31 Ekim 2010 Pazar

Neden Müslüman oluyorlar?

Prof. Dr. Ali Köse - Marmara Üniversitesi
31/10/2010
zaman

"Merhaba, ben David. Fransa'dan arıyorum. Televizyon programcısıyım." dedi telefondaki ses. "11 Eylül'den sonra Fransa'da Müslüman olanların sayısı arttı.

Bunu araştırıyoruz, sizinle röportaj yapmak istedik." diye devam etti. İlginç bir tespitti bu. Sanki tam tersini bekliyordu insan. 11 Eylül'le birlikte bir taraftan İslamofobi yükseliyor, diğer taraftan Müslüman olanların sayısı artıyordu. Avrupa basınında yer alan haberler de Fransız televizyoncuyu teyit ediyordu. New York Times, Daily Telegraph, Sunday Times benzer haberler yayınladılar. The Times 11 Eylül'den dört ay kadar sonra 7 Şubat 2002 tarihli nüshasında Hollanda İslam Merkezi'ne Müslüman olmak üzere başvuranların sayısının 10 kat arttığını bildiriyordu. Genellikle genç Batılıların Müslüman olduğunu vurgulayan bu haberlerden çıkan en önemli sonuç şuydu: "Batı'ya kızan, Müslüman oluyor."

Tony Blair'in baldızı Lauren Booth, birkaç gün önce Müslüman olduğunu açıklayınca 11 Eylül sonrasındaki bu gelişmeleri hatırladım. Neydi bu insanları özellikle 11 Eylül'den sonra İslam'a çeken sebep? Tamam, İslam'ın nasıl bir din olduğunu anlamak için kitap okuyanların sayısı artmıştı; İngilizce, Almanca, Fransızca Kur'an mealleri fazla satmaya başlamıştı. Ama İslam aleyhine bu kadar olumsuz havanın oluştuğu bir coğrafyada insanları o taraftan bu tarafa iten başka nedenler olmalıydı. Müslüman olan insanları dinlediğiniz zaman, onların sosyo-politik arka planlarını gördüğünüz zaman meseleyi anlıyordunuz. Bu insanlar 11 Eylül'ü Batı kapitalizmine karşı bir saldırı olarak görüyorlardı. Çünkü bir zamanlar sosyalizme gönül vermişlerdi. Kapitalizme karşı çıkışı sosyalizmden sonra İslam'la dillendiriyorlardı. Kendi toplumlarının olumsuz yönlerine karşı geliştirdikleri tepki, bu insanların bir başka dine yönelmesini kolaylaştırıyordu. Lauren Booth da böyle bir motivasyonla çıkmıştı yola. Filistinlilere yardım götürmüştü. Onların maruz kaldığı zulme karşı çıkmıştı insanlık adına. Mazlumların yanında yer almak istemişti. Mavi Marmara'yla sembolleşen yardımların başlangıcında onun da adı vardı. Manevi zenginlikle tanıştı İslam dünyasında. Ne kadar sekülerleştiğini, kutsaldan ne kadar uzaklaşmış olduğunu hissetti Müslüman diyarlarda. İran'da Fâtıma Mâsûme'nin türbesinde o his doruğa ulaşıp İslam'la müşerref oldu. Şimdi de "En büyük arzularımdan biri Sultanahmet'te namaz kılmak." diyor Lauren Booth kutsalı hissetmek adına.

Aslında her Batılı mühtedinin (İslam'a giren) kendisine ait bir serüveni vardır. Psikolojik, sosyolojik nedenleri vardır kendi dinini, kültürünü terk etmek için. Belki travmalar yaşamıştır hayatta. Ama hep bir ortak nokta vardır son adımı attıran, "haydi İslam kapısından gir artık" dedirten. Kutsalla buluşma arzusudur o. Çünkü maneviyatla bağlarını koparmış bir toplumun sızılarını hissederler bilinçaltlarında bir yerlerde. Onun için, sekülerden kutsala uzanan yolculuktur onların hikâyesinin asıl adı.

Neler olur, neler biter Müslüman olmadan önce?

Uzun bir süreç yaşanır İslam'dan önce. Başlangıçta duygusal motifler, bireysel travmalar vardır. Tamamıyla entelektüel motiflerle yaşayarak İslam'a girenlerin sayısı fazla değildir. "Hıristiyan teolojisinin falanca doktrini beni pek açmıyor, iyisi mi ben daha iyi bir teoloji bulayım" gibi bir motivasyonla yola çıkanlar yoktur pek. Duygusal bir başlangıç söz konusudur. Lauren Booth'un hikâyesi de öyledir. Ama bu duygusallığın içinde bir "anlam arayışı", varoluşa anlam yükleme isteği vardır. Travmatik tecrübe yaşayan insanlar varlıklarının anlamlarını sorgulamaya başlarlar. Bu anlamı sunmadığı için kendi toplumlarını eleştirirler. Toplumun dinden, maneviyattan uzak seküler yapısı hedef tahtalarındadır. İnsanlar arası bağların kopması, hayatın makineleşmesi bunaltır onları. Bir Avrupalı şöyle demişti bana bir keresinde: "Ne güzel, siz birbirinizle karşılaştığınızda kucaklaşıyorsunuz, öpüşüyorsunuz, biz ise birbirimize dokunmaktan korkuyoruz."

Bireysel tecrübeleri ne olursa olsun insanlar eski dinlerini sorguluyorlar sonunda. Mesela Kilise'nin eşcinselliği hoş görmesini, eşcinsel papazlara bile sahip çıkmasını, muhafazakâr bir İngiliz kabullenemiyor. Bir mühtedi başından geçen bir olayı anlatmıştı. Alkolik olmuş. İçkiyi bırakmak istemiş. Belki yardımcı olur diye papaza gitmiş. Ama papazın ilk yaptığı şey ona içki ikram etmek olmuş. "Bu papaz bana nasıl yardımcı olabilir ki?" diyerek ayrılmış kiliseden.

Batı'da yaşayan Müslümanların İslam'ı arzulanan düzeyde temsil ettiğini söylemek güç. Ama Müslüman olan Batılıları etkileyenler de yine bu insanlar arasından çıkıyor. Güçlü din duyguları, özde taşıdıkları maneviyat Batılıları etkilemeye yetiyor. Üniversitedeki Müslüman arkadaşlarının aile anlayışından, kadın-erkek ilişkisinde gözettikleri kurallardan etkilenerek Müslüman olan bir üniversite öğrencisiyle tanışmıştım Londra'da. İsmi Mark'tı. Evlilik dışı bir ilişkinin çocuğuydu Mark. Babası annesini terk etmişti. Hayatı acılarla doluydu. "Benim annem babam Müslüman olsaydı, bu kuralları gözetselerdi ben bu acıları yaşamayacaktım" diyordu içinden bir ses. Lauren Booth "Müslüman birisiyle evleneceğim." diyor gazetecilere. Boşanan bir ailenin boşanan kızı olduğunu öğrendiğinizde anlam kazanıyor bu sözleri.

İslam'ın tek bir nüvesi bile Batılıları etkileyebiliyor. Ama bu etkinin gerçekleşmesi için Müslümanların Batılılara karşı kompleksten sıyrılmaları gerekiyor. Fas'tan Endonezya'ya kadar birçok İslam ülkesi Batı'nın sömürgesi olmuş. Batı hep medeniyet taşıyıcısı, hep efendi olarak algılanmış. Batı'da yaşayan Müslümanların çoğu bu psikolojiden sıyrılabilmiş değil. Kendilerini hiçbir alanda Batılılardan üstün göremiyorlar. Üstün gördükleri tek alan var, o da din. En önemli araçları bu... Ve bu aracı doğru kullananlar Batılıları etkiliyor.

Bu aracı iyi kullanmanın yollarından biri "güvenilir" olmak. "El-emin" olmak. Güvensizlik ne yazık ki çağın hastalığı. Bu çağdaş zaafı kendi hanelerinde bir erdeme dönüştüren Müslümanlar Batılıları etkileyebiliyor. Bunun en güzel örneğini bir İngiliz mühtedinin hikâyesinde buldum. Bu İngiliz, İslam'la 1955 yılında asker olarak gittiği Süveyş Kanalı'nda tanışmış: "Bizim kışlada Mısırlı bir müstahdem vardı. Adı Abdullah'tı. Bir gün beni çok etkileyen bir olay oldu. Saatimi komodinin üzerinde unutmuştum. Geri geldiğimde saatin yerinde yeller esiyordu. Bana tembihlenen "Mısırlılara asla güvenme!" sözünü hatırladım. Biraz sonra Abdullah geldi. Odayı temizlerken saati görmüş ve çekmeceye koymuş. Saatimi çekmeceden çıkarıp bana verdi ve şöyle dedi: "İslâm'da hem hırsızlık yapmak hem de hırsızlığa teşvik edecek şekilde kıymetli eşyayı ortalığa koymak yasaktır." Hırsız zannettiğim bu insan bana çok farklı bir ahlâk dersi vermişti."

Artık orduların değil, imajların savaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu savaşı en fazla kaybedenler arasında ise maalesef biz Müslümanlar varız. Küreselliği her geçen gün daha fazla hissettiğimiz bir dünyada, başkalarının bizleri daha gerçek halimizle tanıyacağını hayal ederken, negatif imajlar bir heyûlâ gibi bırakmıyor peşimizi. O bildik görüntüler Batı medyasında anında aleyhimize dönüştürülebiliyor. 1990'lardan bugüne, giderek olumsuz hale gelen bu imaj 11 Eylül'le birlikte perçinlendi. Fakat bu imajdan hiç de etkilenmeyen bir hazinemiz var. Allah Teala bu hazine için "O'nu Biz indirdik, Biz koruyacağız." buyuruyor. O hazinenin adı Kur'an-ı Kerim...

Batı ve Kur'an. Bugün yan yana gelmesi pek muhtemel görünmeyen iki kavram gibi. Ama gerçekte durum farklı. Tüm olumsuzluklara, tüm negatif yüklemelere rağmen, İslam yolunda mühtedilere son adımı attıran aracı Kur'an.

Kur'an'ın ne kadar etkili olduğunu bir başka mühtedinin hikâyesinde görmek mümkün. Bu mühtedi önceki hayatında uyuşturucu ve içki müptelasıymış, toplumsal normlara hep karşı çıkmış. Kendi ifadesiyle, epey günah işlemiş. Bir gün eline Kur'an tercümesi geçmiş: "Kur'an'da söylenenlerin bana yönelik uyarılar olduğunu hissettim. 'Şunu yapma, bunu yapma!' diyordu Kur'an. Kendi kendime, 'Bunu kim yazdıysa beni gözetlemiş olmalı' dedim. Sanki birisi benim yaptığım yanlış işleri kaydetmişti. Bu benim için bir şoktu. Gizli yaptığımı zannettiğim şeylerin hepsi burada anlatılıyordu."

29 Ekim 2010 Cuma

Fransız profesör nasıl Müslüman oldu



Fransız bir profesör olan Dardennes Roland'ın Müslüman bir kadın doktor vesilesiyle İslam'la şereflenip, Prof. Şerif olmasının hikayesi...


29 Ağustos 2009 Cumartesi - 14:29

Ersen Akyıldız / TIMETURK

Fransa’da yaşayan Suudi doktor kadın, Fransız bir profesörün İslam’ı seçmesine vesile oldu.

Psikoloji üzerine doktora yapmış olan ve şimdi de sinirbilimi üzerine çalışan Dr. Nebal el-Anbar Paris’te 10 yıldan beri çalışıyor.

Dinine sıkı sıkıya bağlı bir Müslüman kadın olan Nebal, İslam’ı iş arkadaşları arasında yaymak için de elinden geleni yapıyor. Boş kaldığı tüm zamanlarda Kur’an ayetlerinin fotokopilerini alıp gayr-i müslim arkadaşlarına dağıtan Dr. Nebal, onlarında kendisine merakla sorular sorduğunu da bildiriyor.

Çabaların ilk meyvesi

Nebal’in Fransız iş arkadaşlarından 48 yaşındaki Prof. Dardennes Roland da Riyad’a yaptığı bir seyahatte uğradığı Davet Merkezi’nde Müslüman oldu.

Paris Descartes Üniversitesi’nde Psikiyatri dalında profesör olan Dr. Dardennes – şimdiki ismiyle Şerif – Engelli Araştırmaları Prens Selman Merkezi’nin düzenlediği tıbbi bir konferansta İslam’la nasıl şereflendiğini anlattı.

Medya İslam'a karşı önyargılı

Önceleri sadece Fransız gazetelerindeki önyargılı şiddet haberlerinden İslam hakkında fikir sahibi olduğunu belirten Şerif, Dr. Nebal ile tanıştıktan ve onun dinine olan güçlü imanını, ibadetlerini ve günlük yaşantısını gördükten sonra ise yanlı medyanın yazıp çizdiklerinin ona hiçbir anlam ifade etmediğini söyledi.

Medyanın her toplumda görülebilecek aşırı uçları ve onarlın yaptığı şiddet eylemlerini merkeze alarak İslam hakkında yanlış görüşler beyan etmesini artık kabul edilemez bulduğunu ifade eden Profesör Şerif, Müslüman olma sürecinde ise Dr. Nebal’in iş yoğunluğunda bile ibadetlerinden geri kalmamasının kendisine İslam’ı daha tarafsız öğrenme konusunda ilham kaynağı olduğunu belirtti.

İslam’ın batıda maneviyattan yoksun bir siyasi hareket olarak gösterildiğini kaydeden Prof. Şerif, Dr. Nebal gibi insanların ise bunu çürüttüğünü söyledi ve İslami yaşam tarzının – günlük beş vakit namaz, Kur’an okumak ve Ramazan’da oruç tutmak – kendisini hem etkilediğini hem de İslam’a girmesine vesile olduğunu belirtti.

Ayrıca Suudi Arabistan’da insanların cemaatle namaz kılarken gösterdiği kibarlık ve tevazunun da kendisini çok etkilediğini belirten Şerif, daha önce Müslümanların günlük ibadetler yaptığını bilmediğini ve bu ibadetlerin hem derin bir maneviyat içermesi hem de günlük hayatla bu kadar irtibatlı olabilmesinin ise kendisini oldukça şaşırttığını ifade etti.

İslam’a geçmeden bir gün önceki gecede hissettiklerini anlatacak kelime bulamadığını söyleyen Şerif, en büyük korkusunun ise - neyse ki bunun doğru olmadığı kendisine daha sonra öğretilmiş - İslam’a geçmeden önce Kur’an’ı orjinal metninden okuma zorunluluğu olduğunu ifade etti.

Şimdi sıra ailesinde

Hıristiyan bir ailede doğan Şerif’in şimdiki arzusu ise Japon annesi, Fransız babası, 12 ve 15 yaşlarındaki kızlarına İslam’ı anlatmak. Şerif’in anlattığına göre, babası farklı dinler üzerinde çalışma yapmış birisi ve İslam hakkında sahip olduğu önyargıları kendisiyle mantıklı bir şekilde tartışıldığında bir kenara bırakabilecek bir mizaca sahip. Profesör, bu yüzden babasına İslam’ın gizemli ve manevi yönlerini anlatmak için sabırsızlandığını söylüyor.

'İnsanlık denizinde küçük bir damla'

Prof. Şerif’in Mekke yolculuğu ise tam anlamıyla eşsizmiş. Daha önce de Kabe hakkında belgeseller izlediğini, dolayısıyla belli bir fikre sahip olduğunu belirten Şerif, ancak hac tecrübesini bilfiil yaşamanın ise hepsinden çok daha farklı bir deneyim olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

‘Kabe’nin yanındayken kendimi insanlık denizinin küçük bir damlası gibi hissettim.

Amerikalı yazar Müslüman oldu


Bugün Gazetesi




Amerika uyruklu Hristiyan gazeteci-yazar Müslüman oldu.

Amerika Birleşik Devletleri(ABD) uyruklu Hristiyan gazeteci-yazar Razinah M. Rahman(65), Antalya'nın Manavgat ilçesi Manavgat Müftülüğü'nde yapılan din değiştirme töreniyle Müslüman oldu. Manavgat Müftüsü Halil Taş'ın huzurunda kelime-i şahadet getiren ABD'li gazeteci-yazar Ayşe ismini aldı.

Müftü Halil Taş ile vaize eşi Fedan Taş, İslam dinini seçen Razinah M. Rahman'ı tebrik ederek İngilizce Kur'an-ı Kerim ile İslam İlmihali kitabını hediye etti. Müslüman olmayı kendi gönül rızasıyla kabul ettiğini belirten Rahman, yeni dinini seçmesinde hiç kimsenin telkinin olmadığını söyledi. Rahman, "İslam dinini kendi gönül rızamla seçtim. 5 yıldır İslam diniyle ilgili araştırma yapıyordum. İslam dinini araştırdıkça Müslümanlığa karşı ilgi ve alakam arttı. İngilizce olarak Kur'an-ı bir defa baştan sona okudum. İçindeki ilahi mesajlar beni çok etkiledi. Huzur buldum. İslamiyet'in benim dünya görüşüme ve hayat ilkelerime uygun olduğuna inandığım için Müslüman olmaya karar verdim. Kelime-i şahadet getirerek huzura erdim." diye konuştu.

Müftü Taş da Müslüman olmuş birinin geçmiş günahları affolunarak annesinden yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz olacağını söyledi.

Öte yandan Manavgat Müftülüğü'nde 46 yıllık süre içinde 116 gayri Müslim İslam dinini seçti. Bunun 20'si ise 2009 yılında Müslüman oldu. 2010 yılı 12 Şubat tarihi itibariyle ise ilçede 2 yabancı İslam'la şereflendi.


13 Şubat 2010 Cumartesi


http://www.bugun.com.tr/haber-detay/92971-amerikali-yazar-musluman-oldu-haberi.aspx

Kariyer sahibi İngiliz kadınlar İslam’ı seçiyor



İngiliz Daily Mail gazetesi, son yıllarda kariyer sahibi çok sayıda İngiliz kadının İslamiyet’i seçtiğini yazdı

• İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in gazeteci baldızı Lauren Booth’un (43) Müslüman olmasının yankıları sürerken, Daily Mail gazetesi, ülkede son yıllarda kariyer sahibi birçok İngiliz kadının İslam’ı seçtiğine işaret etti. “Neden modern, kariyer sahibi kadınlar İslam’ı seçiyor?” başlıklı haberde, farklı nedenlerle Müslüman olan İngiliz kadınların açıklamalarına yer verdi.

İSLAM İLE AYDINLANDIM

Müzik kanalı MTV’nin Müslüman olan ünlü spikeri Kristiane Backer, İslam’ın değer sisteminin Batı’dan çok farklı olduğunu söyleyerek, “Her şeyi Allah için yapmak benim için çok önemliydi” dedi. Müslüman olan kadınlardan Camilla Leyland, işi gereği seyahat ettiği ülkelerde İslamiyeti inceleme şansı bulduğunu, Müslüman olarak çok farklı manevi duygular yaşadığını söyledi. Ünlü simalardan eski DJ Lynne Ali’nin ise, şimdi 5 vakit namazını kaçırmadığı, aydınlanmayı İslamiyette bulduğunu belirtti. • DAILY MAIL

Muhammed Oliver’ı geçti

İslamiyet’in İngiltere’de ihızla yayıldığına ilişkin bir başka gösterge ise, “Muhammed” adının ülkedeki en popüler erkek ismi haline gelmesi oldu. İngiliz Ulusal İstatistik Kurumu, farklı yazılışlarıyla birlikte, İngiltere’de geçen yıl 6255 bebeğe “Muhammed” ismi verildi. En popüler erkek isimleri listesinde Mohammed 16., Muhammed 36., Mohammad ise 62. sırada yer alıyor. Bu ismin tüm farklı yazılış şekilleri toplandığında ise Muhammed ismi listede birinci sıradaki “Oliver” isminin yerini alıyor. “Jack” isminin ise yerini 14 yıldan sonra Oliver’a kaptırdığı belirtildi.

URL: http://www.stargazete.com/dunya/kariyer-sahibi-ingiliz-kadinlar-islam-i-seciyor-305303.htm Tarih: 29 Ekim 2010 Cuma, 00:06

28 Ekim 2010 Perşembe

‘Filistin’den etkilendim İran’da İslam’ı seçtim

Katolikken Müslüman olan ve başörtüsü takmaya başlayan Lauren Booth, “Ben İslam’ı seçmedim. İslam beni içine almaya karar verdi” dedi. Booth, türban yasağına karşı çıktı

İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in eşi Cherie Blair’in Müslümanlığı seçen kız kardeşi Lauren Booth, Katoliklikten İslam’a geçiş sürecini ve türban yasağı gibi tartışmalı konulardaki görüşlerini Milliyet’e anlattı.
Londra’daki evinde Milliyet muhabirini misafir eden Lauren Booth, Müslümanlıkla ilk sıcak ilişkisini 2005’te gazeteci olarak Filistin’e gittiğinde kurduğunu anlattı. Filistin’e girerken daha havaalanındaki kontrol noktasında büyük bir değişimin eşiğinde olduğunu hissettiğini belirten Booth, bütün o şiddetin, yoksulluğun, imkânsızlıkların ortasında insanların inançları sayesinde nasıl barışçıl duygular içinde yaşayabildiklerini hayretle gördüğünü söyledi.
Filistin’de yaşanan kargaşaya rağmen tanık olduğu bu sükunet dolu havadan çok etkilendiğini belirten Booth, daha sonra İran’a gidişinin sürecin başlangıcı olduğunu anlattı. İran’da gittiği bir kutsal mekanda bir anda Müslüman olmaya karar verdiğini belirten Booth, kelime-i şahadet getirdiğini ve içini büyük bir huzurun doldurduğunu söyledi. Booth, “Ben İslam’ı seçmedim, İslam beni içine almaya karar verdi” dedi.
Kendisi de İran’a giderken Müslüman olacağını bilmediği için, bu kararından ablası Cherie Blair’i önceden haberdar edemediğini de belirten Booth, Blair ailesinden kararına bir tepki gelmediğini söyledi ve “Gelse de aldırmazdım zaten” diye konuştu.
Booth, iki kızını Müslüman olarak mı yetiştireceği sorusunu da, “Ben onları dinlerini seçmeleri konusunda serbest bırakacağım. Ama onlar başımı örtmemden memnun oldular. Çocuklar muhafazakâr ailelerin içinde olmaktan mutlu oluyorlar” diye cevapladı.
Türkiye’ye gelmek istediğini, Türkiye’yi görmeyi çok istediğini belirten Booth, “En kısa zamanda geleceğim” dedi.

Örtünme yasağı kadına saygısızlık
Fransa gibi çeşitli örtüleri yasaklayan ülkelerde, kadının örtünmesiyle özgürlüğünden uzaklaştığının düşünüldüğünü, oysa bu düşüncenin yanlış olduğunu söyleyen Booth, bu konuda Türkiye’de de bazı sorunlar yaşandığını bildiğini ifade etti. Booth, “Bu yasaklar, kadının kararına saygısızlık. Bir kadın hem türbanlı olur, hem de her işi yapar. Bunun aksini düşünmek kadının aklını küçümsemektir” diye konuştu.

Booth, kızları Alexandra ve Holly ile...

26 Ekim 2010 Salı

Tony Blair’in baldızı Müslüman oldu


Britanya’nın eski Başbakanı Tony Blair’in eşinin kızkardeşi Lauren Booth Müslüman oldu. İngiliz Daily Mail gazetesi, 43 yaşındaki gazeteci ve yayıncı Booth’un, ‘evden çıkarken başörtüsü taktığını, beş vakit namaz kıldığını ve zaman zaman oturduğu bölgedeki camiye gittiğini söylediğini’ yazdı. Habere göre, altı hafta önce Hz. Fatıma Masume’nin İran’ın Kum şehrindeki türbesini ziyaret ettikten sonra Müslüman olmaya karar veren Cherie Blair’in kızkardeşi Lauren Booth, “Bir salı günü akşamüstüydü, oturdum ve ruhani bir şey hissettim, çok büyük mutluluk duydum” dedi.

İngiltere’ye döner dönmez Müslüman olmaya karar veren Booth ayrıca, artık domuz eti yemediğini, alkol almadığını ve hergün Kur’an-ı Kerim okuduğunu söyledi. Burka ya da çarşaf giyip giymeyeceği konusunda ise Booth, “Ruhani yolculuğumun beni nereye götüreceğini kim bilebilir ki” dedi.

İran’ı ziyaretinden önce de İslamiyete sempati duyduğunu ifade eden Booth, İran’ın İngilizce yayın yapan haber kanalı Press TV için çalışıyor. Booth, 2008’de 46 aktivistle birlikte Gazze’ye gitmiş, 2006’da İngiliz ITV kanalında yayınlanan bir yarışma programına katılarak buradan aldığı parayı Filistin’e yardım eden bir kuruluşa bağışlamıştı

25.10.2010

http://www.taraf.com.tr/haber/tony-blair-in-baldizi-musluman-oldu.htm.