamburg da aynı görevi görür.

Sufi bir kardeşle yada sünni bir Nakşibendi ile buluşmak tanışmak ister misiniz? Anadolu’ya kadar yorulmanıza gerek yok, Almanya size bunu sunuyor.

Pakistanlı bir mülteciye ya da kaçağa neler yaşadığını sormak ister misiniz?

Frankfurt’a ya da Berlin’e yapacağınız küçük bir ziyaret bunun için yeterli.


Birlik Organizasyonu

Tabii ki, Almanya doğumlu müslümanların hepsi aynı yolun yolcusu değildir. Buradan her birinin kişisel bir mücadelesi olduğu da çıkarılabilir. M.S. Abdullah (eski adı ile Krahwinkel) Almanya İslam Arşivleri Merkez Enstitüsündeki işinde kendini izole etmiş bir şekilde çalışmaktadır. Ve işte Almanya’daki müslümanların ortak bir çatı örgütünün yaptığı hata. Ne de olsa yaklaşık on yıldan fazladır faaliyet gösteren ve Almanya’daki müslümanların şöyle ya da böyle ait oldukları üç tane büyük uluslararası çatı örgüt var:

Türkiye’nin resmi bir derneği olarak bilinen ve Almanya’daki elçilik dini ateşesiyle sıkı bir ilişki içerisinde olan DITIB(Köln);

Türkiye’nin resmi bir kurumu olmayan ve Almanya’da İslami danışmanlık yapan İslamrat, (Başkan: Ali KIZILKAYA, Köln)

Almanya’daki müslümanların merkez danışmanlık kurumu (ZMD, Aachen) 1994-2006 tarihleri arasında Dr. Nadeem Elyas’ın başkanlığını yaptığı, İslam’ın Almanya’daki dış temsilcilik bazında olağanüstü hizmet verdiği kurum. Özellikle tanınmaya başladığı 2002 yılındaki ?islami anlaşma’ söylemi ve Aiman Mazyek tarafından kurulan www.islam.de adındaki web sitesi ile çok bilinen bir kurum.11 Eylül 2001’den itibaren Almanya’daki müslümanların birlikteliğe duydukları ihtiyaç çok artmıştır. Çünkü o tarihtan itibaren sürekli bir tehlike arzeden İslamofobya’ya maruz kalmıştır. Yapılan kanun değişiklikleri müslümanların aleyhine olduğu sürece, Almanya’daki kamuoyu açık bir şekilde büyük bir protesto olmaksızın duruma katlanmaktadır. Müslümanlar da şunu tecrübe etmiş olmalıdırlar ki, Alman resmi mercileri müslümanları birbirlerine karşı kışkırtmaktan zevk duymaktadır. Şu ana kadar kurulan çeşitli yapıları neden olarak gösterip İslam’ın Almanya’daki hiçbir temsilcisine geçit vermemektir amaçları. Oradan 2005 yılına gelindiğinde Almanya’daki tüm müslüman organizasyonları şaşırtan bir olay meydana geldi; Almanya İslam Dini Topluluğu(IRD) kurulması için insiyatif verildi. Amaç ise Almanya’daki tüm müslümanları yeknesak, şeffaf, federatif ve çok etnikli yapısını koruyarak Berlin’de temsil etmek. IRD’nin dini bir dernek olarak onaylanması hakkı şu sıralar düşünülen bir şey değil, bunun öncelikle uzun vadedeki sonuçları ele alınmalıdır.


Medyada İslam

a) Müslüman medya

Yıllar önce Ahmed von Deffer’in kaleminden Münih’te bir gazete, “İslam” başlıklı yazısı ile Almanya’daki İslami medyanın rengini gösterebilirdi, eğer kadınların ve sufilerin de özel bir yayınları olsaydı. Bugün avukat Ebubekir Rieger Berlin’de basılan bir gazeteye İslami Gazete adını vermiş. Almanya’daki ilk İslami basın organı olarak yerel gazeteler, Müslümanlar arasındaki lokal birlikteliği kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır. İslami Gazete şimdiye kadar üç haftalık periyotlarla gazete büfelerinden satılmaktaydı. Web sitesi için bkz: www.islamische-zeitung.de Londra’daki “Emel” dergisi gibi, ya da Münih’teki C.H. Beck ve Eugen Diederichs gibi ciddi İslami meseleleri işleyebilecek İslmi organlar henüz Almanya’da mevcut değil. Bu eksiklik Müslüman web sitelerinde bir nebze olsun giderilmektedir. www.islam.de sitesinin yanı sıra aktif olarak faaliyet gösteren,www.islamrat.de, www.igmg.de, www.deutsche-muslim-liga.de www.muslimehelfen.de, www.huda.de, www.muslima-aktiv.de, www.al-islam-web.de, www.haus-des-islam.de, www.abendstern.de, www.muslimmarkt.de, www.meinkopftuch.org, www.mjd-net.de, (Genç Müslümanlar), www.schurahamburg.de gibi siteler de mevcuttur.


b) Alman Medyasında İslam

Müslüman medya bilimcilerinden Dr. Sabine Schiffer 2005 yılında Nürnberg-Erlangen Üniversitesindeki doktora tezini “Basında İslam’ın Tasviri” üzerine yaptı. Sonuç ise ürkütücü boyutlarda idi. Çünkü veriler kanıtlıyordu ki, İslam sürekli olarak ve tehlikeli boyutlarda negatif yansıtılıyordu, her bir detay çarptırılarak tasvir ediliyordu. O kadar ki, basmakalıp, sınıflandırıcı ve vahşi metotlar kullanılıyor, bunlar yayınlanarak inandırılıyor ve tekrar edilerek de ispatlanmaya çalışılıyordu.


Temelde Bir Harmoni Olmalı

Almanya’daki Müslümanların akademik potansiyeli hızlı bir artış göstermektedir, fakat hala yetersizdir. Bu konu hakkında Münih İslam Merkezi’nden Ahmet von Deffner’in yaptığı gibi bazı uyarılar vardır; organizasyon noktasında farklı alanlara fazlasıyla yönelmek gibi. Gerçekte mesele, Almanya’da İslam’ın geleceğinin ne olacağı ve nihai sonuçları için ne yapacağı sorunundan ibarettir. Bereket versin buradaki İslami yapılanma bahse konu tüm problemlere rağmen sağlam bir şekilde büyümeye devam etmektedir.

Hamburg’taki Şura (Shura), dinamik başkanı Dr. Mustafa Yoldaş ile birlikte, Münih’teki gibi, Nürnberg, Köln, Essen, Aachen, Hannover’deki gibi aktif İslami merkezlerden biri olmaya devam ediyor. Bünyesinde birçok aktif Müslüman akademisyen barındıran Müslüman Öğrenciler Birliği (MSV), Erlangen, Frankfurt, Göttingen, ve Bochum üniversitelerinde çok aktif rol oynamaktadır. Gelişmelerin belirtisi olarak, 1976’da başlayıp 1981’den beri her yıl Aachen, Münih ve Hamburg’ta düzenlenen “Almanca Konuşan Müslümanlar Buluşması” düzenlenmektedir. Amerikan ve İngiliz Müslümanlara kıyasla Almanya’daki müslümanlar yalnızca eğitimde biraz geriden takip ediyorlar diğer Müslüman kardeşlerini, zira Almanya’da şu an sadece üç tane Müslüman okulu var; Berlin, Bonn ve Müih’te olmak üzere.


Problem 1: İslami Eğitim

Anayasadaki din maddesine göre, Almanya’da 600.000 müslüman çocuk Evangelist ve Katolikler gibi dini eğitim almaktadırlar. Öyle ya da böyle şu an Almanya’da kayda değer İslami dini eğitim sadece Berlin’de vardır. O da Berlin İslam Federasyonu’nun müfredat ve eğitmen destekleriyle. Berlin bir çözüm olarak karşımızda durmaktadır. Galiba okul yönetimleri işçi çocuklarını da aynı aileleri gibi geçici oldukları için korumaya çalışıyor, yani uzun vadeli bir eğitime gerek duymuyorlar sanırım. Bu ülkeye yıllarını vermiş insanlar 30 yıldır okulların tutumuna göz yummaktadır, nasıl mı? “Almanya göçmen ülkesi değil” yazıları bir şeyler anlatır sanırım. İslami eğitim için müfredat vermeyerek 20 yıldan fazla bir süre Kuzey Vestfalya’da Müslümanların katılımına balta vurdular. Sonuç olarak istenen şey şudur; İslami eğitim için ehliyetli eğitim kadrosu ve yeterli miktarda müfredat. Ayrıca uzun zamandır Viyana üniversitesi İslam Dini pedagoji bölümünden başarıyla mezun olanlar var. Bu mezunlar iki taraflı anlaşmalar uyarınca Almanya’daki resmi makamlara diplomalarını onaylatmak zorundalar, tabii sorunsuz onaylatabilirlerse. Bu da uzun zamandan beri bilinçli bir şekilde göz ardı edilen bir konudur. Bahane de şu ki, yeterince öğretim kadrosu mevcutmuş, bunun abartılmaması gerekiyormuş.

11 Eylül olayları bu gibi uygulamalara artan bir ivme kazandırmıştır. Bavyera’da kendi çabalarıyla eğitim vermeye çalışan bir Kur’an Kursu (okul eğitimi de veriyordu) tehlikeli görüldüğü için tüm imkanları ellerinden alındı.

Beklentiler odur ki, yeni düzenlemelerle anayasada İslami okul eğitimi lehinde yeni maddelere yer verilir.

1980’lerde yapılan bir okul kitabı analizinde (Prof. Abdoljavid Falaturi); Almanya’da kullanılan edebiyat, coğrafya ve din kitaplarında İslam’ın çok yanlış ele alındığı saptanmıştır. Yalnızca 1979-1986 yılları arasında yayınlanan 600 lisanslı kitapta inanılmaz yanlışlar var. Falaturi’nin, gelecekteki okul kitapları için uygun bir formülasyon oluşturabilmek için 1991 yılında yayınladığı somut teklifleri herkesin duyması gerekir.


Problem 2: Cami Yapımı

Almanya’da inşaat yapılanması inşaat kanunu düzenlemesinden sonra hayli rahatlığa kavuştu. Tabii bu durum cami inşaatı için geçerli değil. Eğer öyle ise inşaat için bir sürü şart ortaya çıkar. Kısacası, burada inşa edilmeye çalışılan her bir cami aslında politik bir mesele haline gelir. Bu konuda sosyal ve hijyenik konular akla gelmemeli, Müslümanlar kendi bahçeleri yerine evlerini birer cami, birer mescit haline çevirmek istiyor.

Normalde kiliseler merkezi yerleşim bölgelerinde bulunur. Bu açıdan karşılaştırılacak olursa, camilerin yer alacağı alanlar kiliselerin alanları gibi değil. Almanya’da camiler genellikle tren güzergahlarında, sanayi bölgelerindedir. Normal şartlarda bir cami için inşaat izni almak on yıl sürebilir, bu sefer de her bir cami için sivil hareketlenmeler, ayaklanmalar meydana gelir ki, bu da batının görmek istediği bir şeydir. İnşaat izni çıksa bile aranan şartlar şöyle olur; cami minaresi yakındaki kiliseden yüksek olmamalı, ibadet esnasında gürültü olmamalı ve dışarıyı rahatsız edecek herhangi bir şey olmamalı vs. İnsanın inanası gelmiyor ama bazen o kadar absürt koşullar öne sürülür ki, şaşırmamak elde değil; mesela eğer cami sabah ibadetine açık olacaksa araçlarla etrafı rahatsız etmeme şartı gibi. Bir de bunlara ek olarak cami mimarisinin dış duvarı gibi konularda da şartlar getiriyorlar. Avrupa’nın genel mimarisine uyacak ve estetik görünümlü olacak(!). Mesele estetik meselesi değil tabii, ideoloji meselesi.

Kısacası Almanya’daki her cami yapım girişimi, trajikomik merhalelerden geçmek durumundadır. O yüzden şimdiye kadar 50 yıldır Müslüman unsurların yoğun bir şekilde yaşadığı Almanya’da 70’ten az cami inşa edilebilmiştir.


Problem 3: Başörtüsü

Kur’ân-ı Kerim’de kadın ve erkeğin şehevi duygular uyandırmayacak şekilde giyinmesi emredilir. Bu emir Kuran’ın 24/32 ve 33/59.ayetlerindedir. Bu yükümlülükler her ne durumda olursa olsun saçlarını örtmeleri doğrultusundadır. Tabii birçoğunun kabul ettiği gibi kimi Müslümanların da izafi yaklaştıkları bir konudur bu. Başörtüsünün bağlayıcı olması ya da olmaması, Bavyeralı ya da Badenwüternbergli bir kız başını açmak zorunda kaldığı zaman ve hiçbir hak iddia edememesi Alman resmi kurumları tarafından pek önemsenmemektedir. Almanya’daki müslümanlara şu açık bir şekilde anlatılmak isteniyor; Alman devleti hiçbir şekilde kadınlara giyinmeleri yönünde her hangi bir yetki kullanmıyor.

Buna karşı belirtilmelidir ki, Almaya’daki okul çocukları başörtüsü takan öğretmenlerden ve beraberinde gelen dini etkiden korumak için derin bir çalışma yapılıyor. Tabii bu anlaşılır bir şey; başıörtülü bir öğretmenin küçücük çocuklara nasıl etki yapacağı tartışılmaz ama mesela aynı öğrenciler sınıf duvarında asılı duran çarmıha gerilmiş bir heykelin, ya da öğretmenin boynunda takılı duran haçın etkisi ve baskısı altında kalmaz! Ya da Yahudi bir öğretmenin kipası ve Katolik bir rahibin görüntüsü hiçbir baskı unsuru oluşturmaz! Şu bir gerçektir ki, bizim çocuklarımız bu kadar baskının üstesinden gelmeyi başarıp, aynı zamanda başörtüsü ile baş arasındaki farkı da anlayabiliyorlar.

Kötü olarak öngörülmesi gereken etki ise, bir kez bir öğretmen tarafından sınıfta yasaklanan başörtüsü diğer sınıflarda diğer branşlarda da yasaklanıyor. Ve bu durumda dini toleranstan bahsetmek imkansız hale geliyor. İngiltere ile Almanya karşılaştırıldığında, İngiltere’de Almanya’dakinden daha çok müslüman yaşamakta ancak başörtüsü hakkındaki baskı aynı oranda değil. Mesela ABD’de müslüman bir bayan görevi ne olursa olsun başörtüsünü işi esnasında rahatlıkla takıyor. Bu bayan asker dahi olsa başörtüsüyle görevini yapabiliyor. Almanya’daki bu başörtüsü karşıtlığının arkasında tabiki anti-islamist yaklaşımlar var.



Problem 4: Kurban

Yahudiler ve Müslümanlar için kutsal inançları gereği Allah’ın adının anılmadan kesildiği eti yemeleri haramdır. Almanya’da hiç kimse Yahudileri kurban kesmekten alıkoyamaz. Müslümanlara böyle bir yasak getirmek istemektedirler ancak bu yasak eşitlik esası gereği herkes için uygulanırsa bir anlaşılabilir. Bu yüzden müslümanlar bu konuda anayasa karşısında haklarını korumaktadırlar. Anayasanın eşitlik esası gereği bir gruba tanınan ayrıcalıktan diğer bir grup men edilemez. Hukuki yollardan çözülmesi gereken problemlerin peşinin bırakılmaması gerekiyor.


Problem 5: Cenaze İşlemleri

Almanya’da yaşayan Müslümanların sorunu, yalnızca kafasına taktığıyla bitmiyor. Çünkü müslüman ömrünün sonuna geldiğinde islami kurallara göre gömülmelidir. Nedir bu kurallar; tabutsuz, beyaz kefene sarılmış, sağ tarafa dönmüş ve kıble istikametine bakarak defnedilmelidir. Defin işlemleri Almanya’da yalnızca bu islami kurallara haiz olan bir iki kurum tarafından gerçekleştirilmektedir. Alman makamlarının bu sıkı tutumlarından dolayı her yıl binlerce tabut Türkiye’ye gönderiliyor.

Problem 6: İslami Miras Hukuku

Alman vatandaşları Alman miras hukukuna tabidirler. İlgili yasanın 5. bölümüne göre o kişi müslüman da olsa bu değişmez. Şeriatta ise veraset sistemi çok daha deyatlı ve medeni kanundan daha farklı ele alınmaktadır. Kim islami kurallar üzerine olmak isterse bunun tek yolu onu istemek ve söylemektir. Kur’ân’ın veraset sistemine geçebilmek için tek şart inanmaktır.


İleri Adım

Almanya’daki Müslümanlar uzun zaman kültürel bir faktör olarak değerlendirilmediler. Uzun zaman bir alt kültür olarak dar bir alana sıkıştırılıp dar bir çerçevede yaşamaları beklendi. Onları tanımaya çalışmadı kimse; “Döner Kebap” olarak tanımladılar çoğu kez. Onlar kendilerine yalnızca tolerans gösterilmesini değil aynı zamanda tanınmak ve kabul edilmek istiyorlar.

Goethe’nin de dediği gibi, “Tolerans yalnızca önden gelen bir karakter olmalı ve tanınmanın, kabul etmenin yolunu açmalı. Hoşgörünün adı ise aşağılamaktır”.

Almanyadaki Müslümanlar, batı medeniyetine birer katma değerdirler. Sosyal bir çöküntü içerisinde olan batı medeniyetini tekrar besleyebilecek potansiyele sahiptirler ve bunu da arzulamaktadırlar. 11 Eylül gibi, 11 Mart İspanya olayı gibi, 2005 Londra olayı gibi birçok hadise trajik sonuçlar doğurmuş ve Müslümanlar hakkında negatif intibalar bırakmıştır. Karşılık olarak algılanmasa da batıda müslümanların evleri kundaklanmaya, yaşam alanlarından tecrit edilmeye başlanmıştır. Bu tür olaylar Müslümanları ziyadesiyle rahatsız etmektedir. Çünkü Müslümanların yasalara olan sadakatleri, insan hakları ve demokrasiye olan saygıları sorgulanmakta ve onlara şüpheyle yaklaşılmaktadır.

Baden Württemberg’te yalnızca vatandaşlık talebinde bulunan Müslümanlara yapılan bir anket sonucundan İslam hakkında olur olmaz hükümler çıkararak, onları denetim altına almanın yolları aranmaktadır.

Almanya’da İslam’ın öğretilmesini engelleyerek, islami eğitimin önüne set çekerek İslam’ın anlaşılması, öğrenilmesi nasıl beklenebilir ki?

Mekke' de hac heyecanı

Yaklaşık 3 milyon Müslüman hac için Mekke’ye akın etti. Mekke’nin kapıları yurt dışından gelenlere kapatıldı. Kutsal topraklara giden milyonlarca Müslüman arasında Alman hacı adayları da bulunuyor.
Dünyanın dört bir yanından Suudi Arabistan’a hac için giden yaklaşık üç milyon hacı adayı en heyecanlı günlerini yaşıyor. Bayram öncesi Mekke’den Arafat’a geçişler başlarken, önceki yıllarda yaşanan ve yüzlerce cana mal olan kazaların tekerrür etmemesi için Suudi yetkililer güvenlik önlemlerini en üst seviyeye çıkardı. Mekke Sivil Savunma Teşkilatı bünyesinde, Mekke ve civarında 12 bin görevli, 3 bin 300 araç ve ambülans ile çok sayıda helikopter, 50 bin güvenlik ve ilk yardım personeli hazır bekletiliyor.
Cuma günü Arafat’a çıkacak hacı adayları, burada Cuma ve ikindi namazlarını cem ederek birlikte kılacak. Daha sonra vakfeye duracak olan Müslümanlar, önce Müzdelif’e ardından da Mina’ya geçecek. Bayram namazı, şeytan taşlama ve kurban kesimi gibi hac farizasının diğer unsurları da yerine getirip ihramdan çıkacak olan kutsal toprak ziyaretçileri hacı olarak memleketlerine dönmeye başlayacak.
Alman hacı adayları kutsal topraklarda
Hac yolculuğuna çıkan üç milyondan fazla Müslüman arasında -kadar sayıları pek fazla olmasa da- İslamiyeti seçmiş Almanlar da bulunuyor. Onlardan biri olan 43 yaşındaki Sabine Zacher, bundan yaklaşık 20 yıl önce Müslüman olmuş. Yedi çocuk annesi Zacher, hac kararını verirken yaptığı nefis muhasebesini şöyle anlatıyor: “Karar vermeden önce kendi kendime hep ’buna gerçekten tam olarak hazır olup olmadığımı’ sordum. Çünkü tam olarak beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Bu nedenle içimde biraz korku vardı tabii. Ancak içimdeki manevî huzur ve coşku duyguları ağır bastı. Bunu herhangi bir yolculukla kıyaslayamazsınız. Hac, çok özel bir şeydir.“
Bu yıl hac farizasını yerine getirmeye karar veren bir başka Alman Müslüman da 42 yaşındaki Rukaya Schiller. Schiller, “Burada Cennet’e girebilmek söz konusu. Hac ibadeti tüm unsurlarıyla eksiksiz olarak yerine getirildiği takdirde, inşaallah Cennet de hak edilmiş olur,“ diyor.
Yabancıların büyük ilgisi
Almanya’da hac organizasyonu çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülüyor. Hacı adayları, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) bünyesindeki organizasyonların yanı sıra tümüyle hac konusuna yönelmiş turizm şirketleri ya da çeşitli vakıf ve cemaatlerin düzenlediği özel organizasyonlar vasıtasıyla kutsal topraklara gidiyor.
Almanya’nın Köln kentinde faaliyet gösteren Merve Hac adlı şirketinin yöneticisi Mevdudi Can, “Önceleri sadece Türk hacı adaylarına hizmet veriyorduk. Ancak özellikle son üç yıldır başta Alman Müslümanlar olmak üzere, tam 13 ayrı ulustan insan bize başvurdu. Geçen yıl sadece 30 kişilik bir kontenjanımız vardı ve hepsini doldurduk. Bu yıl ise 400 başvuru yapıldı. Böyle bir talep yoğunluğunu beklemiyorduk,“ sözleriyle Müslüman olmuş Almanların son yıllarda hac yolculuğuna hayli ilgi gösterdiklerini anlatıyor.
30.12.2006 17:57:13

Nakşi çellocu ve Alman müritleri



Adı Hassan Dyck. Almanya’da küçük bir köydeki Nakşibendi dergahının çellocu şeyhi. Kendisi gibi Müslüman olmuş bir Alman’la evli, 5 çocuk babası. Onun şeyhi ise Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Nazım Kıbrısi. Almanya’da 1000, Avrupa’da 5 bin müridi var. NAKŞİBENDİ tarikatına bağlı olarak Almanya’nın Euskirchen yakınlarındaki Kall-Sötenich adlı küçük bir köyde "Osmanlı Dergahı" (Osmanische Herberge) adı altında faaliyet gösteren Alman Müslümanları giyinişleri ve davranışlarıyla Afganistan veya Arabistan’da yaşayan Müslümanları andırıyor.Her perşembe dergahta düzenlenen zikir geceleriyle tüm Alman Müslümanlar bir araya gelip ibadetlerini yerine getiriyorlar. Alman Nakşibendilerin şeyhliğini de bir Alman üstlenmiş durumda. Adı Şeyh Hassan Dyck. Şeyh Hassan cemaatini, çalışmalarını anlatırken şöyle konuştu:


TERÖR İSLAM’I KÖTÜ GÖSTERİYORBiz şeyhimize göre yön buluyoruz. Eskiden olduğu gibi her Müslüman’ın bir Sufi Meistere, Türkçe’de buna Sufi velisi derler, ihtiyacı vardır. Onun yardımına gerek vardır. Ancak bugün bu uygulamanın olmaması Müslümanlığı başka yerlere götürmektedir. Bu nedenle bugün terörist grupların çalışmaları İslam’ın toplum içinde kötü görünmesine neden olmaktadırlar.


DAHA ESASLI HIRİSTİYANIM İslam’ı seçmemle daha az Hıristiyan olduğum veya artık Hıristiyan olmadığım anlamına gelmez. Tam tersine şu anda daha esaslı bir Hıristiyan’ım diyebilirim. Hıristiyanlığın 10 şartını şu anda daha ciddi bir şekilde yerine getiriyorum. Müslüman olduktan sonra bu 10 şartla birlikte İslam’ın diğer tüm şartlarını yerine getiriyorum. Hıristiyanlık İslam’ın içindedir.


FARK ALLAH KORKUSU Kuran’da her insanın eşit olduğu yazılıdır. Peygamber efendimiz bunu bir saç tarağının tırnakları gibi görür. Farklılık Allah’tan korkma olayıdır. Her insanın duyduğu korku farklıdır.


.....

ŞERİATI HERKES İSTEMELİ Şeriatın gelmesini tabii isterim ancak bunun kalpten içten gelmesi gerekiyor. Bunu herkesin yani toplumun istemesi gerekiyor. Hz. Muhammed’in yasayı nasıl uyguladığı önemlidir. Sanığın suçlu olup olmadığı en ince detayına kadar incelenirdi. Şeyhleri Nazım KıbrısiHassan Dyck "Şeyhiniz kim" sorusunu şöyle cevaplıyor: Bizim şeyhimiz Şeyh Nazım Kıbrısi hazretleridir. 84 yaşındadır. Kendisi Kuzey Kıbrıs’ta oturuyor. Onun şeyhi ise 125 yaşında Şam’da ölmüştür. O da Türkiye’de büyümüş ve Türkçe’yi iyi bilirmiş. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Şam’a gidip oraya yerleşmiş. Arapça bilmediği için başta Araplar tarafından aşağılanmaya çalışılmış. Araplar gelip kendisine tarikatın ne olduğunu sormuşlar. O da tarikatın şeriat olduğunu söylemiştir. Şeriat kanundur. Nedir bu kanunlar; çalma, yalan söyleme, hırsızlık yapma, öldürme, eşini aldatma. Artık alıştılarAlman Müslümanlar giyinişleri ve davranışlarıyla bütün dikkatleri üzerinde topluyor. "Köydeki komşularınızla ilişkiniz nasıl" sorumuzu Hassan Dyck cevaplarken "Başta bize karşı önyargılıydılar. Şimdi artık biraz daha dostça yaklaşıyorlar" dedi. Hassan Dyck yine kendisi gibi Müslüman olmuş bir Alman’la evli, 5 çocuk babası. Almanya’da müzik eğitimi almış olan çello üstadı Şeyh Hassan, Arapça okuyup yazabildiğini de söylüyor. Alman şeyh giyinişi, düşüncesi ve davranışıyla dergahın içinde herkesin saygınlığını kazanmış durumda. 5 bin müridimiz var"Otel olarak kullanılan bu binayı 1995 yılında üyelerimizin bağışlarıyla satın alıp kendimize uygun olarak inşa ettik" diyen Hassan Dyck şöyle devam ediyor: Bu yeri Osmanische Herberge, yani Osmanlı Dergahı olarak adlandırdık. Burası Nakşibendi tarikatının bir dergahıdır. Burada dini vecibelerimizin yanı sıra çeşitli etkinlikler düzenleyerek kendimizi tanıtıyoruz. Almanya’da yaklaşık bine yakın müridimiz var. Avrupa’da ise sempatizanları da sayarsak beş bine yakınız. Biz de Osmanlılar gibi çok kültürlüyüz"Neden Osmanische Herberge (Osmanlı Dergahı) adını seçtiniz" sorusuna şeyhin verdiği cevap çok ilginç: Bu ismi seçmemizdeki neden Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok millet ve kültürü bir çatı altında, barış ve üretkenlik içerisinde birbirlerine karşı saygılı bir biçimde toplamış olmasından kaynaklanıyor. Burayı çeşitli kültürlerin merkezi olarak görüyoruz. Bu yüzden de Hıristiyan, Budist veya Hindu dinlerine mensup kişilerle düşünce alışverişi içerisindeyiz. Ancak ev sahibi olarak Müslümanız. Ağırlıklı olarak Alman Müslümanlarıyız. Bünyemizde çok sayıda Türk ve Arap da var.

hürriyet
24 Eylül 2006