25 Haziran 2009 Perşembe

İtalyan Müslüman Yusuf Ali


Aslında Palermo, altın çağını, bütün tarihçilerin itirafıyla Müslümanların döneminde yaşamış. 831-1072 yılları arası bu dönemde Palermo, güzelliğiyle Endülüs'Teki Kurtuba ve Mısır'daki Kâhire ile yarışıyormuş... O zamanlar 300 tane câmi ve mescid var olduğunu seyahatnameler ifade ediyor. Ama şimdi bir tane bile bulamıyoruz. Ama izlerini bulmaya çalışıyoruz. Burası bana, câmileri yok edilen Selanik'i hatırlattı...İşte Palozzo dei Normanni'ye (Normanlar Sarayı) geldik. Bu saray, Müslümanlar tarafından Roma harabeleri üzerine yapılmış. Fakat mağlubiyetten sonra burasını 1130 senesinde Norman Kralı II. Ruggero genişleterek kraliyet sarayı haline getirmiş, bir bölümünü de saray kilisesi yaptırmıştır. Bu kilisenin tavanına baktığınızda zaten aslının İslam sanatı olduğunu hemen anlıyorsunuz. Duvarlardaki çiçek, aslan ve tavus kuşu motifleri Pers sanatına ait. Bir duvarında sarıklı cübbeli iki kişinin satranç oynarken yapılmış resimleri var. Sarayın bir köşesinde mermer üzerinde hem Arapça hem Yunanca yazılar mevcut... Normanların kral sarayına çevirdikleri bu İslam eseri, şimdi eyalet meclis binası olarak kullanılıyor.Oradan, Müslümanların küçük bir kilise yerine inşa ettikleri büyük camiyi, Palermo Episkoposluğu'nun merkez kilisesi konumuna getirdikleri katedrale geldik. Aslı câmi olan bu katedral şimdi artık Hz. Meryem'e adanmış bir kilise... Katedralin sağ ön köşesinde İslam mimarisini yansıtan taş işçiliği örneği de hâlâ görülebilmektedir. Katedralin giriş kapısındaki sütunların solda kalanı üzerinde "Allah" lâfzı olan Arapça ifadelerin geçtiği taş levha mevcut...İçerideki bir bölümde her şeyi tıraşlanmış olmasına rağmen mukarnasları apaçık duran ve mihrap olduğu belli olan bir mekân var. Belli ki, burası büyük bir câmi imiş... Alt tarafı ise ölen meşhurların lâhitleriyle dolu. Çoğu Antalyalı rahiplerin mezarları...Katedralden Castello della Zisa (Zisa Şatosu)'ya gittik. Arapça "Aziz" kelimesinin telaffuz şekli olan Zisa, Aziz'in yani idarecinin köşküdür. Her tarafında İslâm mimarisinin izleri görülmektedir. Girişindeki görkemli eyvanı Mardin'deki Kâsımiye Medresesi'ni hatırlatıyor. Aşağıdan yukarıya doğru kat kat odalarda sergilenen İslamî eserlere bakıyoruz. Arapça yazılarla süslü leğenleri, üzerlerinde satranç oynayan sarıklıların resimleri bulunan kapları; İbranice, Arapça, Lâtince ve Yunanca yazıların bir arada bulunduğu mezar taşlarını; Memlükler döneminden şamdanları; mukarnaslarla süslü bölümleri seyrede seyrede giderken en üst kata çıkınca birden bizden nağmelerle karşılaştık. Sanki asırlar öncesine gitmiştik. Bir salonda takkeli, entarili, uzun sakallı bir derviş ud çalıyordu. Önünde saz, neyler, Mevlevi sikkesi ve notalı, yazılı kâğıtlar vardı. Üstüme bir gariplik çöktü. İçimden ağlamak geldi. Sanki gül gitmiş, gülşen harap olmuş, hânuman yok olmuş da çığlık çığlığa bülbül ağıt yakıyordu. Kendisiyle tanıştık. Bu, İtalyan Müslüman Yusuf Ali idi. Palermo şehrinin Anıtlar Yüksek Kurulu'nda çalışıyormuş. Kendisi ressam... Kiliselerdeki mozayiklerin tamir işlerinde görevli. Müzeler Haftası münasebetiyle burada görevlendirmişler. Kudsi Ergüner'i, Oruç Güvenç'i, Gabriel Mandel Han'ı tanıyor... Sonra sazı eline aldı Veysel Karanî ilahisini, Âşık Veysel'in türkülerini çaldı. Yanında birisi daha vardı: "Ağabeyim Yusuf... O da Müslüman... Eşim, Kıbrısî'ye intisablı... Benim tasavvufa çok ilgim var ama bir yerde karar kılamadım." dedi. Biz de, "Büyük mürşidlerden İmam-ı Rabbânî Hazretleri, 'tevhid-i kıble et' yani 'bir tane rehber bul, onun peşinden git' diyor." dedik. Bizimle görüştüğüne çok memnun oldu. Bu mütevâzı İtalyan'ın yanından ayrılmak istemedik. Sonra gönderdiği mesajda "Ben burada ne yapıyorum, yaptıklarım ne işe yarıyor, diye düşünüyordum. Ama sizlerle tanışmam her şeye bedelmiş. Sizin bana rehber olmanızı istiyorum." demiş.O hüzünlü ziyaret sırasında Yusuf Ali ile karşılaşma sahnemiz gözümün önünden gitmiyor...
28.05.2009

Hiç yorum yok: