16 Haziran 2009 Salı

İan Dallas

Gariplerin Kitabı’nda öyküsü anlatıldığı üzere 1967 yılı Ramazan'ında Fas’ın Merakeş kentindeki Karaviyyun Camiinde İslam'a giren Ian Dallas, Abdulkadir adını alır. Kısa süre sonra Fas'ın Meknes kentinde Şazeli tarikatının Darkavi kolunun mürşidi Şeyh Muhammed Habib ed-Darkavi'ye intisab eder. Şeyh tarafından kendisine ''es-Sufi'' Iakabı verilir. Gariplerin Kitabı’nda Ian Dallas'ın Abdulkadir es-Sufi oluşu sürecinde 1968 yılında yaşadığı tasavvufi serüveni anlatır. 1970 yılına gelindiğinde tarikat içinde halife (=mukaddem) konumunda olan es-Sufi, İngiltere’de yaptığı “çalışma” sonucu dört Batılı'yı daha ''yol''a getirmiştir, 1970’te ABD'ye gider ve ardından bütün Avrııpa, Güney Afrika, Nijerya, Malezya, Endonezya ve pek çok Arap ülkesini dolaşır. 1971 'de tebliğini kabul ederek tarikata alınan insan sayısı 16' ya ulaşmıştır. O yıl 4 müridi ile beraber Şeyhiyle buluşmayı da planladığı Hacc'a gider. Ancak Şeyhi Hacc yolunda iken Cezayir'de vefat edince bu görüşme gerçekleşemez. 1974'de ABD’nin Kaliforniya eyaletinde verdiği ve Batılıları İslam'a davet için organize edilen seminer notlarından oluşan Muhammedi Yol adını taşıyan kitabı yayınlanır.
1976 yazında Londra'daki ünlü Hyde Park’ta insanları açıktan İslam 'a davet etmeğe başlarlar. Aynı yı1 bağlıları ile beraber Londra'nın kuzeydoğusunda 100 mil mesafedeki Norfolk'ta , 10 yıl kadar yaşayacağı ''Müslüman Köyü”nü kurmağa başlarlar; 1970'lerin sonunda cemaatı, bu köyde modern hayata kafa tutan bir hayat tarzı üzerinde yaşayan ve İslam’ı kabul etmiş 200 aileye ulaşmıştır. Bu topluluk ortaya çıkan bazı güçlükler üzerine bizzat, Abdulkadir es-Sufi tarafından yavaş yavaş dağıtılır ve nihayet 1987 sonlarında İspanya’nın Granada şehrinde kendi tarikatı etrafında teşekkül eden müslüman topluluğun yanına hicret eder
Simyacı’nın o denli reklamı yapıldı ki sanırım bu satırları okuyanlar arasında onu okumuş olanlar Gariblerin Kitabı’nı okuyanlardan daha fazladır. Bu durum bence akla ziyan bir haldir. Öyle ki izlediğim kadarı ile Yeni Şafak’ta bile Gariblerin Kitabı’na ilişkin bir yorum okuyamazken Simyacı üzerine köşe yazısı dahi yayınlandı(Ahmed Davudoğlu, “Simyacı ve farkedilemeyen hazineler”17 Eylül 1997).Elbette Yeni Şafak’ta Simyacı hakkında yazı yazılmasını istemediğim gibi bir durum söz konusu olamaz. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta, Simyacı namlı hayali bir öykünün reklamının oltasına takılan Müslümanlardan en az bir kısmının Gariblerin Kitabı’nı okumalarının gerektiğidir.(Yine bir tevafuk eseri olarak tam Simyacı ile Gariblerin Kitabı’nı karşılaştıran bir yazı yazmayı düşünürken yıllardır piyasada bulunmayan Gariblerin Kitabı’nın yeni baskısının geçtiğimiz günlerde Mavi yayıncılık tarafından yapıldığı haberi çıktı. Artık Gariblerin Kitabı üzerine bir şeyler yazmak benim için farz olmuştu.) Latif Erdoğan’ın “Ufuk Ötesi” üslubu ile isim vermeden ve atıfta bulunmadan Simyacı’ya işaretler gönderen latif yazısından bir süre sonra, yine 28 Ekim 1997 tarihli Zaman gazetesinde Simyacı’nın yazarı Coelho ile Frankfurt kitab fuarında İsmail Kul- Sebahaddin Çelebi imzası ile bir röportaj yayınlandı.Bu röportajla yazarın iyi bir Katolik hristiyan olduğunu öğrendik.Röportajı gerçekleştirenlere göre Coelho, “sandığımızdan daha fazla İslam kültürüne aşina olduğu izlenimi veriyor”du...
Bu röportajdan önce kitabı okuyan bazı müslümanların kaleminden çeşitli yayın organlarına yansıyan Simyacı’da anlatılan öykünmün “Binbir Gece masalları”ndan alındığı veya aynı hikayenin Mevlana’nın Mesnevi’sinde hikaye edildiğine ilişkin iddialar hakkında yazara bir soru sorulmadığı için yazar bu konulara herhangi bir değinmede bulunmuyordu.Henüz okumamış olanlar için özetlemek gerekirse Simyacı’daki esas olay , bir rüyanın ardında İspanya’dan Mısır’a uzanan bir yolculuk esnasında yaşanan ve hemen hepsi hikmei mesajlar olarak kurgulanan hayat kesitleridir.İspanya’nın vaktiyle Endülüs medeniyetinin kurulduğu güney kıyılarında yaşayan Santiago adlı bir çobanın gördüğü bir rüya üzerine Kuzey Afrika’ya geçerek Mısır’da piramitlere kadar ulaşan bir yolculuk boyunca yaşadıklarının ve hissettiklerinin akıcı bir öyküsüydü söz konusu olan...Çoban yolculuğunu yaşarken hayata yön veren manevi güçlerle burun buruna gelişini biraz gizemli bir üslubla anlatıyor ve Batı’nın huzursuz insanına kader ve getirdiklerine teslimiyet öneren bir arkaplan üzerinde öyküsünü sunuyordu. Bugüne kadar dünyada 7,5 milyon gibi bir satış rakamına ulaşan bu küçük kitabı günümüz insanı için çekici yönü de bu arkaplan olmalıdır.
Buna karşılık Gariblerin Kitabı’nda Londra’da bir üniversite kütüphanesinin “İslam Yazmaları” bölümü sorumlusunun –kiyazar Ian Dallas’tır bu kişi- duvarda asılı bulduğu ve “Berekatü Muhammed” yazısını içeren bir kufi istifin anlamını çözmeğe çalışırken başlayan ve nihayet Fas’ta İslam ile tanıştıktan kısa bir süre sonra zahiri İslam’ın derunundaki batıni gerçeklik yani tasavvuf ; en somut ölçüleri ile en soyut boyutlarına hayret verici bir beceriyle ulaşılarak anlatıldığı tasavvuf vardı. Bu ifadelerimin ne derece hakkı teslim ettiğini anlamanız için yanda kitapdan “denizden birkaç damla su” misali vereceğim alıntılara göz atmanız yeterli olacaktır.
Gariplerin Kitabı'ndan Alıntılar
"...Şafak vaktine yakın bir zamanda rüya gördüm. Bir yükseklikte, rüyaların rüya olduğu bir yerdeyim. Yanı yöresi belirgin değildi bulunduğumuz yerin. Altı ve üstü yoktu. Hep beyazlar giyinmiştik. Anlamadığım bir dilden duyduğum sesler kulağımdan eksilmiyordu. Kendimi bir adamın önünde secde eder halde gördüm. Adam ışıltılı bir canlılık içine gömülmüştü ve adamdan yayılan enerji benim gözeneklerime işliyordu. Ona bakamıyor ama onun bana baktığını hissediyordum. Hem korku, hem de tatlı bir korunma duygusu içindeydim. Beni o güne kadar duymadığım, uyanınca da hatırlamadığım bir adla çağırdı..."
(Bu yazı Dr. Hayati BİCE imzası ile Yeni Şafak gazetesinin 28 Kasım 1997 Cuma günkü nüshasında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: