7 Haziran 2009 Pazar

Latin Amerika’da İslâm’ın yayılması üzerine



Lâtin Amerika’da İslâm’ın etkisi bugün Lima, Cholula ve Guatemala City gibi şehirlerde aşikâr şekilde gözlemlenebilmektedir. Lima, Peru’nun başşehridir ve Lima’daki Tapadas Limenas’ı yani “örtülü kadınıyla” meşhurdur.
19. yüzyılın sonlarına doğru, Arapların Orta Doğu’dan Lâtin Amerika’ya göçleri başlamıştır. Bu göçmenlerin çok sayıda izleri bugünlerde halen görülebilmektedir. Buna ilâve olarak, 20. yüzyılın ortalarında özellikle İsrail’in Filistin’i işgaliyle birlikte Suriye, Lübnan ve Filistin’den ve etrafından gelen göçmenlerin sayısında büyük artış yaşanmıştır. Bu Müslümanlar çoğunlukla tüccarlardan oluşmaktaydı ve yerel ticarî hayatta büyük etkileri olmuştur. Hatta bir kısmı buradaki yerel yönetimlerde de sonradan liderlik pozisyonlarına kadar yükselmişlerdir.
1980’li yıllarda, daha evvelden İslâmî bütün kökenlerini ve özelliklerini kaybetmiş durumda olan bu insanlar yeniden İslâm’a geri dönmeye başladılar. 25 yıldan beridir, artan sayıda Katolik, Hispanik ve Kızılderili Amerikalı kökenli olan insanlar İslâmiyet’i kabul etmekteler. Yerli halk ve “mestijo” denilen Hispanik yerlileri arasında da büyük sayıda İslâmiyeti kabul eden insan mevcuttur.
1990’lı yıllarda da, Amerika kıt’asında tebliğ çalışmalarının büyük bir bölümü bu muhtedi Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Her yıl, daha fazla Lâtin öğrenci, Müslüman ülkelerde İslâmî eğitimlerini tamamlayıp kendi memleketlerine geri dönmektedirler.
Etkin Arap Müslümanlar da buralarda İslâmî merkezlerin kurulmasında oldukça etkili olmuş ve önemli bir rol oynamışlardır. Ancak şimdilerde buralarda İslâm’ın yayılışı neredeyse tamamen Hispanik kökenli Müslümanlar tarafından yürütülmektedir. Mexico’daki muhtedi Müslümanlar faaliyetlerin çoğunluğunu kendileri yapmaktadır.
Lâtin Amerika insanların İslâmiyet’e dâvet etmek için oldukça münbit ve bereketli topraklardır. Burada insanlar sade, açık ve saftır ve asla İslâm’a karşı bir düşmanlık hissetmemektedir. Bilâkis İslâm ve Müslümanlar hakkında genel bir pozitif ve olumlu yaklaşım sözkonusudur. Böylece Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (asm) İslâm’ın dünyanın her köşesine yayılacağı konusundaki müjdelerinin buralarda gerçekleştiğine şahit olmaktayız.
Evliliklerin ve ihtida vak’alarının bir sonucu olarak, İslâmiyet Lâtin Amerika’da en hızlı ve en çok yayılan din haline gelmiştir. Hatta İspanya menşe’li Müslüman işçilerin daha evvelden Evanjelik Hıristiyan mezhebinin hedefinde olan ezilmiş ve ayrımcılığa uğramış yerel topluluklar üzerinde de oldukça etkili olduklarını söylemek için elimizde yeterince delil vardır, buna en güzel örnek ise Meksika’nın bir eyaleti olan Chiapas’tır.
Hispanik kültürün İslâmiyet ile olan bağları aslında 711 yılına yani Müslüman kumandan Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı fethettiği ve Roderick’in Vizigot yönetimine son verdiği tarihe kadar dayanmaktadır. İspanya’da Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar, Mağriblilerin yani Kuzey Afrikalıların yönetimi altında bir arada yaşadılar. Bu dönemde İslâmiyet’e dâvetler yapıldı ancak asla dayatılmadı. Araplar yanlarında eşlerini getirmemiş olduklarından ve İspanyol hanımlarla evlendiklerinden dolayı çok kısa bir sürede, daha bir kaç nesil sonra bölgede Arap Müslümanlardan çok İspanyol Müslümanlar yaşamaya başladı.
Gelecek 700 yıl içinde, Endülüs, yani İspanya’nın İslâmî adı, siyasî ve kültürel bir görkem ve ihtişama şahit oldu ve Ortaçağ Avrupası’nda entelektüel anlamda en gelişmiş ülke haline geldi. İslâm’ın gücü, neredeyse İspanyolların hayatının her kademesinde ama özellikle de müzik, mimarî ve edebiyatta müthiş etkili oldu.
Fakat, zaman içinde Hıristiyan orduları gelişti. Granada’da 1492 yılında son Endülüs kalesinin düşmesinden sonra, İspanya’daki minarelerin üzerindeki hilâlin yerini haç almaya başladı ve Müslümanlar ya zorla Hıristiyan olmak yahut idam edilmek arasında bir tercih yapmaya zorlandı. Bugünlerde Los Angeles’ta yaşayan bir çok Lâtin kökenli Müslüman, İslâmiyet’e dönüşlerini aynı zamanda kendi Endülüs kökenlerine bir dönüş olarak da görüyorlar.
Bugün, Lâtin Amerika’da İslâmiyet’e olan geçişlerin herhangi bir siyasî yahut dini radikalizmle bağlantılı olduğuna dair öne sürülecek bir delil yoktur. Bunun aksine, bir çok muhtedi Müslüman, İslâmiyet’i kendi öz kimliklerini güçlendiren bir unsur olarak görmektedir. Aynı zamanda İslâmiyet’e bu geçişlerini, marjinalleştirildikleri ve ayrımcılık yaşadıkları topluluğa karşı bir sosyal ve siyasî protesto olarak da değerlendirmektedirler. Esasında bu sebeple İslâmiyet’in bu ayrımcılığa uğramış ve ezilmiş insanlar üzerinde etkili olması şaşırtıcı değildir.
Robert Miranda
15.04.2009 – Yeni Asya Gazetesi

Hiç yorum yok: