29 Eylül 2008 Pazartesi

Hollywood’dan Kaçt, Müslüman Oldu!


GERÇEK HAYAT sayı 227

Hollywood’un sayılı birkaç yönetmeninden birinin Müslüman olduğunu düşünelim. Gazetelerin manşetlerinde yeri garanti olmaz mı? Bu, bizim için hoş bir haber. Artık epey zamandır tarihin yokuşundan inmekteyiz, bu yolda biraz kompleks sahibi olduğumuzu birbirimizden saklamanın alemi yok. “Karşı taraf”tan belli bir gücü elinde tutanların “safımıza” geçmesi bazen sakinleştirici bazen doping etkisi yapıyor üzerimizde. Cat Stevens örneği hâlâ sıcak. Kıbrıslı Rum bir ailenin Türk düşmanı yetiştirilmiş oğlu, dünyayı sarsan pop yıldızı oluyor ve sonra Müslümanlığı seçip bu ünden vazgeçiyor. Biz de onu seviyoruz. Bunda bir kötülük yok. Abartmadığımız sürece. İşte bu ihtida öykülerinden çok az bilinen bir tanesi, geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir hatırat kitabında çok ilginç ayrıntılarıyla anlatılıyor. Gerçekten ünlü bir Hollywood yönetmeni, bundan 80 sene evvel, Müslümanlığı seçiyor. Sinemanın sessiz döneminin sayılı yönetmenlerinden İrlanda kökenli Amerikalı Rex Ingram, 1925’te, Fransa’nın Nice kentinde Müslüman oldu. Hem de İslam’ın son halifesinin huzurunda! Sinemaya 1913’te oyuncu olarak başlayan Reginald Ingram Montgomery Hitchcock (1893 - 1950), daha sonra aldığı kısa ismiyle Rex Ingram, 1916’dan itibaren yönetmenliğe geçti. Edison Film Stüdyolarında Hollywood’un “memur yönetmen”lerinden biri olarak Büyük Sorun, Hüzün Kasesi, Siyah Orkideler, Zenda Mahkumu gibi filmlere imza attı. Ancak Amerikan edebiyatının ve Hollywood’un iş yapma tarzıyla ve seviyesiyle barışamadı. Sonuçta, ünlü İspanyol edip Vicente Blasco Ibanez’in mistik, trajik romanlarına yöneldi ve çoğu “filmi yapılamaz” olarak görülen eserlerinden birini, Mahşerin Dört Atlısı’nı başarıyla çekti. Bu film, Rex Ingram’ın yönetmen olarak mevkiini sağlamak ve pekiştirmekle kalmadı, Ingram’ın burada rol verdiği Rudolf Valentino da sinemanın unutulmaz yıldızlarından biri olmak üzere parladı! Hollywood’la yıldızı asla barışmayan, yeni gelişen film sanayinin sıkı takvimlerinden ve dar bütçelerinden bunalan Rex Ingram için bardağı taşıran damla 1924’de geldi. Arkadaşı Erich Von Stroheim’ın bir filmini kısaltması istendi. Ingram, arkadaşlığını da riske atarak filmi kesti ama Metro Goldwyn Pivtures şirketi için bu da yeterli olmadı ve şirket iyice budadığı filmi İhtiras adıyla gösterime soktu. Rex Ingram’ın artık bu “kasap”larla aynı havayı solumaya tahammülü kalmamıştı: Hollywood’la yollarını kesin bir biçimde ayırdı ve Fransa’da, Nice kentinde kendi stüdyosunu kurdu. Burada, dönemin en güzel kadın oyuncularından biri olan eşi Alice Terry’nin başrolünü oynadığı filmler çekmeye başladı. Bugünün sinema eleştirmenlerinin muhteşem görüntüler ve ciddi bir estetik anlayış buldukları bu dönem filmleri, gişe bakımından birer fiyaskoydular. Gerçek bir “estet”, sinema sanayinin gelişen piyasa yasalarıyla mücadeleyi ancak bir yere kadar sürdürebilirdi. Nitekim Ingram’ın, 1931’de çektiği ilk sesli filmi Baroud, aynı zamanda son filmi de oldu. Köşesine çekilen Rex Ingram, 1950’de Los Angeles’ta ölene dek kendini ibadete, yazıya ve heykel sanatına verdi. Ancak bu Hollywood yönetmenin hayatında dönüm noktalarından belli başlısı 1925’te, Nice’te yaşanmıştı. 1925 sonrası filmlerinden birinin ismi bile insana bu dönüşümle ilgili fikir veriyordu: The Garden of Allah (1927), yani Allah’ın Bahçesi. 1924’te çektiği The Arab filmiyle birlikte, Rex Ingram’ın doğu dünyasına dikkat etmeye başladığı görülüyordu. Nice’teki film stüdyosunu bir Fransız hükümeti ve Tunus Beyi’nin yardımıyla açmıştı. Yine de asıl dönüm noktası, 1925’te Nice’te son İslam Halifesi Abdülmecid’le tanışması oldu. Rex Ingram, Müslümanlığı seçti. Halife Abdülmecid Nice’te ne arıyordu? 1923’te Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından önce, 1922 sonunda saltanat lağvedilmişti ancak Hilafet devam etti. Son Osmanlı Sultanı Vahdettin, 1922’de bir İngiliz gemisiyle Türkiye’yi terk etmiş bulunduğundan, Sultan Abdülaziz’in oğlu veliaht konumundaki Abdülmecid Efendi Halife ilan edilmişti. Ancak bu da uzun sürmedi. 3 Mart 1924’te TBMM kararıyla hilafet ilga edildi ve bütün Osmanlı hanedanı sınır dışı edildi. İlkin muhtelif ülkelere dağılan hanedan üyeleri, zamanla Fransa’nın Nice kenti ve civarında toplanmaya başladılar. 1925 itibariyle Nice, nedeyse bir Türk kolonisi halini aldı. Geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bir anı kitabı bu süreci ilk elden aktarıyor: Bir Şehzade’nin Hatıratı / Vatan ve Menfâda Gördüklerim ve İşittiklerim. Hatıratın sahibi şehzade Ali Vasıb Efendi, o günlerde 20'li yaşlarında. Nice’in canlı sokak ve gece hayatına karışmaktan hoşlanan genç şehzadenin pek çok bakımdan ilginç kitabının en çarpıcı öykülerinden biri de Rex Ingram’ınki. Ali Vasıb Efendi, bildirdiğine göre, ünlü yönetmenle ve güzel eşiyle Nice’te tanışmış. Yakışıklı yönetmen, mesaisi dışındaki zamanını arkadaşlarıyla gezerek ve taifeyi nisanın yoğun ilgisi altında “Grande Bleu” plajında geçirirken, şehzademiz güzel eşi Alice Terry’le Negresco otelinde dans edermiş! (s.186) Ali Vasıb Efendi, Rex Ingram’ı “filozof, tabii hayatı seven bir kimse” (s.186) olarak tarif ettiğine göre, kendisini daha yakından tanımış olduğu muhakkak. Doğuya ve özellikle İslam alemine ilgi duymaya başlayan Ingram’ın, Halife’nin ve Doğu’nun en büyük hanedanının Nice’te bulunduğunu duymaması ve ilgi göstermemsi imkansızdı herhalde. Nitekim gene Ali Vasıb Efendi’nin söylediğine göre, “Müslüman olmayı arzu” ettiğini çeşitli defalar dile getirmiş. Nihayet, Halife Abdülmecid Efendi’yle de tanışmış. İyi bir ressam olan Halife ile Rex Ingram’ın sanat bahsinde de anlaşmış olduklarına şüphe yok. Yine Ali Vasıb beyin naklettiğine göre Halife, Rex Ingram’ın bir de yağlıboya portresini yapmış! Hollywood’a tahammül edemeyen Rex Ingram, talihin cilvesiyle, gökte aradığını yerde bulmuş, kaçarak gittiği Nice’te İslam Halifesiyle sanat sohbetleri yapıp Müslüman olmuş. Halife ile Ingram’ın, Hollywood hakkında neler konuştuklarını siz de merak etmiyor musunuz Allah aşkına?

Hiç yorum yok: